Türk ve dünya tarihinde öğretmenlik el üstünde tutulmuş, yol gösterici mesleklerden biri olarak görülmüştür. İslam diniyle birlikte ilk öğretmen olarak Peygamber efendimiz sayılmıştır. Eğitim ve öğretimin önemini çok iyi bilen Hz. Peygamber (s.a.s.), bunu gerçekleştirirken farklı yöntemler uygulamış, eğitim olgusunu değiştiren ve dönüştüren Efendimiz, İslam’la şereflenen cahiliye toplumunu karıncayı bile incitmekten kaçınan yüksek fazilete ulaştırmayı başarmıştır. Peygamberimiz sonrası İslam dünyasında öğreticiye-muallime gösterilen saygının çarpıcı örneklerinin olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir. Fatih, hocası ile camide bile karşılaşsa ayağa kalkmıştır. Mısır’ın fethinden dönen Yavuz Selim, yolda ulemanın atının ayağından sıçrayan çamuru şeref sayarak kendi tabutuna örtülmesini emretmiştir. Muallimler gemici feneri gibi karanlık, güç durumlarda yol gösterici olmuş, barındığı ülkelerin ve toplumların içinde bulunduğu zorlu koşullardan çıkmasına yaydıkları aydınlık fikirleriyle zemin hazırlamışlardır. Osmanlı terbiyesinden geçerek, Cumhuriyet Türkiye’sine köprü olan, yaşadıkları ve yaptıklarıyla örnek teşkil ederek, hafızalarda ve gönüllerde iz bırakan öğretmenlerimizden biride Mahir İz’dir. Mahir İz, siyasi, sosyal, ekonomik ve ilmî çalkantılarla dolu bir dönemde dahi öğretmenin neler yapabileceğinin somut olarak anlaşılması açısından önemli ve araştırmaya değerdir. Mahir İz, 28 Ocak 1895’te İstanbul’da doğdu. Babası Külâhîzâdeler diye anılan bir ilmiye ailesinden, Medine ve Ankara kadılıklarında bulunmuş Seyyid İsmâil Abdülhalim Efendi, annesi de kadı ve şeyhülislamlar yetiştirmiş bir aileden gelen Râife Hanım’dır. Dokuz kardeşi olmuş, üçü küçük yaşta vefat etmiştir. Ünlü edebiyat profesörlerimizden Fahir İz ülkemizce tanınan kardeşlerindendir. Mahir İz, eğitimine babasının kadılıkla görevli bulunduğu Midilli’de başladı. Balıkesir İdadisi’nin ilk kısmında okudu. Burada, kendisine hocalık yapmak üzere babası tarafından İstanbul’dan getirilen Saraybosnalı müderris Mahmud Necî Efendi’den özel dersler aldı; bu hocasından ileriki yıllarda da çeşitli derslere katıldı. Babasının tayin edildiği İstanbul, Isparta ve Medine’de rüştiyeye devam etti. Burada Arapçasını ilerletti. Memlekete döndükten sonra iki yıl Vefa İdadisi’nde öğrenim gördü. Babasının kadı olarak gittiği Ankara’da sultaniden mezun oldu (1916). Aynı okulun ilk kısmında Türkçe öğretmenliğiyle 59 yıl sürecek olan öğretmenlik hayatına başladı. Millî Mücadele’ye katılmak için Ankara’ya gelen Mehmet Akif ile tanıştı. Farsça, Fransızca, edebiyat anlamında büyük mütefekkir olan Akif’ten istifade ederek donanımını artırma imkânı yakaladı. "Tûf-i Şegaf" başlıklı ilk şiiriyle daha birkaç şiirini Maksud Kâmran takma adıyla bu yıllarda Sa'y mecmuasında yayımladı. Bir yandan hocalık yaparken bir yandan da Büyük Millet Meclisi'nde zabıt kâtibi, zabıt mümeyyizi ve ikinci grup şefi sıfatıyla dört yıl görev yaptı. Bu sırada, Büyük Millet Meclisi hükûmetinin Şer'iyye ve Evkaf Vekâleti'ne bağlı Te'lîfat ve Tedkīkāt-ı İslâmiyye Encümeni üyeliğiyle Ankara'ya gelen Ömer Ferit (Kam) ile tanışarak ondan faydalandı. Ankara'nın hükümet merkezi olacağının anlaşılması üzerine meclisteki görevinden ayrıldı ve Sultanselim'deki