234- “Hazreti Aişe buyuruyor: Bir gün Resulüllah bana:
Zeydin oğlu Usame’nin yüzünü yıka” dedi. Hem Usame’nin yüzünü yıkıyordum, hem de onu yıkamayı kendime bir noksanlık olarak görüyordum. Bunun üzerine Resulüllah elime vurdu, sonra Usame’yi aldı. Onun yüzünü kendi eliyle güzelce yıkadı, sonra yanaklarından öperek buyurdu: “Kız olmadığı için bize iyilik etmiştir.”
İmam Iraki, bu şekilde bir hadis görmediğini kaydetmiştir. İmamı Ahmed, başka bir ibare ile nakletmiştir.
Peygamber Efendimizin azatlı kölesi Zeydi’n çocuğunun yüzünü yıkaması güzel bir örnek. Fakat sözün sonunda Zeyd’in çocuğu için, “Kız olmadığı için bize iyilik etmiştir” cümlesi Peygamber Efendimizin söyleyebileceği bir söz değildir. Bu cümle bile bu sözün hadis olmadığına açık bir delildir.
235- “Salihler anıldığı zaman rahmet nazil olur.”
İmam Iraki bu hadisin merfu hadislerde aslı olmadığını, ancak Süfyanı İbn Uyeynenin sözü olduğu, İbn Cevzi tarafından iddia edildiğini kaydeder.
Salihler anıldığı zaman rahmet yağar” sözü, kendilerini salih kul olarak kabul eden ve diğer insanları avam olarak değerlendiren tasavvuf erbabı akla geliyor. Bu övünme onların sözü olabilir.
236- “Hadisi şerifte, Davud a.s. ın methini yapmak için şöyle buyurur: Davud’un nefsi için ağladığında ve Zebur okuduğunda güzel sesli olduğu için insan hatta cin, vahşi hayvanlar ve kuşlar bile onun sesini dinlemek için bir araya gelirlerdi. Bazen Davud’un vaaz meclisinde dört yüz veya buna yakın cenaze kaldırılırdı.”
İmam Iraki yine bu söze de hadis olarak rastlanmadığını söyler.
Bu kadar abartıyı Peygamberimiz şöyle dursun, sıradan bir Müslüman bile yapmaz. O ne demek öyle? Davud’un sesini duyan insan, cin, vahşi hayvanlar ve kuşlar ağlıyor. Hele insanlar öyle öyle ağlıyor ki, bir sohbette 300 veya 400 insan ölüyor. Hem güzel sesi bu kadar makbul göreceksin, Hem de İslam da sema (Güzel ses dinlemek) helalmı, haram mı diye asırlardır tartışacaksın. Bu çelişkiler yıktı bizi.
237- “Nefsimi elinde tutan Allah’a yemin ederim, onlardan her kul, şehitlerin köşklerin üzerinde bulunan bir köşkte bulunur ki, o köşkün üç yüz bin kapısı vardır. O kapıların kimisi yakut taşından, kimisi yemyeşil zümrütten yapılmıştır. Her kapının üzerinde bir nur vardır. O kişilerden her biri üç yüz bin ela gözlü ve kocasından başka kimseye dönüp bakmayan hurilerle evlenir. O hurilerin her birine baktıkça huri de dönüp kendisine bakar. Ve kendisine şöyle der:
--Sen filan-filan günü hatırlıyor musun? O gün iyiliği emrettin ve kötülüğü yasakladın. O kişi o ela gözlü hurilerden hangisine bakarsa mutlaka kendisine dünyada yapmış olduğu iyiliği emir ve kötülükten alıkoyma makamını hatırlatır.”
Iraki aslına rastlamadığını söylüyor.
