Sivas olayları oldu, aradan dokuz ay geçti. Ben Demiryollarındaki işime yeniden devam etmeye başladım. Erzincan’da ki mahkemeye gidip geldikten sonra etrafımdaki çemberin daraldığını söylemiştim.

Bir gün öğleden sonra eve çıkıyorum, annemin bizim yörenin kömbesini yaptığını görüyorum. On altı numaralı polis ekibi seni sordu, Karakola uğrayacakmışsın dediler. Bende hemen gidip bakayım derken annem, “oğlum biraz kömbe ye de öyle git” diye sesleniyordu arkamdan. Bende gelince yerim diye cevap verdim. Bu şekilde evden ayrılırken evime bir sene sonra gelmem kısmet olacakmış nereden bilebilirdim.

Alibaba karakolunda kısa bir misafirlikten sonra beni alıp çarşıdaki Jandarma Komutanlığının alt katındaki bir odaya koydular. Bu arada bana devamlı mahalleden arkadaşım olan zabıta Teyfiği ve Alahacılı Mustafa Çalış’ı soruyorlar. Belli ki, onları da olaylara sanık yapacaklar. Bende tanımadığımı söylüyorum, onlarda takibata uğramaktan kurtuluyorlar. Ama bu iki arkadaşımın hala bu durumdan haberleri yoktur.

Burada kendisinin Almus’lu olduğunu söyleyen sivil bir memur adımı soruyor bende Bekir Çöl olduğumu söylüyorum. Yok-yok diyor o sivil memur, o çok büyük suçlar işlemiş” diye beni korkutuyor.

Aradan fazla zaman geçmeden İnönü mahallesinden benim gibi kitaplık başkanı olan aynı zamanda asker arkadaşım berber Hüseyin geliyor. Sonra ikimizi de alıp Temel tepe de ki dört katlı askeri binanın bodrum katındaki askeri koğuşa ikimizi bırakıyorlar.

Böylece ilk gözaltına alınmanın ve tutuklanmanın ne demek olduğunu öğrenmiş oluyoruz. Hücremiz, altı veya yedi metrekare büyüklüğünde bir odacık. İçinde büyük bir masa ve iki tane tabure oturak var. Sabah altıdan akşam yirmiye kadar bu hücrede oturuyoruz. Geceyi ise içinde yirmi tane yatak olan bir asker koğuşunda geçiriyoruz. Gündüzler sadece tuvalet ve abdest ihtiyacımızı gidermek için iki askerin nezaretinde hücreden çıkarılıyoruz.

Burada bir şey daha öğreniyorum ki, insanın karnı acıktığı gibi beyni de acıkıyormuş. Yapacak hiçbir şey olmadığı gibi okuyacak hiçbir şeyin olmaması da çok kötü. Abdest almaya giderken askerlerin çöp tenekelerine bakıyorum ki, atılmış bir gazete parçası falan varsa alıp okuyayım diye. Bir de gözaltına alınırken yakasında üç tane yıldız olan lacivert demir yol elbisesi ile tutuklanmıştım. Lavaboya gidip gelirken yanım da iki asker olmasına rağmen beni gören acemi askerler yakamdaki yıldızlara hürmeten hemen esas duruşa geçiyorlar.

Vanlı Mehmet: Temel tepe de kaldığım kısa süre içinde Vanlı Mehmet isminde bir gençle tanıştım. Beni çok sevdi ve çok bağlandı. Hocam senin için ölürüm, istersen seni buradan kaçırırım, senin için askerliğimi bile yakarım’ diyor. Ben teşekkür ederek böyle bir duruma gerek yok. Kısa süre içinde çıkarım inşallah diyorum. Mehmet bir gün çarşı izni almış, Dikili taş da yakınlarımı bulmuş, yiyecek ve içecek aldırmış daha da önemlisi her gazeteden bir tane almış getirdi gizliden bize verdi. Biz de Temel tepe de kaldığımız sürede okuyacak şeyleri bulmuş olduk.

Bu arada gözaltına alınmamızın beşinci gününde bizi askeri mahkemeye götürdüler. Yol atölyesinin karşısında ki iki katlı bahçeli binayı askeri mahkemeye çevirmişler. Oraya vardık ki, bizim mahalleden otuz kırk kişi mahkemeye getirilmiş ve hepsini de Sivas olayları sanığı yapmışlar. Sivas olaylarının olduğu günlerde askerde olan amcamın oğlu rahmetli Hüseyin Çöl’ü yine olay günü Alibaba’dan Yeni Mahalleye kayın validesine Bayram ekmeği almaya giden kardeşim Ali’yi de getirmişler ve ifadesi alınacakların içine dâhil etmişler. İkisi de beni ziyarete geldiklerinde dolayı sanıklar içine alındılar. Amcam oğlu Hüseyin o tarihte asker olduğunu ispat ettiği için mahkeme olmaktan kurtuldu ama kardeşim Ali o kadar şanslı değildi. Beni ziyarete gelmesi ona pahalıya mal oldu. Burada yargılananlar sonra tutuklandılar ve devam eden mahkemelerden altı sene ceza aldı ve benimle beraber üç buçuk sene yattıktan sonra kurtulabildi.

İlk mahkeme ve tutukluluk: Mahalleden getirilen yaklaşık 35 kişi teker-teker ifadelerini verdiler ve onlar tutuklanmadan bırakıldılar. Nihayet sıra bana geldi. Bulgaristan sınırından dışarı kaçmaya çalışırken vurularak öldürülen eski komünist Hikmet Kıvılcımlı’nın yeğeni olduğu söylenilen Refik Kıvılcımlı isimli savcının yanına giriyorum. Savcının yanında kendinden başka iki sivil kişi daha var. Savcı beni işaret ederek yanındaki kişilere, “İşte bu bizim meşhur Bekir Çöl diye tanıtıyor. Ben ne zaman meşhur oldum acaba diye düşünürken sonradan anlıyorum ki, Savcı Bey, o gün bize tam bir tezgâh kurmuş, benden önce ifadelerini aldığı otuz beş kişiyi benim askerlerim yapmış ve beni de lider konumuna yükselterek Sivas olaylarının baş sorulusu kılmıştır. Yanında oturanlar da polis memurlarıymış, onlarda beni olayda gördüklerine yalancı şahitlik yapmaları için getirilmişlermiş.

Savcı bana çok nazik davranıyor, karşısına oturtup, “Bekir Efendi senin hakkında bazı Alevi vatandaşların evini taşladı diye şikâyet var ama ben inanmıyorum. Siz öyle bir şey yapacak gence benzemiyorsun, bu konuda ne dersin” diye soruyor. Bende öyle bir şey olmadığını, bilakis olay çıkmaması için gayret gösterdiğimi söylüyorum.

Savcı Bey, benim verdiğim ifadeyi bir A dört kâğıdının üst tarafına iki sıra olarak yazıyor. En alt tarafa da ismimi açarak imzamı alıyor. Sonra cezaevin de mahkemeye çıktığım da öğreniyorum ki, Savcı Efendi ifadem ile ismim ve imzam arasındaki boşluğa birçok suç yazarak beni idama gönderecek kadar suçlayacak deliller elde etmeye çalışmış. Böylece yeniden tutuklanarak berber Hüseyin ile beraber yeniden Temel tepeye yatmaya gönderiliyoruz.