“sılada sılasız kaldım
suyum garip, aşım garip
ben kendime gurbet oldum
içim garip, dışım gar”
Abdürrahim KARAKOÇ
memleketlerimize 11 şehirden misafirlerimiz geldi. Yaşadıkları ikametgahlarından ayrılıp, kendilerine göre gurbet saydıkları il ve ilçelerde bize emanetler. İmtihanımız çok çetin. Bu dönemlerde daha bir hassas kalbe sahip olmamız gerekiyor. Aylardan Ramazan, tuttuğumuz orucumuzda hatırlatıyor garipliğimizi. Görmeyi bilen bir insan için bizim dediğimiz hiç bir şeyin kendimize ait olmadığını anlıyoruz. Ne her ay aldığımız mağaş, ne içinde oturduğumuz ev, ne en lüks saydığımız gözümüzden bile sakındığımız arabalarımız. Eşimiz, evladımız, en sevdiklerimiz bile üzerimize toprak atıp kabir alemine yaptığımız yolculukta bizleri yalnız bırakıyor. Anlayacağımız, dünyada yolumuz garip.
Misafir olduğumuzu hatırlamayıp, ev sahibi gibi yaşıyoruz. Her nimeti ev sahibinin verdiğini unutup, sahiplenmişiz, benim diyebileceğimiz şey, yanında götürebileceğin şeydir. Maalesef bu hakikati göz ardı edip, birde ev sahibinin işine karışma gafletinde bulunuyoruz.
Sultan II. Mahmud ile vezîri tebdîl-i kıyâfet dolaşıyorlarmış. Dağ bayır giderken, bir çobanın kulübesine rastlamışlar. Varıp kapısını çalmışlar. Çoban da misâfirlerini 'Kimsiniz?' demeden içeri almış. İçerisi bir hayli soğukmuş. Sobada da yanan bir şey yokmuş. Çoban bakmış ki misâfirleri üşüyecekler, “Bismillâh” demiş, köşedeki iskemleyi kaptığı gibi parçalamaya başlamış. Vaziyeti anlayan pâdişâh hemen müdahale etmiş:-Aman efendi, biz üşümüyoruz. Isınmak için iskemle yakılır mı?Çoban pâdişâhın sözünü duyunca, bir kızmış. Gelip pâdişâhın ensesine bir tokat patlatmış.-Bre densiz, bilmez misin ki ev sâhibinin işine karışılmaz?! Vezir kıpkırmızı olmuş. Ama tebdil-i kıyâfet olduklarından ne pâdişâh, ne o vaziyeti idâre etmişler. Neyse biraz oturup hoş beş etmişler. Pâdişâh çobanın ağzını aramış, ahâlinin vaziyeti hakkında epeyce konuşturmuş. Derken iskemle yanıp bitmiş. Bunu gören çoban da, bu sefer kendi oturduğu iskemleyi kaptığı gibi parçalamaya başlamış. Pâdişâh yine dayanamamış:-Dur ne yapıyorsun, bâri onu yakma, diye atılmış. Tabiî yine tokadı yemiş:-Demedim mi size ev sâhibinin işine karışılmaz, demiş çoban. Pâdişâh bu işe içerlermiş. “Ben de sana göstermezsem...” diye içinden bir plân kurmuş. Artık ayrılık vakti gelip vedâlaşırlarken pâdişâh çobana ismini, yurdunu söylemiş, eline kâğıt tutuşturmuş ve “Biz de seni bekleriz efendi” demiş. Pâdişâh sarayına dönmüş, aradan zaman geçmiş. Derken bir gün bizim çoban, yolları dolana dolana saraya gelmiş. Pâdişâhın misâfiri olduğunu söyleyip, elindeki kâğıdı göstermiş. Hemen pâdişâha haber vermişler. O da sarayın boğaza bakan bir balkonuna mükemmel bir sofra kurdurup, misâfirini buyur etmiş. Çoban, vezir ve pâdişâh birlikte sofraya oturmuşlar. Çoban iştahla yemeklerden yiyormuş. Pâdişâh da biten yemek lerin çok kıymetli gümüş, porselen tabaklarını tutup denize fırlatıyormuş. Yemek devâm ediyor, pâdişâh boşalan tabakları atıyormuş ama çobandan hiç ses çıkmıyormuş. Sanki böyle bir âdet varmışçasına denize giden güzelim tabaklara sesini çıkartmıyormuş. Sonunda vezir dayanamamış ve bir aralık pâdişâh yine bir tabağı atarken “Aman pâdişâhım, bütün tabakları
denize attınız. Onlar hazînenizin çok kıymetli parçalarıydı.” demiş. Çoban dönmüş ve vezirin ensesine bir tokat patlatmış:-Hâlâ öğrenemedin mi vezir efendi, ev sâhibinin işine karışılmaz!
