Altıncı ve yedinci asra mensup olan ve Sühreverdi gibi mezhebine felsefeyi karıştıran, ruhi zevk ile akli görüş arasında ahenk kuran bir mutasavvıf, Muhyiddin Bin Arabi’dir. Endülüs’ün Mürsiye şehrinde 560 ta doğmuş, İşbiliye de hadis ve fıkıh okumuş, daha sonra 598 de doğuya geçerek Mısır, Hicaz, Irak ve Anadolu’yu ziyaret etmiş, sonunda Şam’da yerleşmiş ve 638 de burada ölmüştür. Manzum ve mensur iki yüzden fazla eserinin olduğu bildirilir. Bunların içinde en meşhurları şüphesiz Füsus-ul Hikem ve Fütuhat-ı Mekkiye’dir.
Muhiddin’in yazıları yüzünden, Hallac-ı Mansur’un idamından sonra çıkan isyan yine zuhur etmiş ve şiddetlenmişti. Bu isyanın sebebi, M. Arabi’nin Vahdet-i Vücut nazariyesi ve İslam dinine uymayan sözleri idi. Muhyiddin’in eserleri, fakihleri ayaklandırmış, bunların birçoğu onu sapıklıkla ve kâfirlikle itham etmişler, onun hulul ve ittihadı içeren sözler onlara bu tavrı aldırmıştı. Bu nedenle Mısır’da öldürülmekten zor kurtulmuştu.
Onun ölümünden sonra, Vahdet-i Vücut nazariyesini en çok eleştirenler başta 728 de vefat eden İbn Teymiye, 808 de vefat eden İbn Haldun, 852 de vefat eden İbn Hacer el Askalani, 858 de vefat eden İbrahim el Bikai ve daha birçok İslam âlimi olmuştur. Bunların içinde İbrahim Bikai’nin yaptığını bir başkası yapmamıştı. Çünkü Arabi’nin noksanlarını ve yanlışlarını “Tenbihü-l Gabi ala tekfiri İbn Arabi” ve “Tahzirü-l İbad min ehlil inad bi bidat-ül ittihat isimli kitaplarını M. Arabi’ye tahsis etmiş ve bu kitaplarda onun aleyhine söylenen her şeyi toplamıştır. Daha da ötesi, M. Arabi’ni küfrünü ispat eden bütün delilleri ve onları söyleyenleri kaydetmiştir.
Buna rağmen M. Arabi, birçok taraftar kazanmış ve bunlarda onu müdafaa etmişlerdir. Mecdüddin Fırazabadi, Kutbüddin Hamevi, Selahaddin es Safadai, Şihabüddin Ömer es Sühreverdi, Fahreddin bin Razi, Celalettin Suyuti, Abdürrezzak Kaşani ve Abdülgani Nablusi onu destekleyenlerden olmuşlardır. Zevki temeller üzerine kurulan ve birçok felsefi görüşü ihtiva eden, fakat fakihleri kızdırarak aleyhinde ulu orta yürümelerine sebep olan nazariyesi “Vahdet-i Vücut” idi. M. Arabi, bütün varlığın bir olduğunu savunuyor, mahlûkatın varlığı, Hakkın varlığıdır diyordu. Hakikatte ikisi arasında fark yoktur, ikisi arasında fark sanılan şey, Muhyiddin’e göre, hakikati olduğu gibi her şeyi toplayan zati bir vahdet olarak kavramayan zahiri his ile sınırlı aklın gereğidir.
Onun için Muhyiddin, “Münezzehtir şanı onun ki her şeyi yaratmıştır, O da onun aynıdır” der. Sonrada bunu iki beyitle şöyle anlatır: “Ey nefsinde her şeyi yaratan, Sen bütün yarattığını toplayansın, Sonu gelmeyeni halk edensin. Hem içinde halk edersin. Onun için Sen en geniş varsın. M. Arabi’ni iki nazariyesi daha vardır ki onlarda yine Vahdet-i Vücut ’tan dallanır.
1- Hakikati Muhammedîye: Muhyiddin, Hakikati Muhammedîye’ye bazen kutup, bazen de ruh der. Ve onu Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberlerde tahakkuk eden ilmi ve ameli kemalin feyiz menbağı sayar ve onun Hz. Muhammed’den sonra tebasi olan evliya ile insanı kâmil arasında tahakkuk ettiğini söyler. Bu nazariye Hallaç’ın “Nuru Muhammedî” hakkındaki nazariyesinin aynıdır.
2- Dinlerin birliği nazariyesi ise, Muhyiddin yine Hallaç’ın yolunu izlemiştir. Her ikisi de din Allah’a mahsustur derler ve mükemmel arifin her mabuda Hakkın tecellisi olarak baktığını söyler. Bütün suretlere tek bir zatı hakikatın tecelligahı olarak bakılmalıdır, çünkü tek zatı hakikat, ilahın hakikatidir. Muhiddin. Bu fikrini şiirinde şöyle ifade eder: “Kalbim her sureti alabilecek hale geldi.
Onun içi kâh ahular otlağıdır, kâh rahipler manastırıdır, kâh müminler evidir, kâh tavaf edenlerin Kabe’sidir, kah Tevrat levhasıdır, kah Kur’an Mushaf’ıdır. Benim dinim sevgi dinidir. Kısa İzah: Biz Muhyiddin-i Arabi hakkında kısaca şunu söyleriz. M. Arabinin imanı Kur’an-ın imanı değildir. Çünkü Kur’an’da bir yaratan vardı ki O da Allah’tır. Bir de yaratılan vardır ki ona da mahlûkat denir. Arabi, Allah’ın yarattığı mahlûkatı ilahlaştırmış ve her şeye tapılacağını söylemiştir. Bu sebeble kendi zamanın da ve sonraki zamanlarda yaşayan iki yüzden fazla âlim Muhyiddin-i Arabi için kâfir demişlerdir. Muhyiddin-i sevenler ve bilhassa tasavvufçular, onun için “Şeyh-ül Ekber” derken, fakihler ve âlimler ona “Şeyh-ül Ekfer” en kafir şeyh demişlerdir.