İslami Türk Edebiyatı döneminin ünlü şair ve yazarlarından olan Edip Ahmet’in hayatı, kişiliği, yaşadığı döneme ve nasıl bir çevrede yetiştiğine ilişkin ayrıntılı bilgiler bulunmasa da, 12. yüzyılda Karahanlılar döneminde yaşadığı, meşhur İslam âlimi İmam-ı Azam’ın yanına giderek iyi bir eğitim aldığı bilinmektedir. Kaynaklarda doğuştan görme engelli olduğu söyleniyor. Ama günümüzde bile ders kitaplarında, okullarda okutulan bir eser bırakmış bir insan.

Edip Ahmet, Türk töreleri ile İslam görüşünü kaynaştıran, didaktik yönü ağır basan bir şairdir. Türkistan’ın başkentinin güneyinde yer alan Yüknek veya mahallî ağızla Yugnag’da doğmuştur. Babasının adına ve doğduğu yere izafeten, Edip Ahmet Bin Mahmut Yugnaki adıyla da anılır. Zamanının en büyük yazarı, en tanınmış âlimi sayıldığı için ona fazıl başı da denilmiştir. Fiziksel olarak dünyayı göremese de, gönül gözüyle, duygu bağıyla içinde yaşadığı toplumun değerlerini algılıyor, engelin, gözde değil, yürekte olduğunu yaşadığı topluma bıraktığı eserlerle anlatıyordu.

Edip Ahmet, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’inden yarım yüzyıl sonra Atebetü’l-Hakayık (Doğrulukların Eşiği/Hakikatler Basamağı) adlı kitabını kaleme almıştır. Eser, Dâd Sipehsalar Mehmed Beğ adlı bir Türk beyine sunulmuştur.

Bu kitap, gazel şeklinde olmak üzere 101 dörtlük ve 40 beyit olmak üzere toplam 484 dizeden oluşmaktadır.

