Bilfiil içinde yaşadığım bu birinci Sivas olaylarını çok yazmak istedim fakat nasip olmamıştı. Cezaevinde bulunduğum yıllarda biraz hatıra yazmıştım, fakat o müsveddeleri de Askeri cezaevinin idarecileri elimden aldı, bir daha da geri vermediler.

                 Eskiler demişler ki: “Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer.” O yılları yâd etmek cihana değer mi? Bilemem ama o geçen kara günleri bugün çok kişi bilememektedir. Hatta kırk yaşının altında olanlar henüz yeni doğmuşlardı, nereden bilecekler? Bugün o günleri hatırladıkça: “O günler gitsin de bir daha geri gelmesin” dediğimiz vakaları yazmak bir yerde tarihe ışık tutmak anlamına gelecektir.

                Yazımın başlığını birinci Sivas olayları koymamın nedeni, Sivas olayları denince hemen akla 2. Temmuz. 1993 de ki Sivas olayları gelmektedir. Hâlbuki 1. Sivas olayları 3–4- Eylül- 1978 tarihinde, yine böyle bir Ramazan’ın Arife ve Bayram gününde vuku bulmuştu. İşte bu birinci olaydan ibret alınmadığı için, tarih tekerrür etti ve birincisinden on beş sene sonra ikinci olarak 2- Temmuz madımak olayları yaşandı.

Şimdi biraz o günlerde Türkiye’nin ve Sivas’ın siyasi ve ideolojik durumundan bahsedelim ki, okuyanlar olayların nedenini çözebilsinler. Her iki olayın arkasında da hala aydınlanmamış derin güçlerin parmağı olduğu bilinen bir gerçektir. Fakat olayı tezgâhlayanlar ismini önceden koymuşlar ve “Alevi, Sünni çatışması” olarak ilan etmişlerdir. Hâlbuki Alevi, Sünni çatışması Türkiye de hiç yaşanmamıştır. Bu iki anlayış yüz yıllardır beraber yaşamış, beraber gülmüş, beraber ağlamış aynı milletin evlatları ve aynı dinin mensuplarıdır. Alevilerin itikat ve ibadet açısından Sünnilerden biraz farklılık arz etmesini, birileri devamlı kaşımış, bölmek parçalamak için hep bu durumdan istifade yolları aramıştır. Bu tür toplumsal olaylar, din düşmanı komünistlerin, Sünni kesimin dinine mukaddesatına saldırması neticesinde meydana gelmiştir. Bu saldırılarda komünist ideologlar kendi çirkin emellerine Alevi vatandaşları alet etmişler, olayların sonunda da mağdur olan Alevilerin arkasına saklanıp Sünniler ile Alevileri birbirine düşman gibi göstermişlerdir. Maraş olayları, Çorum olayları, birinci ve ikinci Sivas olayları ve hatta İstanbul da ki Gazi olayları hep böyle bir kışkırtma ve tezgâhın neticesinde meydana gelmiştir.

                  12. Eylül ihtilalinin öncesi, o meşum günlerde, Türkiye komünist ideolojinin ablukası altındaydı. Dünyanın neresinde komünist ideolojiyi sistem olarak kabul etmiş bir lider veya yönetici varsa, muhakkak onun Türkiye de bir kolu, bir takipçisi veya en azından bir sempatizanı vardı. Marksistçisi, Leninistçisi, Maocusu, Enver Hocacısı, Kastırocusu, Hoşiminhçisi hepsi mevcuttu. Liderleri farklı olan sol ideoloji de kendi arasında sayısız fraksiyonlara ayrılmıştı. O günden bu güne ismi kalanlardan Dev sol, Dev yol, D.H.P.K.C, Tikko, M.L.S.P, Aydınlıkçılar ve daha bir çoklarını sayabiliriz. Bunlardan birileri diğerlerini öldürecek kadar muhalif olsalar da hepsinin ortak özelliği şunlardı.

 Birincisi: Halkların arkasına sığınıp, Vatan ve Millet düşmanlığı yaparlardı.

 İkincisi: Hepsinin ortak özelliği Din düşmanlığı idi. Allah mefhumunu kabul etmezlerdi.

 Üçüncüsü: Türkiye Cumhuriyetini bölüp, parçalayıp bir başka devletin peyk’i yapmak isterlerdi.

Dördüncüsü: Sözde zenginin karşısında, fakirin yanında görünürlerdi ama kendileri para içinde yüzerlerdi.

               Bu kesimin daha birçok yıkıcı özelliğini sayabiliriz. İşte bu nedenlerden dolayı Vatanını, Milletini, dinini ve devletini seven gençlerde, komünistlerin yıkıcı, menfi fikirlerine karşılık vermek için Milliyetçiler veya Ülkücüler adıyla teşkilatlanmaya, başladılar. Ülke her yönüyle bölünmüştü. Kardeşler arasında bile sağ, sol ayırımı vardı. Milletin asayişinden sorumlu emniyetimiz “Pol der, Pol bir” diye bölünmüştü. Bir Partinin taraftarlarının gittiği camiye diğer partililer gitmiyordu. Şehirler bölünmüş, caddeler bölünmüş, sokaklar bile bölünmüştü. Her gün yurdun dört bir yanından ölüm haberleri geliyordu, Fidan gibi gençler ömrünün baharında topraklara seriliyordu. Üniversiteler aydın insan yerine militan yetiştiriyordu. Devletin Milli olması gereken eğitim kadrosu Tamamen ideolojiye teslim olmuştu.

Bu bölünmüşlükler yüzünden 1973 seçimlerinden beri tek başına iktidar çıkmıyordu. Ecevit, Erbakan iktidarı, sonraları Demirel, Erbakan, Türkeş ve Feyzoğlundan oluşan M.C. hükümetleri, daha sonraları Ecevit’in Adalet Partisinden kopardığı kumar borcu olmayan on bir milletvekili ile kurduğu meşhur sol hükümet ki, otuz günde otuz beş bin kişiyi eğitip lise diploması bile olmadan Öğretmen olarak atıyordu. Ülkemiz insanı toptan sürü gibi birileri tarafından güdülerek uçurumun kenarına getirilmişti. Bu gün ki P.K.K. nın tohumu o günlerde ekilmiş, Kürtlerin Türk olmadığı, Türkiye den bağımsız yaşaması gerektiği kulaklara üfürülmeye başlanmıştı.

                Sol kadrolaşmanın arka bahçesi konumunda ki Aleviler ha bire kışkırtılıyor, yeni kazanımlar elde etmek için onların üzerinden oyunlar oynanıyor, olaylar çıkarılarak Aleviler mazlum ve mağdur gösterilerek, devletten destek alması sağlanıyordu.

        Kısaca Türkiye’nin ahvali böyleydi, hatta bu anlattıklarımdan yüz kat daha kötüydü. Türkiye böyle olur da Sivas farklımı kalırdı? Sivas Türkiye’nin küçültülmüş bir maketiydi sanki. Türkiye de, bölünmüşlük, parçalanmışlık adına ne varsa Sivas ta onun iki mislisi vardı. İşte böyle günlerde yaşadık birinci Sivas olaylarını. (Devamı yazılacak inşallah)