Gelelim Sivas üstüne oynanan son oyunlara: 28 Şubat kararlarının alındığı günlerdi. Dönemin Başbakan’ı merhum Erbakan Hocadır. Malum 18 maddeyi Erbakan Hocaya imzalatmak için baskıların yapıldığı günler.
Bir Cuma günü, Cuma namazı kılmak için şehrin en büyük camisi olan Ulu Camiye gidiyorum. Camiye yaklaştığımda o güne kadar görmediğim bir duruma şahit oluyorum. Caminin 15 metre uzağından caminin etrafını askerler sarmış, her on metreye bir asker konmuş ve her askerin elinde bir silah, silahlar camiye çevrilmiş vaziyette, sanki içeride suçlu biriler var, çıkınca hemen yakalayacaklar gibi bir görüntü verilmiş.
Camiye giriyorum. İçeride her zamankinden daha fazla bir sessizlik var. Vaiz Efendi dinleyenlerin pek de alakasını çekmeyen bir konuda sıradan bir konuşma yapıyor. Sivas’ın meşhur Süleyman emmisi, arada bir “Hayyy Hak” diye nara atıyor, diğer köşeden başka bir meczup “Ya Allaaah” diye Süleyman emmiye eşlik ediyor.
Bu hava içinde Cuma namazını kılıyoruz. Sessizlik bütün ağırlığı ile üzerimize çökmüş, caminin içi barut fıçısı gibi, bir kibrit çakan olsa sanki toptan patlayacak. Nihayet namaz bitiyor, çıkarken bir ihtiyar Hacı Amca yüksek sesle bağırmaya başlıyor: “Yahu bu ne hal kardeşim. Esir miyiz bu memlekette, inceldiği yerden kopsun, ne olacaksa olsun” diyor.
Hacı Amcaya yaklaştım ve şunları söyledim: “Ne diyorsun Hacı Amca, elimize silah alalımda dışarıda bekleyen kendi askerimizle mi savaşalım? Daha evvel ki, Sivas olaylarından içeride yatanların halinden haberin var mı? Onlardan birinin evine gidip baktın mı, ne yer, ne içerler haberin var mı?” deyince Yanımız da ki diğer insanlarda beni destekledi ve Hacı Emininde sesi kesildi.
Diğer bir tezgâh ise, Ergenekoncuların aktif olduğu günlerde yine Sivas’ta etkili bir oyun oynanmak isteniyor, Bir Alevi vakıf Başkanı ile bir Ermeni vatandaş öldürülmek isteniyor. Çok şükür ki, bu oyun teşebbüste kalıyor. Eğer bu teşebbüs tatbik edilseydi, netice ne olurdu Allah bilir.
Sivas üzerine oynanan son oyun da kurban tek kişiydi ama altı tane canın şahadeti ile sonuçlanmıştı. Evet, kimden bahsettiğimi anladınız inşallah. Sadece Sivas’ın ve Sivaslının değil bütün Türkiye’nin, hatta bilumum Türklük âleminin ve bütün Müslümanların “Gül’ü olan Muhsin Başkandan bahsediyorum. Milli ve manevi değerleri şahsında cem etmiş, Din için, Vatan için canını vermekten çekinmeyen bir dava adamıydı Muhsin Başkan. Yedi buçuk senelik mahpus hayatının beş senesini on metrelik ve iki kişilik hücrede muhalif fikirli biri ile geçirmesine rağmen yılmamış, idealinden vazgeçmemişti. İşkencesi ile meşhur, Mamak ceza evinde işkencenin her çeşidi ile karşılamış, gördüğü eziyetlerle otuz iki dişini kaybetmişti ama ne milletine küsmüş, ne de Vatan sevgisi azalmıştı.
Muhsin Başkan B.B.P sini kurduktan sonra Sivas’ta yaptığı bir sohbet toplantısında siyaset alanında ki hegemonyayı anlatmış, “Bizim gibi Anadolu’nun bağrından çıkmış, hasbelkader okumuş ve Siyasete atılmış olanları, siyasetin üst kademelerine çöreklenmiş mutlu azınlık hazmedemiyor, bizi kabullenemiyorlar, bizlerin Millet meclisine bile girmesine rıza göstermiyorlar” demişti.
Çok zor şartlarda partisini kurmuş, “falandan yardım aldı, filandan destek gördü” diye atılmadık iftira kalmamıştı. Devletten aldıkları yardımlarla bir kısım partiler, adeta para ile oy satın alırken, Muhsin Başkan kimseden yardım talep etmemiş, teklif edenleri geri çevirmiş, kendi deyimi ile eğilmeden, bükülmeden dosdoğru bir hayat yaşamıştı.
Sahifelerce yazı ile anlatsak, meziyetlerini bitiremeyeceğimiz bu değerli Vatan evladı, bu Vatana bu millete düşman olan bir kısım gizli güçlerin hedefi haline gelmişti.
Gizli güçler, hedefledikleri emellerine Muhsin Başkan’ı engel görüyorlardı. Muhsin Başkan bazılarının gözünü korkutmuştu. Bu seferki oynanan oyun sadece Sivas’ın üzerine değil, bütün Vatan üzerine bir oyun oynanıyordu. Üç sene önce karlı, sisli bir günde bindiği helikopteri bin bir oyunla, tezgâhla, tuzakla Keş dağlarına çarptırıldı ve Milletin göz bebeği dört arkadaşı ile beraber bu Vatana kurban edildi.
Ölümüne kimi kaza dedi, kimi kasıt dedi ve kimi de cinayet dedi. Bu memlekette gerçekler otuz, kırk sene geçtikten sonra belli olduğuna göre, Muhsin Başkanı kimlerin kurban ettiğini herhalde bizler göremeyeceğiz.
Muhsin Başkanın helikopterinin düşmesine sebep bir kişi kaza diyorsa, doksan dokuz kişi cinayet diyor. Öldürülmesine sebep gösterilen suçları da muhtelif. Kimi, diyor ki: Muhsin Başkanın en büyük suçu “Türkiye’nin Suriye olmasına müsaade etmeyiz” dediği için öldürüldü. Kimine göre, “Hırant Dik’in öldürülmesinden dolayı, onun intikamı alındı.” Kimine göre, Ergenekoncular hakkında çok şey biliyordu ve seçimden sonra bazı şeyleri açıklayacağım demişti, onun için öldürüldü.
Geçmişte Başbakan Menderes, Ezanı aslına çevirip, Millet meclisine hitaben, “Siz isterseniz bu memlekete Şeriatı da getirirsiniz dediği için idam edilmişti. Kiminin, bazı güçlerden korkarak, “Ben Müslüman’ım ama aynı zamanda Laik’im” dediği, kiminin de “Müslüman’ım ama Şeriata karşıyım” diye kıvırdığı günlerde, işte Muhsin Başkanda Millet, meclisinde yaptığı konuşmasında bütün millete hitaben “Şeriat İslam’dır, Şeriat Kur’an’dır” diye seslendiği için öldürüldü.
İşte onun için bizler Muhsin Başkana “Reisüşşüheda” ( Şehitlerin reisi) diyoruz, Onun için “Vela tegulu limen yüktelü fi sebilillah-i emvat” (Allah yolunda katledilenlere ölü demeyin) hükmünün Muhsin Başkan gibi şehit olanlar için geçerli olduğunu söylüyoruz. Ne mutlu böyle ölenlere…..