Bir zamanlar bir insan vardı. Her ortamda doğruyu söyler, doğruyu savunurdu. Kendini ilim adamı sananlara ilim öğretirdi. İslam dinine girmiş olan hurafe ve bidatlere tek başına savaş açmıştı. Tek başına savaş veren bir Mücahit idi. Kendisine Yüce Mevla’dan rahmet ve mağfiret dileyerek seneler önce yapmış olduğu bir konuşmayı yazıya çeviriyorum. Kutlu Doğum haftası” münasebetiyle Peygamber Efendimizi uçurup kaçıranlara ders olur İnşallah.

       Ercümend ÖZKAN konuşuyor:  “ Deki bende sizin gibi bir beşerim. Ne var ki, bana vahye dilmektedir.” Yani şunlar vahiy, o vahiyleri de ben size öğretiyorum, sizde öğreniyorsunuz. Ben ona uyuyorum, sizde uyarsanız kurtulursunuz. İşte bitti hepsi bu kadar. Allah’ın elçisiyim diye Razzakı âlem miyim? Rızık mı dağıtıyorum, rızık dağıtıcı biri olsam kendi karnı mı doyururum. Haftada iki gün doyasıya yemek yiyemedi. O kadar aç, açlık çekiyor. Bir o mu? Toplumun başı aç olunca gerisini sen düşün.

      Peygamber gaibi de bilmiyordu. İşte kırk tane arkadaşını teslim etmiş, alçaklar ilk konaklama yerinde otuz seki, otuz dokuzunu öldürmüşlerdi. Yani Peygamber dört konak ötede olup biteceği biliyordu da arkadaşlarını gönderdi diyen varsa, o zaman eliyle yetiştirdiği insanları ölüme gönderdi demektir.

       Mesela bir başka ayette, “Haramdan, heladan sana sorarlar. De ki, kitapta haram edilenlerin dışında haram bilmiyorum.” Açık-açık Allah Resulünün ağzından böyle söyletiyor, ama ona rağmen karşımıza hadis, yani Peygamber söyledi diye yalan çıkarılıyor. Uzundur, mealen söyleyeyim: “Öyle bir zaman gelecek ki, işi tıkırında keyfi yerinde bazı insanlar minderlerinde oturacak, yastıklarına yaslanıp gerine- gerine diyecekler ki: “Sünnette, hadiste ne oluyormuş, bize Allah’ın kitabı yeter. Siz böyle diyenlere bakmayın, bilin ki Allah’ın haram koyduğu gibi bende haram koyarım, bilin ki Allah’ın farz kıldığı gibi bende farz kılarım.”

       Adeta, Peygamberi Allah ile açık artırmaya sokuyorlar. Allah’ın Resulü, o Kur’an-ı ahlak edinen insan hiç böyle laflar söyler mi? Allah’tan korkmazlar bu sözler Peygambere yakışır mı? Yalanınızı onun ağzıyla söyletiyorsunuz. Tabi, kendileri söylese kimse metelik vermeyecek, ama “Kale Resulüllah” deyince hemen millet selama duruyor, yalanı uydur-uydur, Peygamberin ağzından söyle.

      Hâlbuki Yüce Allah; Hud suresi 18 de şöyle buyurur: “ Kim Allaha karşı yalan uydurandan daha zalimdir? İşte bunlar, Rablerine arz edilecekler ve şahitlerde, “Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır” diyeceklerdir. Biliniz ki Allah’ın laneti zalimler üzerinedir.”

      “De ki, ben türedi bir Peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 9)

      “De ki: “Ben sizi ancak vahyile uyarıyorum. Ama sağırlar uyarıldıkları vakit çağrıyı işitmezler.” (Enbiya 45)

     Kutlu doğum olurda “Mahşerde Nebiler bile senden medet ister” şiirini anmadan geçmek olmaz. Bir tanesi de duramamış fesbuk ta bu şiiri yorumlamış: “Eğer Nebiler, bizim Peygamberimizden medet ummuşsa” Hepsi dinden çıkar, müşrik olur. Ve tüm yaptıkları güzel amel boşa gider. Yok eğer bu iftirayı siz Nebilere yaparak onların adına yardımı siz istemiş iseniz, VAYYYYYY!!! Halinize!!!! NEBİLERİN BUNU BİLMEMESİ MÜMKÜN DEĞİL!!!

    İYYAKE NABÜDÜ VE İYYAKE NESTEIN. “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha 5) Çünkü bu ayetin manasını O, Nebiler çok iyi bilirler.

      “Sana ve senden öncekilere: Eğer şirk koşarsan yaptıkların boşa gider ve hüsrana uğrayanlardan olursun, diye vahyolunmuştur.” (Zümer 65)

      Bu ayetler, “Nebiler bile senden medet ister” diye Nebilere iftira edenler içindir.

