Rahmetlik Muhsin Başkan’ın gelmesiyle cezaevinin cehresi değişti. Başkana her konu da sorular soruyoruz, doyurucu cevaplar alıyoruz. Başkan hareketli devamlı kültürfizik hareketleri yapıyor, bizde onu taklit etmeye başladık. Bir gün hiç unutamayacağım bir hareketi gösterdi: Bir gün bir metre uzunluğunda oklava gibi bir sopanın iki başına bir buçuk metrelik ipler bağladı. İplerin ucuna da üçer kilo ağırlığı olan içi dolu su bidonu bağladı. İki katlı ranzanın üstünde oturarak oklava gibi sopayı elinin içinde döndürerek ipi sarmaya başladı. Tabi ip sarıldıkça alttaki altı kiloluk ağırlıkta yukarı çıkıyor, bütün yükte bileklere biniyor. İpler sarılarak bitince yavaş-yavaş ters tarafa dönderiyor, böylece bilekler baya bir efor harcıyor. Sonunda rahmetlik başkan diyor ki: Hoca, bu hareketi günde üç defa yaparsan bileklerin sağlamlaşır, silah tutman gerekirse hiç silkelemeden atış yapabilirsin” diyor.

Erzincan askeri cezaevinde ilk ramazan ayına giriyoruz. Özel bir mescidimiz olmadığı için koğuş ranzalarının arasındaki bir buçuk metre eninde ve beş metre uzunluğunda ki boşluğa battaniyelerimizi seriyoruz ve beş vakit namazımızı orada cemaatle kılıyoruz. Birçok arkadaşta Kur’an-ı Kerim okumaya başladı çok şükür zamanımız dolu- dolu geçiyor.

Birçok arkadaşa çarşıdan “Elif Ba” getirdik Kur’an okutmaya başladık. Hemen herkes bir hafta da Kur’an okumayı söküyor. Muhsin Başkan: Hoca bende harfleri biliyorum ama tam okuyamıyorum bende ders alıyım burası tam fırsat” dedi. Bende, olur Başkanım. İkindi namazından sonrada seninle ders yapalım” dedim. Ranzaların arasında ki boşluklara battaniyeleri sererek cemaatle namazımızı kılıyoruz. Biz tesbih ve dua yaparken Rahmetli Başkan kalkıyor, yastığın üzerine Kur’an’ı koyuyor ve aşağı inip hazır ol da beni bekliyor. “Başkanım yapma böyle beni utandırıyorsun” diyorum. Yok, Hoca, bizim din adamlarına saygımız böyle olmalı” diye cevap veriyor. Aslında benim öğrettiğimden çok o bizlere daha çok şeyler öğretiyordu.

O günlerde Ülkücülerin İstanbul’da çıkardıkları bir “hasret” dergisi vardı. Bazı yazarların yazılarından dolayı ikide bir kapatılıyordu. Yine böyle bir yazıdan dolayı “Hasret” dergisini toplatma kararı alınmış ve Erzincan’ın orta yerinde yine aynı adı taşıyan “Hasret” pastanesinde bu dergiyi okuyan yirmi tane arkadaşı toplamış getirdiler ve bizim yanımıza koydular. Hemen hepsi yüksek tahsilli olan bu arkadaşların çoğunluğu devlet memuru idi. İçerideki ortamı görünce sevindiler, hemen hepsi Kur’an öğrenmek için ders almaya başladılar. Fakat beraberlikleri fazla sürmedi, bir hafta sonra çıktılar.

 Bu arada ilk defa Ramazanı yaşıyoruz. Gündüzleri oruç, geceleri sahura kadar muhabbet, sabah namazını kıldıktan sonra bir saat kadar bir konuda fikir tartışması yapıyoruz. Mesela: “Arkadaşın biri, doğru nedir? Diye bir konu açıyor ve her kes o konuda diyeceklerini söylüyordu. Çok yararlı bir münazara oluyordu. Bu münazaralarda baş muhalif genellikle Sivaslı’nın yakından tanıdığı Adnan Türkay oluyordu.

Bazen de aramızda cezaevi şakaları oluyordu. Yine o günlerde tutuklu gelen bir polis abimiz vardı. Yozgatlı Aslan abi. Bir zamanlar Başbuğ’un korumalığını yapmış, şimdide Sivas ta bir Karakol da görev yapan Milliyetçi bir kardeşimizdi. Bir gece sahur yemeğine hazırlık yaparken Muhsin Başkanın ve Erdoğdu Pasinlinin olduğu bir ortamda ben, “Aslan abi, biz gelen her arkadaşa bir şaka yaparız. Ama sen gücenmeyesin diye sana yapmadık” dedim. “Hoca ben devlet memuruyum, öyle hemen faka basmam, beni kandıramazsın” dedi. 0 anda bu konuşmaları dinleyen Erdoğdu Pasinli devreye girdi, bana hitaben, “Bekir Hoca şu etleri kemiklerden sıyırayım, sende öbür koğuşta ki Yusuf Başkandan nacağı al getir de kemikleri kıralım” dedi. Ben Erdoğdu’nun yapmak istediğini anlamıştım, hemen dedim ki.: “Ya geçen günde lazım oldu, istedim bana vermedi, Aslan abi istesin onu kırmaz” dedim. Aslan abi hemen, “Ben alır gelirim” diye diğer koğuşa gitti. Yusuf Başkanı gecenin ikisinde uyartıp, “Başkan şu Nacağı ver de kemikleri kıracağız” deyince, Yusuf Özkan, “Aslan abi ne nacağı? Burası cezaevi, burada nacak olur mu? Deyince faka baktığını anlıyor ve kafasını önüne eğmiş geliyor. Her ikisi de rahmetlik olan Muhsin Başkan, Aslan abiye karşı diyor ki, “Bunun boyu uzun olduğu için jeton zor düşüyor, anca anlamış” diyor. Aslan abide “sen de mi Başkan” diyerek üzüntüsünü gösteriyordu.