Bundan sonraki bölümde konu ile ilgili hadisleri ve kısaca araştırmacının yaptığı değerlendirmeleri alacağım.

1- Hadis: “Bu ümmetin içinde Halil İbrahim’in kalbi üzerine olan bir kısım insanlar bulunur ki onlara Abdal denir.” Rivayeti sahabe adı kaydetmeden, Hâkim Tirmiz’i eserine almıştır, bu hadis muteber kitaplarda yoktur, ihtiyatla karşılanmıştır.

2- Hadis: “Hz. Peygamber, Muğiyre b. Şube’nin kölesi Hilal hakkında şöyle dedi: “Bu kendileriyle yeryüzünün ayakta tutulduğu yedi kişiden biridir. Hatta bu onların en hayırlısıdır.” Hâkim Tirmiz’i Nevadir’ül usul’de, Süyuti, El Hasais’ül Kübra adlı eserinde zikretmiştir. Rivayet sahih kaynaklarda yoktur. İhtiyatla karşılanmalıdır.

3- Hadis: Huzeyfe b. El Yemani’den, “Abdallar Şam’dadır ve İbrahim’in yolu üzerinde otuz kişidirler. İçlerinden biri vefat edince, Allah onun yerine bir başkasını geçirir. Onların son yirmisi İsa b. Meryem’in yolu üzerindedir. Ayrıca onların yirmisine Davud’un Mizmarları verilmiştir.” Hâkim Tirmiz’i ve Süyuti’nin kitaplarına aldıkları bu hadis de muteber eserlerde yer almamıştır, ihtiyatla yaklaşmak gerekir denilmiştir.

Rical’ül Gayp ve Abdal ile ilgili bu araştırmada otuz bir tane hadis zikredilmiş ve her hadisten sonra yapılan değerlendirmede “Zayıf olduğu, muteber hadis kitaplarında yer almadıkları ve ihtiyatla karşılanmalıdır not’u düşülmüştür.” Bu hadislerin çoğunda Irak, Şam, Dımaşk, Kazvin gibi şehir isimleri geçmesi o yöre insanlarının kendi topraklarına kutsiyet kazandırmak için uydurdukları izlenimini vermektedir, zaten bu beldelerde ki yaşayanlar Asrısaadette İslam ile şereflenmiş değillerdi.

   Nakledilen bu rivayetlerin biri Ebu Davut’ta, İki tanesi de Ahmet İbn Hanbel’in Müsned’in de geçer. Fakat bu rivayetlerde zayıf senet dolayısıyla tenkit edilmektedir. Bu üç hadisin dışındaki hadislerin hiçbirisi güvenilir eserlerde yer almamıştır.

   Bu rivayetler üzerine ilk tenkidi yapan İbn’ül Cevz’idir. İbn’ül Cevz’i eserine aldığı, konu ile ilgili bütün rivayetleri incelemiş ve bu rivayetlerin mevzu (Uydurma) olduğu kana atına varmıştır. (İbn’ül Cevz’i, 111, 152)

   İbn Teymiye’nin konu ile ilgili görüşü ise şöyledir: “Velilerin adedi, Abdal, Nükeba, Nüceba, Evtad, Aktap, dörtler, yediler, on ikiler, kırklar, yetmişler, üç yüz on üçler ve Kutup gibi Hz. Peygambere nispet edilen hadislerin hiç birisi sahih değildir. Müsned’de geçen “Abdallar kırk kişidir ve Şam’da bulunur” şeklindeki Hz. Ali’den rivayet edilen hadis münkati’dir ve sabit değildir. Bu konudaki diğer hadislerde, hadis ehlinin bildiği gibi uydurmadır” demiştir. (İbn Teymiye, Minhacüssünne)

Hadis âlimlerinden İbn Kayyım, İbn’üs Salah, Sehavi, İbn Ömer ve Şeybani bu hadislerin zayıf ve muteber olmadıklarını söylemişlerdir. Son devrin hadis âlimlerinden Elbani şöyle der: “Bil ki Abdal hadislerinin hepsi zayıftır. Bu konuda sahih bir şey yoktur. Hatta bir kısmı diğerinden daha zayıftır. Ayrıca Kutup, Gavs, Evtad, Nüceba gibi ıstılahlar sofiler tarafından uydurulmuştur. Günümüzde de bu konudaki tartışmalar devam etmektedir. (Bak. Bilgi ve Hikmet, s. 131)

Bu araştırmaların asıl kaynağını teşkil eden İslam Ansiklopedisi’nin konumuzu ilgilendiren “Rical’üllah ve Rical’ül Gayp” bahislerini içeren otuz beşinci cildi, bu yazıyı yazdıktan sonra çıktığı için, İslam Ansiklopedisinde konu ile ilgili araştırmayı yapan ve kanaatini bildiren Süleyman Uludağ’ın araştırmasının son bölümünü buraya almak istiyorum.

