Günlerimiz on ikinci koğuşta, acı ve ıstırap içinde geçmeye devam ediyor. Sabah ve Akşam sayımları için gardiyan askerler kapıyı açmadan hemen ranzadan atlayıp, tek sıra hizaya geliyoruz. “Sağdan say!” komutu ile gecikmeden, kekelemeden Bir-iki-üç diye bağırarak kendimizi saymaya devam ediyoruz. Bu arada sayımda yavaşlayan, şaşıran olursa hemen onu sıradan çıkarıp dışarı götürülüyor ve ellerinin içine yediği birkaç Cop’un acısı ile kıvranarak içeri giriyor.

Sayımda şaşırıp dışarı çıkarılanlar genellikle Karslı bir solcu ile bizim memurlardan Halil S. Oluyor. Doğuştan özürlü küçük parmakları vurulan cop darbeleri ile iki kat büyümüş olarak aramıza geliyor.

Halk arasında “Bit yiğitte bulunur” diye bir söylenti vardır. Bu sözün kısmen doğruluğuna şahit oluyoruz. Bitler, insanın apış arasından çıkarmış. Cinsi ihtiyacını gideremeyen insanın apış arasında biriken gücü, oradan Bit olarak kendini gösterirmiş. O nedenle ne yapsak, hangi ilacı kullansak bir türlü bitlerden kurtulamıyoruz. Tabii, sade Bit olarak ta çıkmıyor, en gencimizden en ihtiyarımıza kadar herkes ihtilam (Rüyada hamamcı) olmaya başladı. Cezaevinde sıcak su bulmak mümkün değil, ama gusül abdesti de almamız gerekiyor. Tuvaletlere gidiyoruz, Erzurum’un meşhur soğuğunda, buz gibi suyundan bir avuç ağzımıza alıyoruz, ondan sonra hortumu açıp suyu vücudumuza tutuyoruz. Soğuk suyu hisseden vücudumuzun kan dolaşımı öyle hızlanıyor ki, elektrikli şofben gibi vücut ısımız, suyu ısıtıyor ve suyun buharı soba borusundan çıkan duman gibi, tuvaletlerin üstünden dışarı çıkıyor.

Erzurum da ki askeri cezaevi bizim kaldığımız “Üç no-lu” dan ibaret değil. Birde “Bir no-lu” cezaevi var ki, bizim kaldığımız yer oraya göre beş yıldızlı Otel sayılır. Büyük ırmaklar üzerine yapılan, kubbemsi tavanlı, on iki çıkıştan oluşan köprü gibi; Erzurum’un doğusunda ki Kars kapı surlarının altı dış taraftan duvarla kapatılmış, iç tarafa da bir pencere ile bir de kapı konmuş, olmuş on iki tane koğuş. Daha önceleri Top çeken katırların konduğu ve ahır olarak kullanılan bu yerler, duvarlarına badana yapılarak, içine de tahta ranzalar konarak lüks bir cezaevi haline getirilmiş.

Hastaneye giden arkadaşlarımız orada bir no lu da kalan bir arkadaşımıza rastlarsa akşam koğuşa gelince aldığı haberleri bizlere anlatıyor. Hastanede yatan bir arkadaşımız anlatmış: Yanında yatan solcu bir çocuk vefat etmiş. Ölmeden evvel nasıl işkence gördüğünü şöyle anlatmış: “Ellerimi arkadan bağladılar, ağzıma huni gibi bir şey koydular ve devamlı ağzıma tuz döktüler. İki kilodan fazla tuz yedirdiler bana” diye anlatmış ve ciğerleri yanan genç iki gün sonra vefat etmiş. Bizim cezaevinde de böyle ölümler olur, tuvalette, banyoda intihar etmiş diye bir haberle kapatılırdı.

Her gün akşam yatmadan önce ertesi gün mahkemesi olanlar koğuşlara anons edilerek bildirilir ki, yarına erkenden hazır olsunlar. Bir gün akşam benimle beraber rahmetlik Kartalcıyı “yarın mahkemeniz var hazır olun” diye anons ettiler. Hâlbuki yargılandığımız davadan ikimizde ceza almıştık ve Yargıtay-a gitmesini bekliyorduk. Başka bir mahkememizde olmadığı için niye mahkemeye çağrıldığımızı anlayamadık ve endişe içinde Sabaha kadar bekledik. Ertesi gün Hâkim huzuruna çıkarıldık. Hâkim soruyor: “Sen içeride Ayın yapıyormuşsun ve Şeriatçılık işleri ile meşgul oluyormuşsun.” “Sayın Hâkim ben Müslüman’ım el hamdü lillah, Ayın nedir bilmem, Ben İslam’ın emri olan namazı kılıyor, Allah’ın gönderdiği Kur’an-ı Kerimi okuyorum ve isteyenlere okutmaya çalışıyorum” dedim. Bu cevabım üzerine Hâkim, “Git kardeşim, şunlara bak kimleri suçlu diye mahkemeye getiriyorlar” dedi.

Kartalcıyı da Askere rüşvet vererek solcuları dövdürüyor diye şikâyet etmişlerdi. Hâlbuki askerler bizi solculardan az dövmüyorlardı. Durumu anlatınca rahmetli kartalcı ile beraber geri döndük.

On ikinci koğuşta beraber kaldığımız solcu arkadaşların çoğunluğu Karslı idi. İçlerinden birisi çok zengin bir aileye mensuptu. Bizler üç-beş lira harçlığı bulamazken ona Bankadan jelâtini bozulmamış tomarı ile para gelirdi. Bazen birbirimizle samimi konuşurken sorardım: “Bu kadar zengin aile çocuğusun. Komünist sistemi getirseniz önce sizin paranıza el korlar, o zaman ne yapacaksın?” derdim. Olsun, yoldaşlara canım kurban” diye cevap verirdi.

Bir başka solcu B Koç isimli arkadaşta, on iki Eylül darbesi olunca yanına aldığı sekiz tane militan arkadaşı ile Türkiye sınırından Rusya-ya geçmiş, “Türkiye de İhtilal oldu, bizler aranıyoruz, buldukları yerde bizi öldürürler; Rusya-ya sığınmak istiyoruz” demişler. “Sosyalizm kolay elde edilmez, memleketinize dönün, mücadelenize kaldığınız yerden devam edin” diyerek geri gönderilmişler. Lider konumunda ki arkadaşta Rusya’nın bu tavrına kızarak itirafçı oldu, yaptıklarını bir-bir anlattı. Bir ara bizimle beraber kaldı, sonra nasıl oldu ise solcuların yanına verdiler; Bir hafta sonra öldüğünü duyduk. İntihar etti dediler ama inanmadık, çünkü intihar edecek yapıda biri değildi, zannedersem intihar etmiş gibi gösterdiler.