Günümüzün en yaşlı hadis âlimlerinden Mehmet Sait Hatiboğlu Hocamızın “Hz. Peygamber ve Kur’an dışı vahiy” kitabını tahlil etmeye devam edelim. Kur’an dışı kalmış vahiy var mıdır sorusunu Hatiboğlu Hocamız şöyle özetliyor:

Hicri birinci asırda, bilhassa Kufe civarında Hz. Ali ile ilgili vahiylerin gönderilmiş olduğunu ve bunların Kur’an-ı Kerime alınmadığını iddia edenler olmuştur. Bu iddiada bulunanlardan birisi Hz. Ali’nin koruması olan ve onunla savaşlara katılan Ebu cuhayfa’dır. Bir gün Hz. Ali’ye şu soruyu yöneltiyor: “Sizde Allah’ın kitabı şu Kur’an’da olandan başka vahiy var mı?” Bu soruya Hz. Ali’nin yeminle verdiği cevap şöyledir:

“Hayır, yok.” (Abdürrezzak, 9 263-17153- Buhari, 3047, 6903, 6915- Müslim, 3327, 3794- Taberani, Evsat, 6603)

Yine cahiliye devrine ulaştığı söylenen Kufe’li Yezit bin şerik et Teymi de, Hz. Ali’nin hutbede şöyle dediğini rivayet eder: “Kim bizde, Allah’ın kitabından başka okuduğumuz bir şeyin var olduğunu söylerse, yalan söylemiştir. (Buhari, 1870, 3172, 6755, 7300)

Bazı hadis kaynaklarında, mevcut Kur’an-ı Kerim’e alınmamış bazı ayetlerin bulunduğunu iddia eden büyük sahabilerden bahsedilmektedir: Bunların en meşhuru Hz. Ömer’dir. İlk hutbesinin başında “Allah’ın inzal ettikleri arasında Recm ayeti vardır. Biz onu okuduk, anladık ve buna dayanarak Rasulüllah’ın Recm uyguladığı gibi bizde uyguladık. Korkarım ki zaman geçtikçe, birisi çıkar: “Vallah’i biz Recm ayetini Allah’ın kitabında görmüyoruz der de Allah’ın indirdiği bir farzı terk ederek sapıtırlar. Recm Allah’ın kitabında vardır.

 Hz. Ömer mezkûr ayeti, “Eşşeyhu veşşeyhatü iza zeniya fecümahüma” (yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ettikleri zaman her ikisini de Recmedin.) (Umdetül-Kari, xı 164)

Hatiboğlu Hoca bunları yazdıktan sonra, “Biz Kur’an dışında vahiy aramanın geçersizliğine inanıyoruz” diyor. Ve İbn Abbas’ın şu açık beyanını esas alıyoruz: Kufe’ye yerleşmiş Taifli sika hadisçi Abdülaziz İbn Rufey ondan şu hükmü işitmiştir: “La vahya İllel Kur’an” (Kur’an’dan başka vahiy yoktur.”

Peygamberin Suffe ehlinden olan, İlk tefsirci kabul edilen ve birçok hadis rivayet eden İbn Abbas, “Kur’an’dan başka vahiy yoktur demesine rağmen Peygamberi aşkla sevdiğini iddia edenler onu yüceltmek için onun her sözünün vahiy olduğunu söyler hale gelmişlerdir. Müteakip asırlarda pek çok âlim Peygamberin her fiilinde ilahi bir taraf aradı, her sözünü vahye dayamak suretiyle Peygambere hürmet gösteriyorum zannettiler.

Vahiy olmayanlar nasıl vahye tebdil oldu?

Medine de Sahabesi ile toplu halde namaz kılınırken namaza davet için insanlar çeşitli teklifler getirdiler. Boru çalmak, Bayrak dikmek, dellal dolaştırmak gibi şeyler düşündüler, ama bunlar pek kabul görmedi. Nihayet bir gün Ensar’da Abdullah İbn Zeyd bir rüya gördü, Peygambere anlattı, Rasulüllah’ta bu ibareyi çok güzel buldu. Bilal’e öğretti ve okutturdu. Bu sırada aynı rüyayı Hz. Ömer’de gördüğünü söyledi ve o günden beri ezan dünyanın her tarafında okunmaya başladı. Bu usul, vahyin katkısı olmadan vazedilmiş oldu.