    Süleyman Uludağ’ın araştırmasına göre birçok konuda İslam’a soktuğu bidat ve hurafelerle meşhur olan “M. İbn Arabî” bu konuda da boş durmamış, en çok bidat ve hurafeyi yine o uydurmuştur. “Rical’ül Gayp’ı” Deniz ricali, su ricali, dağ ricali, Melami ricali diyerek çeşitlendirmiş ve daha bir sürü safsatayı uydurarak, gerçekmiş gibi tasavvuf ve tarikata sokmuştur.

      Şimdi gelelim araştırmacıların konu ile ilgili son tespitlerine: Ricalüllah ve rical’ül gayp fikrinin Kuran ve hadise dayanmadığı, bu düşüncenin tasavvufa Rafizilik’ten ve Batınılik’ten geçtiği ileri sürülmüştür. İbn Haldün (Mukaddime, s.445) ve Takıyyüddin İbn Teymiye bu görüşte olanların başında gelir. İbn Teymiye Kutup, Gavs, evtad, abdal, nüceba gibi terimlerin Kuran ve hadis’te geçmediğine, sadece abdal konusunda Hz. Ali’den gelen zayıf bir hadis bulunduğuna, bununda büyük ihtimalle Hz. Peygamberin sözü olmadığına, ilk Müslümanlar ve saygın meşayih arasında bu tür sözlere rastlanmadığına, sadece orta halli meşayihin bir rivayet olarak bu gibi hususları naklettiğine dikkat çeker.

(Mecmuat’ürresail, 1, 57–61) Daha ziyade M. İbn Arabî’den sonra yaygınlık kazanan ve etki alanı genişleyen “Rical” ile ilgili görüşlerin tasavvufa Şii-Bâtıni mezheplerden ve dış kaynaklardan geçtiği hususu üzerinde günümüz araştırmacıları da durmaktadır. Kamil Mustafa Eş Şeybi Kutup, abdal, nükeba, nüceba gibi kavramların tasavvufa Şiilik’ten geçtiği görüşünü savunmuştur. (Es’Sıla Beynettasavvuf, s, 457)

  Hülasa kelam: Tasavvuf ve Tarikatlar yoluyla İslam’a sokulan bidatlerin birincisi olarak yazdığım “Rical’ül Gayp, Abdal, Rical’üllah” gerçekten Tasavvuf ve Tarikat erbabının ürettiği bir bidat olup, yüz yıllardır Tekkelerde, zaviyelerde bu yanlış fikirler Müslümanlara şırınga edilmiştir. Bidat olarak bunların varlığından çok, bu bidatlere yüklenilen manevi kudsiyet, güç ve kuvvetlerdir. Bu yönü ile Rical’ül Gayp ve Abdal inancı, Ehlisünnet itikadına taban-tabana zıt inançlar içermektedir. Mesela: Rical’ül Gayp ve Abdal’ların, Tasarruf sahibi olarak görülmeleri, Kâinattaki manevi nizamın koruyucusu olarak kabul edilmeleri, olacak felaketlerin önüne geçebileceklerine, musibetleri, belaları önleyeceklerine inanılması Ehlisünnet itikadında kabul görmeyecek bidatlerdir. Ve yine aynı anda birkaç yerde görüleceklerine inanılması, bunlar itikad’en uydurulmuş bidatlerdir. Bunlara inanmak Müslümanları şirke götürür.

  Cenabı hak hiçbir yetkisini insanlarla paylaşmamıştır. Dünyada bazı işlerin yapımını verdiği, sorumluluk sahibi olmayan, mesuliyet dışı meleklerdir. Meleklere verilen işlerin haliki de yine yüce Allah’tır. Ehlisünnet inancı bunu gerektirir. Yine kitapta ve sünnette yeri ve dayanağı olmadan üretilen, üçler, dörtler, yediler, on dörtler, kırklar, üç yüzler, yedi yüzler gibi sayısal oluşumlarda sonradan uydurulmuş bidatlerdir. Bu tür bidatleri söyleyenler, savunanlar zikir ehli, tasavvuf ve tarikat erbabı da olsa kabul edilmez, reddedilir. Çünkü bunlara inanmak Müslüman’ın imanına ve itikadına zarar verir.