Mutasavvıflar ve tarikatçılar tasavvufun tarihini Peygamber Efendimize kadar uzatarak sessiz zikir yapan tarikatları Peygamberimizin hicretinde Sevir mağarasında Hz. Ebu Bekir’e özel olarak tarikat dersi verdiğini, Yine Hz. Ali’ye Gadirihum da cehri zikri telkin ettiğini söylerler. Bu iki iddianında gerçekle bir ilgisi yoktur. Bu hususta hiçbir sahih rivayet görülmemiş ve duyulmamıştır. Tasavvufçular bir de Veysel Karani’nin gıyaben Peygamberden ders aldığını iddia ederek Üveysiliği icat etmişlerdir. Hazreti Ebu Bekri’n, Hazreti Ali’nin ve manen Peygamberden ders aldığı söylenen Veysel Karani’nin böyle bir ders aldıklarını bildiren ne bir ayet, ne bir hadis rivayeti yoktur. Ashabın ileri gelenlerinden, Tabiinin büyüklerinden bu konuda bir bilgi gelmemiştir. Akait âlimlerinden, fıkıh imamlarından da bir haber gelmemiştir.

Diğer taraftan Sofi kelimesinin doğuşu hicri 150 senesinde vefat eden Ebu Haşim el Kufi ile başlamıştır. Tasavvufun kurumsallaşması üçüncü asrın sonlarında ve tarikatların şekillenmeleri de dördüncü hicri asrın sonuna ulaşmıştır.

Tasavvuf konusunda en büyük araştırmayı yapan Biruni, Hint ve Yunan hükemasından bahsederek şunları söyler: Hükema bir nokta üzerinde ittifak etmişlerdir. Derler ki; Hakiki varlık “İlleti Ulya”ya (Yüksek sebep) atfederler Çünkü “İlleti Ulya” kendinden başka varlığa muhtaç değildir. Başkasına muhtaç olan varlık yok hükmündedir. Hak değildir, Hak ise birdir. Biruni, bunları söyledikten sonra; Sofilerin kanaati budur, bunlara da hükema denir, çünkü Yunanca da Sofi hikmet demektir.

Yeni ilim adamları içinde Biruni’nin tuttuğu yolu benimseyenler vardır. Bunlar tasavvufun adıyla, metot ve konusuyla Yunan felsefesinin eserlerinden olduğunu söylemişlerdir. Von Hammer de bunlardan biridir.

Analiz ettiğimiz kitabın yazarı Ö. Rıza Doğrul, tasavvufu birçok kişinin ağzından tarif ettikten sonra şu cümle ile özetler: “Bütün bu tarifler tasavvufun ihtiva ettiği yüksek ahlak manalarını ve ruh hallerini ifade etmektedir. Bu hallere göre tasavvuf insanın kendi nefsini yok ederek, Allah ile baki kalmasıdır” der.

Kısa izah: Hoca, tasavvufu övmek için çok güzel şeylerde söylemiştir fakat şu yukarıda ki cümle büyük hatalar içermektedir ve gerçek bir izaha muhtaçtır. Fani olması muhakkak olan insan ile ezeli ve ebedi varlık olan yaratıcının birleşerek baki olması ne demektir? Bu söz insanı ilahlaştırmak ve Tanrıya eş yapmak değil midir? Allah’ü Teâlâ’nın Kur’an-ı Keriminde baştan sona reddettiği ve hiçbir şekilde affetmediği şirk değil midir? Bu şirki cahiliye arabı yaptığı zaman cehennemi boyluyorsa, adının önüne şeyh, veli veya Mürşit sıfatları eklenenler söylediği zaman azaptan muaf mı tutuluyorlar? Böyle bir ayet mi var, böyle bir haber mi aldınız? Bütün tasavvufçular, tarikatçılar ve onlara bağlanıp peşlerinden gidenler bunu sorgulamalılar diyorum.