İmam-Hatip Mektebi'nin tarih hocalığına tayin edildi (16 Aralık 1924). Üniversite tahsilini tamamlamak üzere önce Eczacı Mektebi'ne, arkasından Kimya ve Hukuk fakültelerine yazılıp bir süre devam ettiyse de Sonrasında Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldu. Kadıköy Orta Mektebi, Fransız Saint Jean D'Arc Okulu, Halıcıoğlu ve Kuleli Askerî liseleri, Üsküdar Paşakapı ve Davutpaşa orta mekteplerindeki hocalığını sürdürürken edebiyat fakültesinin derslerini bitirdi. Fakat tezini tamamlayamadan Edremit Orta Mektebi müdürlüğüne tayin edildi (12 Eylül 1933). 1936'da Beykoz Orta Mektebi Türkçe öğretmenliğiyle İstanbul'a dönünce tezini tamamlayıp 1938 yılında fakülteden mezun oldu ve Nişantaşı Erkek Orta Mektebi müdürlüğüne getirildi. Mahir İz'in öğretmenlik hayatının son devrelerinden biri, Haydarpaşa Lisesi'ndeki edebiyat öğretmenliğiyle İstanbul İmam-Hatip Mektebi müdürlüğü (1958-1959) oldu. Çamlıca Kız Lisesi edebiyat öğretmeni iken emekliye ayrılan Mahir İz (Ocak 1960), İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'nde İslami edebiyat tarihi hocalığı ile yeniden mesleğine döndü. Burada tasavvuf tarihi, hitabet ve irşat derslerini de okuttu (1960-1970). Şiirlerinde Maksud Kâmran, içtimaî ve edebî yazılarında Namık Yaz, ilmî yazılarında Abdullah Söğüt takma adını kullanan Mahir İz, özellikle 1960 sonrasında çıkan Diyanet Gazetesi, Sebilürreşâd, İslâm Düşüncesi, Tohum, Oku, Hilal, Yeni İstiklal, Bugün, Yeni Asya gibi gazete ve dergilerde kendi adıyla yazılar kaleme almıştır. Soyadı gibi tesirli eğitim metot ve söylevleriyle zamanına iz bırakmaya gayret göstermiş, mesleğinde mahir bir muallim olmanın gerektiğini ruhunda hissetmiştir. Bir gün öğrencileri kendisine, “Hocam, neredeyse ailenizden daha çok bizimle vakit geçiriyorsunuz, neden böyle yapıyorsunuz?” diye sorduklarında “Sizler benim talebemsiniz evladım! Bir hoca için talebe, evlattan daha evlâdır! En hayırlı vâris, talebedir! Evlat, idealini suistimal edebilir; ama talebe etmez! Senin amel-i salihini evlattan ziyade talebe devam ettirir. Allah muhafaza buyursun, evlat hayırsız çıkabilir; ama talebenin hayırsız çıkma ihtimali daha azdır diyerek, öğrencilerine ve mesleğine olan bakış açısını dile getirmiştir. “Dünyaya tekrar gelsem yine öğretmen olurdum” cümlesiyle, öğretmeye sarf ettiği aşkını taçlandırmıştır. Yüksek İslam Enstitüsü’nde Görev yaptığı yıllarda 12 Mart 1971 Muhtırası gerçekleşmiş ve bu muhtıra öncesi emekli olan; fakat yine de fakültelerde derslere giren hocalara tebligat yapılarak, derslerini ücretsiz devam ettireceklerse derslere girmeleri, aksi takdirde evlerine dönmeleri gerektiği bildirilmiştir. Bu karar enstitü idarecileri tarafından Mahir Hoca’ya ulaştırılınca hoca, dönemin yarısında olduklarını, müfredatı tamamlamaları gerektiğini, bu yüzden derslerini yarıda bırakamayacağını beyan ederek yaz tatiline kadar göreve devam edeceğini söylemiştir. Yetmiş altı yaşında olup okuluna gitmek için üç vasıta değiştiren Mahir İz Hoca, üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirmekten geri durmamıştır. Eli, evi ve gönlü talebelerine sürekli açık bir insan olarak bilinmiştir. Öğrencilerinden ve dostlarından Mustafa Uzun Mahir İz hocayla ilgili başından geçen bir anekdotu şu şekilde beyan eder.

