Kadınlar birisine beddua ettiklerinde “Bayram başına kara gelsin” derler. Biz kimin bedduasına uğradık bilemiyorum ama biri Bayram olmak üzere, Eylül ayı iki defa başımıza kara geldi. Sene 1978 Ramazan ayı; Oruç tutmaya üç Ağustos’ta başlamışız, dört Eylülde Bayram yapacağız. Anarşi doruk noktaya çıkmış. Türkiye de vilayetler, Kazalar, köyler, caddeler ve sokaklar bölünmüş, kurtarılmış bölgeler oluşmuş. Her cadde ve sokağa hâkim olan örgüt, sahip olduğu semtin duvarlarını Çin gazeteleri gibi süslemiş, örgütünün Propagandası adına ne lazımsa onu yapıyordu. Sol kendi içinde birçok Fraksiyona ayrılmış, Bir sokağa hâkim olan Fraksiyon sabaha isim değiştiriyor, başka bir örgütün eline geçiyordu.

         Başımızda Ecevit hükümeti var. İki yüz on üç milletvekili ile hükümeti kuramadığı için, Adalet Partisinden kumar borcu olmayan on bir milletvekilini aparıp onlarla hükümet kurmuştu. O günlerde Kürt ayrımcılığı henüz başlamamış ama Türkiye sol, sağ olarak bölünmeye çalışılıyor. Derin güçler daha çok Alevi vatandaşlar üzerinden tezgâh kuruyor, oralardan kışkırtmalar yapıyorlardı. Derin güçler; Özbeöz Türk olan, aralarındaki dini ihtilaf, Türk milleti henüz Müslüman olmadan Yehudi İbn Sebe’lerin, İslam’ın içine soktukları fitne ve fesatla sun’i olarak gelişen Alevilik, Sünnilik ayırımını körükleyerek bu iki kardeş gurup arasında ki uçurumu daha fazlalaştırarak bir araya gelmelerine mani olmak istiyorlardı.

          Nüfus olarak Sünnilere oranla daha az olan Alevilerin gençleri sol zihniyete daha fazla rağbet ediyorlardı. Derin güçler bu durumu çok iyi kullanıyor, bu iki zümreyi birbiri aleyhine ellerinden geldiği kadar kışkırtıyorlardı. İstiyorlardı ki: Sünniler, azınlık gibi gösterilen Alevilere saldırsın, bu sayede Aleviler mağdur, mazlum ve hakları gasp edilmiş konuma düşsünler. Böylece de daha fazla demokratik haklara sahip olsunlar, diğer taraftan Sünniler ise gaddar, zalim, başkasının hakkını gasp edici ve insanları diri-diri yakıcı olarak gösterilmiş olsun istiyorlardı.

           Derin güçlerin niyetlerini anlamak için bu tür olayların hangi tarihlerde ve kimler hükümette iken yaşanmış olduğuna bakmak lazım.        Birinci Sivas olayları 3-4 Eylül 1978 tarihinde olmuştur. C.H.P iktidardadır. Bu tarihten birkaç ay sonra Kahraman Maraş olayları olmuştur, yine aynı hükümet iş başındadır. Aynı tarihlere yakın Çorum olayları yaşanmış ne hikmetse yine aynı hükümet iktidardadır. Hatta seneler sonra olan ikinci Sivas olayları yine aynı Partinin iktidarında yaşanmıştır. Başbağlar, olayı da zaten Sivas olayından üç gün sonra ve aynı iktidar dönemidir.

        Okuyucularım “Eee.. Ne olmuş bu olaylar C.H.P iktidarında olmuşsa” diyebilir. Her kes bilir ki, Alevi vatandaşlar oylarını yüzde doksan C.H.P ye verirler. Emniyet ve Adalet güçleri elinde olan sol iktidar kendisine devamlı oy veren bir topluluğu koruması icap etmez mi? Tabi ki korunmaları lazım. Ama hep sol iktidar döneminde Alevi vatandaşlar mağduriyete uğramış, katledilmiş ve yakılmış. Peki, bu durum sizce normal mi? Tabii ki, normal değil. İşte o zaman yukarıda ki iddialar haklılık kazanıyor.

         Aslında dört Eylül Sivas ve Türkiye açısından gururla yâd edeceğimiz bir tarihtir. Çünkü o tarihte Atatürk’ün başkanlığında toplanan Kongrede, toprağının yarısından fazlası işgâl altında olan yurdumuzun kurtuluşu için kararlar alınmış ve Cumhuriyetin temelleri o tarihlerde Sivas’ta atılmıştır. İşte o kutlu ve mutlu tarihi ters yüz etmek isteyen derin güçler 3. Eylül. 1978 tarihin de, hem de bir Arefe gününde düğmeye basmışlar ve Alevi vatandaşlarımızla, Sünni vatandaşları karşı karşıya getirmişlerdi. Alibaba Kolej mevkiinde bir Sünni vatandaşın çocuğunu dövülmesi ile başlayan olaylar fısıltı gazetesi ile çok hızlı şekilde başka mahallelere ulaştırılmış akşama kadar devam eden olaylarda on bir vatandaş ölmüş ve yüzden fazla insan yaralanmıştır. Ölenlerin dokuz tanesi Sünni vatandaşlardan, iki tanesi de Alevi vatandaşlardandır. Bu iki kişiden birisi elinde silahla ateş ederken yakalanmış ve sekiz, on tane Sünni vatandaş tarafından linç edilmiştir. Yaralıların yüzde doksanı silahla yaralanmıştır ve tamamı Sünni vatandaşlardandır.

           Bende silahla vurulanlardan biri olduğum için Bayram günü zamanın içişleri Bakanı İrfan Özaydınlı Numune Hastanesine yanımıza geldi, olayların nasıl olduğunu anlattık, fakat bizden dinlediklerini değil de Kolej de bir koca karının anlattıklarını haber olarak yayınladılar.

          Sonra Sıkıyönetim idaresi getirildi. Askeri mahkemelerde yargılanmaya başlandık. O kadar taraflı hareket edildi ki, askeri Savcı “Sünniler için Alibaba mahallesine Darağacı kuracağım” diye bağırıyordu. İki sene sonra 12, Eylül ihtilalı ile olaylar tam ters yüz edildi; Ölenlerin ve yaralananların yüzde doksanı Sünni olmasına rağmen, suçlananların da yüzde doksanı Sünnilerden oluşturuldu. Netice olarak birinci Sivas olaylarından sağcı, solcu üç yüz kişi yargılandı. Yargılananların on tanesi solcu, iki yüz doksan tanesi sağcı idi. Solculardan beş kişi ceza aldı, onlardan üçü yurt dışına kaçarak ceza evine girmekten kurtuldu. Halende yurt dışında olsalar gerek. Sağcılardan on dört tanesi idamlık olmak üzere çok yüksek cezalarla yargılandılar ve sekiz tanesi müebbet olmak üzere yüz elli insan ceza aldı. Birçoğu Yargıtay da berat etmesine rağmen na hak yere yıllarını ceza evinde geçirdiler. Çektiğimiz çileler yanımıza kar kaldı ve Eylül ayımızı, hatta Bayramımızı başımıza böyle kara getirdiler.