     “Allah’a karşı yalan uyduran yahut ayetini yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir? Zalimler kesinlikle kurtuluşa eremezler.” (Enem 21)

     Bu konuda birazda Abdülaziz Bayındır Hocayı dinleyelim: “Kapına kul olayım ey Allah’ın Resulü, sana kurban olayım” tarzında ki ifadeler konusunda ne dersiniz? Şimdi maalesef bu kutlu doğum haftaları bazıları için aşırılığın simgesi haline geldi. Mesela Diyanet işleri Başkanlığı, cami kapılarına asmış, “En sevgili” diye. En sevgili kim? En çok Allah’ı sevmemiz lazım. Hz. Muhammed (s.a.)i Allah’ın Resulü olduğu için seviyoruz, itaat ediyoruz.

     Kutlu Doğum” la ilgili hazırlanan geçen hafta ki Hutbe güzeldi. Diyanet görevlilerine teşekkür ederim. Şimdi “Kapına kul olayım.” Birde İlahiler var. Bu ilahiler bir âlem. Bana bazen soruyorlar, diyorlar ki: “Hocam müzik çalmak günah mı? Diyorum ki, “ilahi olmasın da öbürlerini dinleyebilirsiniz.” Gerçekten öyle, maalesef öyle. Orada diyor ki mesela. “Gel şefaat eyle kemter kuluna, Adı güzel kendi güzel Muhammed.” Ne demek “Gel şefaat eyle, kemter kuluna.” Sen kimin kulusun? Muhammed (s.a.s.)in ümmetisin. Gel şefaat eyle ne demek? Gel beni kurtar demek değil mi? Peygamber, kimden kurtaracak? Peygamber, Allah’ın kulunu (Haşa) Allah’tan mı kurtaracak?

     Ondan sonra,” Mahşerde Nebiler bile senden medet ister.” Ne demek, Nebiler medet ister? Medet ne demek, kimden korkuyorlar da medet istiyorlar? Bunlar ne deme, bunlar ne biçim saçmalıklardır? Tamamen şirktir bunlar. Yani Cenabı Hakkın merhameti yok, Allah tanımıyor, bilmiyor, ondan sonra Ya Resulellah gel bizi kurtar. Hâşâ Allah’ın gazabından kurtar demek gibi bir şey. Sonra Allah demiyor mu ki, “İnnellezine galu Rabbünallahü sümmestekamu” “Rabbim Allah deyip te dürüst olanlar.” Tetenezzelü aleyhimül melaiketü. “Melekler onların üzerine iner de iner.” Ella tehafu vela tahzenu. “Korkmayın, üzülmeyin.” Ve ebşiru bilcennetilleti küntüm tuadun. “Size vaat edilen cennette sevinin.”

     Yani şimdi Peygamberler bu guruba girmiyor mu? Muhammed (s.a.s.)in biz Rasüllüğüne inanmak zorundayız. Çünkü Rasüllüğü son derece önemlidir. Bu Kur’anı, Allah’tan bize getirip tebliğ etmiştir. Bizim için zaten esas olan budur. Allah’ın Elçisi, yani bir insan Türkiye’nin İtalyan veya Paris Elçisi olduğu zaman ne kadar önemli sayılıyor. Türkiye’ye bir büyük Elçi gelse, bizim dersimize girse, anlatmaz mısınız, gittiğiniz yerde. Bu Türkiye’nin büyük Elçisi. Bundan dolayı şeref duyarsınız. Eee! Allah’ın Elçisi, bundan daha büyük şeref olur mu? Bu yetmiyor mu ki daha başka şeyler arıyoruz, Peygamberi yüceltmek için.  Ama birileri bırakıyor bu şerefli elçiliğini, kişiliğine yöneliyoruz.

Kutlu doğum mu, kutlu yaşam mı?

         Bu konuda son konuşmayı Nureddin Yıldız Hocaya bırakalım: Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde Sahabeyi kiram tam yüz yiğirmi bin kişiydi. Bir tanesinin bir kutlu doğum haftası yaptığı, Peygamber için Yasin okuduğu veya bir Hatim okuyup Peygamberin ruhuna bağışladığı görülmemiştir, duyulmamıştır. Ama Peygamber için can, mal, çocuk, şehir, Vatan feda edecek dendiğinde birbirileriyle dövüşmüşlerdir. Laf yapmadılar hiç! Onlar Kur’an-ı Peygamberin ruhu için okumadılar.  Açıkgözlülük yapmadılar. Kur’an onun kalbine indi zaten, bende senin için okudum Ya Resulellah demediler. Geldiler, “bu Kur’an-ı insanlara uygulamak üzere beni kullan Ya Resulellah” dediler. “Gönder beni nereye istersen Ya Resulellah” dediler. İşim var, çocuğum var, ailem var, şuyum-buyum var demediler. Hatta bir kılı için canlarını feda ettikleri Peygamber vefat edince, cenazeyi olduğu yerde bırakıp başka bir mahalde toplanarak Müslümanların hali ne olacak deyip kendi aralarından Hz. Ebubekir’i Halife seçtiler. Onların gözünde mevlüt okumak, hatim okumak yoktu. Onların gündeminde Resulüllah’ın mirasını nokta-nokta yaşamak vardı.