“Garipler dörttür: Zalimin göğsündeki Kur'an, içinde namaz kılınmayan mescid, bir evdeki okunmayan Mushaf, kötü kimseler arasında bulunan salih kişi.” [Deylemi]
“İki garip şey var: Biri sefih [keyfine düşkün] kimseden çıkan ‘hikmetli sözü’ ki onu kabul edin. Diğeri hikmet ehlinden çıkan sefih sözü, ki onu affedin. Zira hiçbir hikmet ehli yoktur ki, ayağı sürçmesin ve tecrübe sahibi olmasın.” [Deylemi]
“Hakkın peşinde olmak, garip ve yalnız kalmak demektir.” [İbni Asakir]
Garip kimselerin genelde insanların yanında bir kıymeti yoksa da, Allahü Teâlânın katında değeri büyüktür.
Hadis-i Şeriflerde buyuruluyor ki:
“Garip, gurbette, Allah yolundaki mücahid gibidir. Gariplere ikram ediniz. Çünkü, kıyamette onların şefaat hakkı vardır. Umulur ki onların şefaati sebebi ile kurtulursunuz.” [Ebu Nuaym]
“Garip, hastalandığı zaman, sağına, soluna, önüne, arkasına bakıp da tanıdık birini görmediği vakit, Allahü Teâlâ onun günahlarını mağfiret eder.” [Deylemi]
“Garip iken ölen şehittir.” [İ. Asakir]
“Garibe yardım eden Cenneti hak eder.” [Deylemi]
“Müminin, doğduğu yerin dışında, garip olarak ölmesi nimettir.” [Taberani]
“Gariplerin dost ve yardımcısı Allah ve Resulüdür.” [Tirmizi]
“Garipler, çoğunlukta az olan salihlerdir. Bunları sevmeyen, sevenden çoktur.” [İ. Ahmed]
“Allahü Teâlâ buyuruyor ki: büyüklenmeyen, gününü Allah’ı anmakla geçiren, [Allah’ın razı olduğu işleri yapan] günahta ısrar etmeyip istigfar eden, aç doyuran, garibi koruyan, küçüğe merhamet, büyüğe saygı gösterenlerin namazlarını kabul ederim. Böyle bir kimselerin istediklerini veririm, dua ederlerse, dualarını kabul ederim.” [Darekutni]
“Mümin, dünyada gariptir.” [Ebu Nuaym]
Büyükler, “Mal, gurbette vatandır. Fakirlik vatanda gurbettir. Bir kimse, fakirse, nerede olursa olsun gariptir” buyuruyor. Şair de, "Ben gurbette değilim, gurbet benim içimde" diyor.
İbn Arabî Hz.lerine, Hakkel Yakîn olanlar için gurbet söz konusu değildir. Çünkü tasavvufta ruhların esas vatanı bu dünya değil, ruhlar âlemidir: “Asıl Vatan’dan ayrılan ruhlar, dünyada iken gariptirler ve oraya dönmenin hasreti içinde yaşarlar. Ruh, sırrının yolunu takip etmeye koyulunca, nefsi de zorlar ve nefis gurbete düşer. Bu sebeple Hakk’ı arayış gurbet diye isimlendirilmiştir.
“Bir garip ölmüş diyeler,
Üç günden sonra duyalar,
Soğuk sularla yuyalar,
Benim gibi garip olan.”
Yunus Emre Hazretleri
Rabbim bizi kıymet bilenlerden eylesin. Şehrimize gelen misafirlerimize karşı sorumluluklarımızla imtihandayız. Dünya sürgününde sınavımız bitmeyecek. Farkına varanlara ne mutlu. Her daim farkında olabilmemiz duasıyla.