Hadis konusunda biraz bilgi sahibi olan bilir ki Peygamber efendimiz sağlığında sözlerini Kuranı kerim ayetlerine karıştırılır diye yazıya geçirilmesine müsaade etmemiştir. Peygamber efendimizin sağlığında yazılan sözlerinin yüz elli, iki yüzü geçmediği bildirilmektedir. Sonraları müçtehit ilim adamlarının içtihatlarına ikinci delil olarak girecek olan Hadisler yüz sene sonra toplanmaya ve yazıya geçmeye başlandı. Bu arada çeşitli milletlerden, çeşitli dinlerden İslam’a giren şahıslar kendi inanışlarını, kendi örf ve adetlerini kasıtlı veya kasıtsız İslam’a karıştırmak için Hadis uydurmaya başladılar, sade bunlar değil ehlisünnet mezhebi icat eden Ahmet İbn Hanbelin takipçileri, Gulatı Şia, Mürcie, Kaderiye, Mutezile, Hariciye ve daha birçok inanış taraftarı hadisler uydurdular. Yine İslami ibadetlere teşvik ve günahlardan kaçındırmak için, mübarek gecelerin fazileti için, gece ibadetlerinin fazileti için Kuranı kerim okumanın ve surelerinin fazileti için siyasi çekişmelerde taraf olanlar kendi taraflarını haklı çıkarmak için binlerce Hadis uydurdular. Hicri ikinci asırdan sonra ortaya çıkamaya başlayan Tasavvuf erbabı da kendi inanış ve felsefelerini yaymak için hadis uydurmaya başladılar kendilerini böyle Hadis rivayeti yok siz nerden buluyorsunuz bunları diye ikaz eden Âlimlere biz Peygamber efendimizi rüyamızda görüp ona soruyoruz ve ona onaylatıyoruz diye cevapladılar.
Uydurulan (mevzu) Hadisler gerçekten Peygamber efendimizin sözü olan sahih Hadislere karıştırılmış, kitaplara geçmiş ve gerçeğini sahtesinden ayıran bir ilim dalı doğmuştur. Rivayetleri didik didik tarayan Ravilerin geçmişini, Dini yaşantılarını, doğruluklarını, yalancılıklarını ortaya çıkaran güvenilir olup olmadıklarını tespit eden Hadis uleması çıktı. Bu Hadis âlimleri kendilerine sahih olarak ulaşan Peygamber efendimizin (Kim benim adıma bilerek yalan söylerse Cehennemdeki yerine hazırlansın) Hadisi şerifini kendilerine şiar edinip yüzlerce eseri inceleyerek binlerce hatta yüz binlerce Hadis içinden Mevzu yani uydurulmuş olanları kılı kırk yararak tespit ettiler. Mevzuat (uydurma hadis kitapları) hazırladılar, Ümmeti Muhammed’in istifadesine sundular.
Gelelim günümüze: Bu yazının yazılmasına sebep teşkil eden şey bilinen mevzu hadislerin uydurma değil de gerçekmiş gibi vaizlerde, hutbelerde, konferanslarda, seminerlerde tarikat ve cemaat toplantılarında ısrarla tekrarlanması olayıdır. Yukarıdaki hadiste (kim benim adıma bilerek yalan söylerse cehennemdeki yerini hazırlasın.) İhtar ve ikazının bugünkü muhatapları uydurma olduğunu bildikleri halde kendi inanışlarını, kendi tasavvuf anlayışlarını haklı çıkarmak için bu uydurma sözleri tekrarlamaya devam edenler olsa gerek. İstanbul’da 30 senedir vaizlik yapan bir hoca efendi Eyüp Sultan’da bir Cuma vaazını uydurma olduğunu birçok kitapta bildirilen uzun bir söz yığını vaazına konu edinmişti. Cumadan sonra hocam bahse konu ettiğiniz hadise uydurma diyorlar dedim. Bana dönerek “uydurma demeyenler bize yeter” diyerek tuhaf bir cevap vermişti. Bugün Türkçeye çevrilmiş dini tasavvuf birçok eserde uydurma hadisleri bulmak mümkündür. Dini duyarlılığı olan birçok okuyucunun kütüphanesinde bulunan ihya-ül ulumuddin; (imamı gazali) Delaili hayrat, Dürretün Nasihın, Fususul Hikem, Fütuhatı Mekki (İbn Arabî) Keşşaf Tefsiri, Kutül Kulup, Mektubat (imamı rabbani) Risale tül Kuşeyriye, Ruhulbeyan (ismil hakkı Bursevi) Tenbihül Gafilin, Hz. Ali’nin cenkleri gibi eserler uydurma hadislerle doludur. Yine yedi tane kapının önüne bırakmazsan evin yanar, çocukların ölür diye insanları manen tehdit ederek çoğaltılıp dağıtılması istenen Şeyh Ahmet vasiyetnamesi de uydurmadır. Hz. Ali’ye nispet edilen kitab ül cifirde tamamı uydurmadır. Cebrail geldi peygambere zırhını çıkar bu duayı üzerinde bulundur sana zarar gelmez diye rivayet edilip bugün gençlerin boyunlarına asılan Cevşen ülkebir diye meşhur olan duada doğru değildir. Tasavvuf kitaplarının birinci hadisi durumundaki (men arafe nefsehu fekat arefe rabbe ) yani kim nefsini bildi rabbini de bilir” sözü de hadis olmadığı Hz. Ali’nin veya Bayazidi Bistaminin sözü olduğu ilgili eserlerde vardır. Zaten manasında da tam anlaşılmayan durum var nefsini bilmek ne demek nefsini bilen tasavvuf ehli bilmeyenlere göre farkları nedir? Nefsini bildiklerini iddia eden mutasavvıfa nefsi öldürmeyi öğütlerken yüce Allah Kuran-ı Kerim’in de nefsi korumayı emretmekte “kendi elinizle kendinizi tehlikeye bırakmayın” buyurmaktadır. Yine tarikat erbabının kitaplarının başına koydukları cihadı Ekber hadisi yani nefisle cihadın en büyük cihad olduğunu anlatan ve hadis diye anlatılan sözde, hadis değildir, uydurmadır. Hadis âlimi Aliyy ül karinin Esrarul Merzuka’sından kayıtlıdır. İşin aslı nefisle değil nefsin heva ve hevesiyle mücadele etmektedir.
Son olarak peygamber efendimizi yüceltmek maksadıyla uydurulan bir söz vardır ki sanki peygamber efendimizin onların mehdine ihtiyaç varmış gibi her ortamda söylenir.(levlake levlake lema halektül eflak) yani sen olmasaydın sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım sözüdür. Hadislerin böyle kafiyeli özelliği yoktur. Bu hadis diye uydurulan sözlerin manaları doğru olabilir, fakat o sözün peygamberimizin sözü olması gerekmez. Bu konuyu bundan sonraki yazımızda devam edeceğiz İnşallah…