Burada anlatılan Emri Maruf-Nehyi Münker yapan kişinin kavuşacağı mükâfatlardır. Fakat burada yapılan abartılar Kur’an’a zıt düşecek şekilde anlatılıyor. Kur’an’ı Kerim de Emri maruf yapmak çok tavsıye edilir ve mükâfatları da bildirilir. Ama Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin, onlar diridirler, ayeti şehitleri öyle anlatıyor ki en büyük mükâfat bunlara verilendir diyorsun. Böyleyken Emri maruf yapanların köşkünü ve verilen nimetleri Şehitlerin üzerine çıkarmak niye?
238-“İyiyi emretmek ve kötüden yasaklamayı, ancak emrettiğinde şefkatli ve yasakladığında şefkatli olan; emrettiği husus da fakih bulunan ve yasakladığı husus da fakih bulunan bir kimse yapabilir.”
İmam Iraki, bu ibare ile hadisi görmediğini kaydeder. Beyhaki, Şuab-ül İman da bunun bir benzerini rivayet eder.
Bu sözde de Emri maruf yapanın ilim ve güzel ahlaklı olması isteniyor ki, güzel bir şey. Yalnız fakih yani bilgili olmaya bir sınır çizilemez. Kişinin anlayışı, ahlakı ve bilgisi ne kadar olmalı ki, insanlara iyiliği emretsin ve kötülükten nehyetsin. İşte bunun cevabını bulmak çok zor.
239- “ Derler ki: Bir gün Peygamberin huzuruna bir göçebe geldi. O gün Peygamberimizin yüzü düşünceliydi. Ashabı kiram, “Nahoş bir olduğunu” sezerek sakınıyorlardı. Gelen göçebe Resulüllah’tan sormak istedi.
Bunun üzerine sahabe ona dediler ki: “Peygamberin yüzü çok endişeli, kendisine bir şey sorma. Göçebe dedi ki:
--Benim yakamı bırakınız. Allah’a yemin ederim ki, kendisini güldürmedikçe yakasını bırakmayacağım. Bundan sonra Peygambere sordu:
--Ey Allah’ın Resulü! Duyduğumuza göre, halk açlıktan kırılırken Deccal kendisine tirit takdim ediyormuş? Acaba onun tiridinden afiflik ve nezihlik bakımından çekinip acımdan ölsem bile yemeğinden yemeyeyim mi? Yoksa doyuncaya kadar onun tiridinden yiyeyim mi? Ve yedikten sonra Allah’a iman edip de Deccalı inkâr mı edeyim?
Ashabı kiram derler ki: Bu suale karşılık Resulüllah, mübarek dişleri gözükünceye kadar gülerek şöyle buyurdu:
--Hayır, onun tiridinden yeme! Belki Cenabı Hak, Ehli imanı zengin ettiği bir nesne ile seni de zengin eder.”
Iraki, bu hadisin münker olduğunu ve aslına rastlanmadığını kaydediyor. Çünkü Muğire ibn Şube yoluyla Müslim ve Buhari ittifakla naklederler ki, göçebe Resulüllah’a:
--Ya Resulellah! Derler ki: “Deccalın beraberinde bir ekmek dağı ve su nehri vardır, deyince! Resulüllah şöyle buyurdu: “O melun Allah nezdinde böyle bir ikrama layık değildir.
Meşhur bir Deccal hadisi vardır ve onu anlatan da Yahudilikten İslam’a girdiği söylenen bir kadın anlatır. Hadis de anlatılan hikâye tam bir İran veya Hint bin bir gece masalına benziyor. Burada ki Deccal hikâyesini anlatan da yine yabancı ve hikâyenin devamında Tirit yemeği ile beraber Deccalın yediği ekmek dağından ve içtiği su nehrinden bahsediliyor. Birinci hikâye de bu azman Deccal’ın bir ada da saklandığını ve yakında oradan çıkacağı, Mekke ve Medine hariç bütün şehirlere uğrayıp her yeri ifsat edeceği anlatılıyor. Fakat ne hikmetse bu Deccal 1500 senedir hala adadan çıkmadı. Bu hikâyelere hadis deyip Peygambere isnat edenler en büyük yalancılardır