311—“Zahitlik ile takva, her gece insanoğlunun kalbini gezip kontrol eder. Eğer içinde iman ve hayâ bulunan bir kalbe tesadüf ederlerse, orada ikamet ederler. Aksi takdirde göç edip giderler.”
Zühd’, sözlük anlamı olarak, “Bir şeye ilgi duymamak, az bir şeye razı olmak” demektir. Kavram olarak ise, ‘dünyaya, maddi şeylere ve çıkarlara rağbet etmemek, çıkarcı, ihtiraslı ve bencil olmamak, kanaatkâr olmak’ anlamlarında kullanılır.
Kısaca ‘zühd’, nefsin arzu ve isteklerini denetim altına almak, manevi değerleri maddi değerlerden üstün tutmak, başkasını kendisine tercih etmek ve imkân olduğu halde nefsi terbiye etmek amacıyla helal olan şeylerden bile vaz geçebilmek demektir.
“Zühd” sözcüğü Kur’an’ı kerimde bir ayette çoğul ismi fâil (الزّاهدين zahidin) olarak sözlük anlamıyla geçmektedir. Yusuf/ 20:
20.Ve o’nu düşük bir fiyata; birkaç gümüş paraya sattılar. Onlar, Yusuf’un satılmasında azla yetinenlerden idiler.
Zühd hareketi Peygamberimizin vefatından sonra Sahabe ve Tabiin zamanında ikilik veya siyasi ayrılık çıkması, birbirleri arasında savaşlar olması ve Müslümanların birbirlerini öldürmeleri ile başlamıştır. Bunlar hiç kimsenin tarafında yer almayıp tarafsız olanlardan, yani günümüz deyimi ile etliye, sütlüye karışmayanlardır.
Yüce Allah’ın Hadid suresi ayet 27. Ayette şöyle buyurur: Sonra bunların peşinden ard-arda Resullerimizi gönderdik. Onların arkasından da Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona İncil’i verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. (Kendilerinden) icat ettikleri ruhbanca riyazete (aşırı sofuluğa) gelince, biz onlara bunu emretmedik. Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla onu kendileri uydurdu. Sonra ona da gerektiği gibi uymadılar. (Teslis inancına ve riyakârlığa saptılar.) Biz de içlerinden iman edenlere karşılığını verdik. Fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardı. (Hadid 27)
Bu ayette anlatılan Ruhbanca riyazet, aşırı sofuluk, semavi dinlerde yeri olmayan Hıristiyan din adamlarının icat ettikleri bir anlayış ve yaşayış tarzıdır. Ruhbanlıkta insanlar riyazette çekilerek dünyevi zevkleri terk eder ve kendilerini sadece ibadete verirler. Helalı azaltır, haramı çoğaltırlar. Mubahları, yasaklara çevirirler. Allah’ın emirlerinin yanına başka emirler ilave ederler. Allah’ü Teâlâ’nın kendilerinden istemediği şeyleri yapmaya kalkarlar, böylece Allah’ın rızasını kazanmayı umarlar. Dünyada yaşayan insan, dünyanın şartlarına uymalı, hayatın gereklerini yerine getirmeli ve Allah’ın helal kıldığı nimetlerden istifade ederek kulluğunu ortaya koymalıdır.
İşte İslam da zühd hareketi de Hristiyanlıkta ki gibi kendi kendilerine ibadeti çoğalttılar, Yasakları, haramları çoğalttılar ve helalı mubahı azalttılar. İslam da olmayan tasavvuf anlayışı böylece doğdu gelişti ve başka dinlerden gelenlerin katkılarıyla tasavvufa İslam’dan olmayan birçok bidat ve hurafe girdi.
Yine Allah’ın Resulü buyurdu:
312—“Kim ki, öğrenmeksizin kendisine ilim verilmesini ve hidayet istemeksizin kendisine hidayet etmesini Allah’tan dilerse, o dünya hakkında zahid olsun.”
Allah’ü Zülcelal, insanoğlunu kendine kulluk yapması için dünyaya imtihan için göndermiştir. Kul, dilemezse, hidayete kavuşamaz. Kendisi istemezse, dalaletten kurtulamaz. Her şeyden el etek çekip, kenarda oturmakla hiçbir şey elde edilmez.
Iraki, bu sözün de hadisler içinde bulunmadığını bildirmiştir.
313—“Rasulüllah bir seferden gelip Fatıma’nın evine girdi. Kapısına sarkıtılmış bir perdeyi ve bir de elinde gümüşten yapılmış bir bileziği gördü. Geri döndü sonra da Ebu Rafi Hz. Fatıma’nın evine girdi. Baktı ki Fatıma ağlıyor. Fatıma, ağlayışının sebebini, Resulüllah’ın dönüp içeri girmeyişinden ileri geldiğini söyleyince Ebu Rafi, Resulüllah’tan bu dönüşün sebebini sordu. Resulüllah: “O asılan perde ile iki bilezik için geri geldim” buyurdu. Bunun üzerine Fatıma, o iki bileziği Bilal’in eline verip Resulüllah’a göndererek buyurdu: Bunların ikisini de sadaka verdim. İstediğin yerde harcayabilirsin.” Resulüllah, Bilal’e: “O halde git o bilezikleri sat. Parasını Ashabı suffeye ver” dedi. Bilal, bilezikleri iki buçuk dirheme satıp parayı ashab-ı suffeye verdi. Bu hadiseden sonra Resulüllah Fatıma’nın evine gidip buyurdu ki: “Ey Fatıma: Annem ve babam sana feda olsun. Güzel yaptın, sen bendensin.”
Iraki böyle bir ibare ile bir hadise rastlamadığını bildiriyor.
314—“Cenabı Hak, biricik diriltici ve öldürücü olmakla kendini vasıflandırmıştır. Sonra ölüm ve hayatı iki meleğe havale etmiştir. Haberde geldi ki: Ölümle hayat melekleri cedelleştiler. Ölüm meleği: “Ben dirileri öldürürüm” dedi. Hayat meleği: Be ölüleri diriltirim” dedi. Bunun üzerine Cenab-Hak, ikisine vahiy göndererek buyurdu: İkiniz de işinize devam edin! Benden başka öldüren, dirilten yoktur.”
Bu haber, Kutül kulup sahibi tarafından İsrailiyattan nakledilmiştir. Iraki aslına rastlamadığını kaydediyor. (İthaf cilt 9 427)
Bu sözlerin hadis olmadığı içindeki manaların çelişkisinden de anlaşılmaktadır. Can alan meleğin veya meleklerin olduğunu Kur’an’ı kerimden öğreniyoruz. Ama hayat veren melek dünyada var mı onu bilmiyorum. Kıyamet saatinden sonra, yani öldükten sonra diriltme melekle mi olur veya yerden nebatat gibi biter miyiz, Allah bilir. Diğer taraftan huzuru ilahide meleklerin birbirileriyle cebelleşmeleri de olacak şey değildir.