Memuriyete ilk başladığımda Mahir İz Hoca’m:

“İlk maaşını aldığında harcamadan bana gel.” demişti. Hocamın teberrük ve yeme içme konularındaki hassasiyetini, zevkini bildiğim için maaşımdan bir kısmıyla kendisi ve yakın arkadaşlarımla bir şeyler yemek ve onun tabiriyle “ârifâne” bir ziyafet tertip etmek manasına gelecek bir şeyler yapacağımızı düşündüm yahut böyle bir şey anladım. Ancak hoca sıkıca tenbih etti:

“Sakın maaşından harcamadan, bir şey almadan gel!”

Vazifeye başladım, iki ay sonra maaşımı aldım. Üç yüz liraya yakın bir para. Götürdüm hocama arz ettim:

“Hepsi bu mu? Say bakalım.”dedi. Üç yüz liraya yakın bir şey çıktı. Hocam gülerek,

“Memuriyete yeni başlayan bir adama bu kadar maaş vermezler. Hem sen ne kadar oldu başlayalı? Bu iki aylık maaşın olmasın?” Düşündüm, başlayalı iki aydan fazla olmuştu.

Hakikaten öyle olduğu anlaşılınca,

“Bunu ikiye böl.” dedi. Böldük ikiye.

“İşte senin maaşın bu!” dedi. Ben atıldım:

“Tamam hocam, mühim değil, maaşımız ne olursa olsun!.. Ne yapalım? Kanlıca’ya mı gidelim, Emirgân’a mı gidelim?” diye sordum.

Ama hoca,

“Bu senin maaşın. Sen bunu on iki ay alacaksın. Benim sana tavsiyem, her maaşını aldığında harcamadan bunun yüzde iki buçuğunu infak et.” dedi.

“Peki hocam…” dedim. Dedim ama hoca, meseleyi tam manasıyla kavrayamamış olduğumu fark etmiş olacak ki, üstüne basa basa “”Bu senin zekâtın.” diye tekrar etti.

Ama bu sefer de ben şaşırdım. Ayrıca ilahiyat okuduğumdan, zekâtın hangi şartlarda verileceği gibi bazı hususları da biliyoruz tabii… Çekine çekine,

“Hocam,” dedim. “zekât vermek için nisab var! Havl-i hevelân var! Bu şartlar tekemmül etmeden bir memurun aylığından zekât vermesi nasıl olur? Benim bildiğim zekât, birikmiş para nisab miktarına ulaşır, üzerinden bir sene geçerse onun kırkta birini hesap eder verirsin.”

Dedi ki:

“Evladım, o senin dediğin, kitaplarda yazılı olan…”

Hocam, teoriyle pratiği, hayatı bilen, kitabı bilen, ikisini de bilen bir insandı… Devam etti:

“Eğer kitaplarda yazılı olduğu gibi davranırsan, sen memur olarak ömrün boyunca zekât veremezsin… Hiçbir şey veremezsin… Çünkü zaten aldığın maaşla çoğu zaman ay sonunu getiremeyeceksin ki!”

Kendimi alamadan atıldım:

“Hocam, madem ay sonunu getiremeyeceğiz, şimdiden niye bu bana bile yetmeyecek paranın yüzde iki buçuğunu verip birkaç gün daha erken aç kalalım?”

“Oğlum, memlekette o kadar çok fakir fukara var ki, bunlar havl-i havelânı beklerlerse açlıktan ölürler! Ayrıca böyle yaparsan vermeye de alışırsın… Veren el alan elden hayırlıdır!” dedi ve ilave etti: “Ayrıca bu kadar parayı vermek sana hiçbir zaman zor gelmez, hem de seni fazla sıkıntıya sokmaz.”

Uzatmayalım, ben hesap ederken hocam, o gür ve güzel sesi, kendine mahsus vurgulamasıyla, “Sen bu parayı hemen mahallendeki fakirlerden birine ver! Her ay başında bunu muhakkak yerine getirmeye gayret et!” diye eklemişti.

Bir öğretmen olarak, Mahir İz hocamızın bu hatıratını okuyunca kendime ders çıkarmaya çalıştım. Bende bu kuralı uygulamaya nasıl gayret ederim sorusunu kendime yönelttim. Mahir İz hocaya sorulan bir soru ise insanın bakış ve görüşü üzerine düşünmemi sağladı.

Mahir Hoca'nın hafızası kuvvetli imiş, bir gün kendisine sorulmuş? “Kuvvetli hafızanızın formülü nedir?” Cevap vermiş: "Evladım, biz Osmanlı mektebindeydik, bize ilk gün yolda yürüme kaidesini öğrettiler. Gereksiz şeylerle gözünü meşgul etmeyeceksin” diye buyurdular. Pabuçlarının ucuna bakarak yürüyen ve adımlarını, gözlerini, gönüllerini güzel kılan insanların hafızası da elbette güzel olur. Keza Mahir İz Hoca talebelerinin hafızasının zaaflığını "nazar bertaraf" olarak tarif eder gözün malayani işlerle meşgul olmamasını öğütler.

Bir veciz sözünde ise; “Sadece eliyle çalışan, ameledir. Eli ve kafası ile çalışan, ustadır. Eli, kafası ve kalbi ile çalışan, sanatkârdır.” diyerek çalışmanın nasıl olduğunu gelecek nesillere aktarmıştır.  

Vefatının 47. yılında değerini, kıymetini, bir kere daha idrak ediyoruz. Hocamızı rahmetle ve minnetle, Fatihalarla hatırlıyoruz.

Kaynakça:

  1. EĞİTİMDE BİR İZ:

MAHİR İZ

https://lider.org.tr/yazokulu/

  1. Şık, A. (2014). Mahir İz Hayatı Eserleri Ve Tasavvufi Görüşleri. Bartın Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, 1 (1) , 75-105. Retrieved from
  2. Bala, M. (2017, Mart). İz Bırakan Mahir İz. Erişim adresi: https://www.altinoluk.com/yeni/iz-birakan-mahir-iz/ . (Erişim tarihi 02/
  3. Bıyıklı, M. (2015). Âlim Ve Muallim Mahir İz. İstanbul Eğitim ve Kültür Dergisi, (8), 32- 34.