Aruzun "fe'ûlün / fe'ûlün / fe'ûlün / fe'ûl" kalıbıyla yazılmış olan bu manzum eser İslâmi kitap düzeni gereği bir tevhidle başlar. Tevhidi, bir na't ile dört halifenin övgüsünün yapıldığı manzumeden sonra, eserin sunulduğu, Emir Sipehsalar'ın övgüsüne ayrılan ve yazılış sebebinin anlatıldığı bölümler izler. Sözü edilen bu bölümler, gazel, kaside kafiyesiyle kafiyelenmiştir. Atabetü'l-Hakayık'ta daha sonra dörtlüklerle söylenmiş esas metin bölümü yer alır. Bu bölüm bazı başlıklar altında sıralanmıştır. Bu başlıklar altında işlenen konularda bilginin yararı ile cahilliğin zararları, cömertliğin övgüsü, cimriliğin yergisi, dünyanın geçiciliği, alçak gönüllülüğün erdemleri anlatılırken, dindarlığın faziletlerinden, ilmin mutluluğa götüren yol oluşundan, cömertliğin bütün ayıpları, kirleri yıkayan, hatta şeref, şan ve güzellik artırıcı bir huy olduğundan, kibir ve ihtirasın kötülüğünden bahsedilmiştir. Kutatgu Bilig’deki felsefi öğretinin yerini burada dinî doktrin almıştır. İşlenen konulardan da anlaşılacağı gibi, Atabetü’l-Hakayık dini-ahlaki didaktik bir eserdir. Hatta manzum bir vaaz kitabı da denilebilir. İslami Türk edebiyatının, Müslümanlık inançlarını telkin eden ilk eseri olmasının yanı sıra, edebiyatımızın elde bulunan en eski eserlerinden oluşu ile de, Türk dili tarihi, tarih ve edebiyat tarihi açısından da önemli bir eserdir. Asıl metnin dörtlüklerle söylenmiş olması yazarın milli şiir zevkini sürdürdüğünün göstergesidir. Dil bakımından Kutadgu Bilig'e göre Atabetü'l-Hakayık'ta, Arapça, Farsça kelime sayısı daha fazladır. Bu durum eserin dini muhtevası ile ilgilidir. Ancak, eserin halka hitabeden kısmında konu ve düşünce kurgusu daha basittir. Atabetü'l-Hakayık'ın sonuna eklenmiş olan manzum parçalar, kitabın15. yüzyılda bile yazarına saygı duyularak okunup ondan yararlanılan bir eser olduğunu ortaya koymaktadır. Eserin sonunda, Emir Seyfeddin tarafından yazılmış olan dörtlükle Emir-i Kebir Arslan Hoca Tarhan'ın manzumesi, Edip Ahmed'i takdir amacıyla kaleme alınmıştır. Takdim olarak da kabul edebileceğimiz bu manzumelerde Edip Ahmed'in anadan doğma kör olduğu belirtilir ve eseri ile kazandığı saygıdan, gördüğü ilgiden söz edilir.
Hoca Ahmet Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’i, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i gibi Edip Ahmet Yükneki’nin Atebetü’l-Hakayık’ı da insanlara doğruluk, dürüstlük, cömertlik gibi evrensel değerler kazandırmayı ve her şeyden önce akıl ve bilgi temelinde eğitmeyi amaç edinmiştir. Atebetü’l-Hakayık, Kutadgu Bilig’ten daha kısa öğüt verici nahif bir kaynaktır. Edip Ahmet Yükneki, adı geçen kitabını Karahanlı Türkçesiyle yazmıştır.
Atabetü'l-Hakayık, ilk defa Necip Asım Yazıksız tarafından Ayasofya Kütüphanesi'nde bulunarak 1906 yılında bilim âlemine tanıtılmıştır. Necip Asım, hem Uygur hem de Arap harfleriyle yazılmış olan bu nüshayı 1918'de İstanbul'da bastırmış, ardından Ayasofya Kütüphanesi'ndeki bir başka nüshayı daha bulmuştur. Kitabın ayrıca İstanbul Topkapı Sarayı Kütüphanesi'nde Arap harfleriyle yazılmış bir nüshası daha vardır. Necip Asım’dan sonra, Reşid Rahmeti Arat, hem Uygur hem Arap, yalnızca Uygur ve yalnızca Arap harfleriyle yazılmış olan söz konusu üç nüshayı karşılaştırarak, eserin yeni bir nüshasını 1951 yılında edisyon kritikli metin halinde Türk Dil Kurumu yayınları arasında çıkarmıştır.

Edip Ahmet’e ait eserlerin, din kurallarına bağlı ahlaki eğitimi amaç edinen, öğretici bir özelliği vardır. Yükneki’nin, şahsî görüşlerini yansıtan ince duygulu, geniş hayal gücüne sahip bir edebi kişilik taşıdığı söylenemese de, edebiyattaki başarısı küçümsenemez. Türk nazım birimi olan dörtlüklerle kurulan eserlerinin muhtevasını şekillendirirken, geniş ölçüde ayetlerden, hadislerden ve İslam’ın genel esaslarından yararlanmıştır.
Eserin yazarı Edip Ahmet bin Yükneki hakkında belgelere dayalı bilgi edinemiyoruz. Ancak, eski kaynaklar, mesela: Ali Şir Nevaî'nin Nesâimü'l-Mahabbe adlı eseri Edip Ahmet ile ilgili olarak daha çok destani nitelikli bazı bilgiler vermektedir. Bu da yazarın adının 15. yüzyıla kadar unutulmadığını gösteriyor.

Hangi dönemde, hangi zamanda olursa olsun, faydalı bir eser bırakmak, güzel işler ortaya koymak, devlet ve toplum yararına çalışmak, engelli, engelsiz hepimizin üzerine düşen en ulvi bir görevdir. Rabbimiz bizleri görme engelli olarak yaratsa da sağlam bir akıl, mükemmelce çalışan dört duyu organı bahşetmiştir. Bir uzvumuz eksik olarak yaratılsak da mükemmel bir beyinle engel saydığımız, durumları ortadan kaldırmak mümkündür. Yeter ki; tembellik engeline tutulmayalım.