İlk siyer yazanlardan İbn İshak (h. 85-151) Ezanın başlamasını böyle nakleder. Fakat İbn İshak’ın eserini kısaltarak yazan Abdülmelik İbn Hişam (H. Ö. 217) Ezanın böyle başlamasına razı olmaz, mezkur rivayetin arkasına “Peygambere bu şekilde vahiy geldi” ibaresini ekler. Aklı sıra ezanı terfi ettirmiştir.

Bu zihniyet mensupları daha sonra daha ileri giderek Hz. Peygamberi yüceltmek adına Kur’an’a aykırı pek çok görüş ürettiler. Hem de Kur’an ayetlerini alet ederek: Hz. Peygamberin kendiliğinden konuşmadığını, her sözünün ilahi vahye dayandığını söyler oldular.

“Ve ma Yentıku Anil heva. İn hüve illa vahyün yuha.” (O peygamber kendinden söylemiyor, o, ancak kendisine vahyedilen vahiydir.) Necm suresinin dördüncü ayetinde geçen “Hüve” O, zamirini Kur’an’a değil de Peygambere yöneltince, Peygamberin ağzından çıkan her söz vahiymiş gibi anlaşılıyor. Hâlbuki Bu zamirin Hz. Peygamberin tebliğ ettiği Kur’an’a delalet ettiğinde hiç şüphe yoktur.

İşin en acı yönü, hayatlarını İslami ilimlere adamış niye büyük âlimlerin kendilerini bu yanlış yoldan kurtaramamış olmalarıdır. Bu yanlış anlayışı İslam âlemine yayan iki âlimden birisi İbn Hazm’dır. (384-456) Hicri 5. Asır da Endülüsün bu büyük allamesi yukardaki ayeti zikrettikten sonra bakın ne diyor: “Allah’ın kitabı, Allah’ın her sözünün Allah’tan olduğunu gösterir.” (İbn Hazm, ihkam 2-77)

Bir başka eserinde, Hz Peygamberin hanımlarının, peygamberlerden ve meleklerden sonra insanların en Efdalı olduğunu söylüyor. Delili de Hz. Peygamberin Hz. Aişe’ye (Ehabbünnas) “En sevdiğim kimse” dediğini naklediyor ve yukarıda ki ayeti de kaydediyor. (El faslu fil milel, 4-118)

İkinci isim ise meşhur Gazalidir (450-505)

İbn Hazm’ın vefatında altı yaşında olan şarkın Huccetü-l İslamı Mustasfa’sında sünnet konusunu işlerken aynı Kanaatları açıklamıştır. Ona Göre Rasulüllah’ın sözü hüccettir. Çünkü Allah’ü Teâlâ Peygambere uymayı bize emretmiştir. Bir diğer sebep: Çünkü O (Peygamber) havasından konuşmaz… Fakat bir kısım vahiy tilavet edilmektedir: Kitap (Kur’an) ismi alır. Bir kısım vahiy de tilavet edilmez: Ona sünnet denir.

Usul kitapları yazmış bu allamelerimize şimdi bizler oturup hayıflanmaktan, onlara mağfiret dilemekten başka ne yapabiliriz.

Mesela: Ezan Sünnetinin tilavet edilmeyen vahiy olmadığını, ben Gazali merhuma nasıl ulaştırabilirim ki?

Ama bizden sonrakiler için yapabileceğimiz bir şey vardır. Geçmiş kültürümüzü Kitap ve Sünnet’in ışığında değerlendirme vazifesinin önemini kavratmak. İbn Hazm gibi düşünenleri, tarihi gerçeklerle tekzip etmeye devam edeceğiz İnşallah.