Hâbib-i Acemî (r.a.) ilk zamanlarda Basra'da murâbahacılık (tefecilik) yapan bir sermayedâr idi. Her gün borç tahsil etmeye çıkardı. Şayet para alarak borcunu tahsil ederse ne âlâ, aksi hâlde ayak kirası alır ve bununla da o günün rızkını temin ederdi. Derken bir gün borç tahsil etmeye gitti ama aradığı şahsı evinde bulamadı. Borçlunun karısı:

-Sana verecek bir şeyim yoktur, sadece bayatlamış bir hayvan boynu kalmıştır. İstersen (buraya kadar gelerek emek sarf ettiğin için sana) onu verelim, dedi. Habîb teklifi kabul etti. Onu alarak evine getirdi, karısına:

-"Kazanı ocağa koy" diye emretti. Karısı:

-"Ekmek ve odun yok." deyince:

-"Gider aynı hile ile ekmek ve odun da getiririm" dedi. Gitti. Aynı usulle aldı ve getirdi. Kadın da yemeği yaptı. Bu esnada bir dilencinin sesi duyuldu. Habîb dilenciye:

-"Bunca zamandan beri sana o kadar şey veriyoruz, sen zengin olmadın ama biz fakir oluyoruz" diye sert bir şekilde bağırdı. Dilenci ümitsiz olarak geri dönüp gitti. Yemek getirmek üzere kazanın başına gelen kadın, kazandaki yemeğin kan kesildiğini görünce korktu. Habîb’e:

-Gel, gör, o dilenciye bağırmanın uğursuzluğu yüzünden ne olmuş? diye seslendi. Bu hâli gören Habîb'in gönlüne ateş düştü, yaptığına pişman oldu. Ertesi gün yine dışarı çıktı. Maksadı borçluları bulup alacağını tahsil etmek ve artık bundan böyle faize para vermemekti. Günlerden Cuma günü idi. Hasan-ı Basrî'nin meclisine gitmeye karar vermişti. Habîb, yolda oyun oynayan çocukların yanından geçerken; çocuklar:

-"Uzaklaşınız, ta ki tefeci Habîb'in tozu bize dokunmasın, eğer dokunursa onun gibi bedbaht oluruz." diye birbirlerini uyardılar. Bu söz Habîb'in çok gücüne gitti. Gitti, Hasan-ı Basrî'nin meclisinde tevbe etti. Vaaz meclisinden dışarı çıkınca, bir alacaklısı gördü, adam ondan kaçmak istiyordu. Bu hâli gören Habîb:

-Kaçma, kaçma! Şimdiye kadar senin benden kaçman gerekiyordu. Artık bundan böyle benim senden kaçmam gerekir, dedi.

Geri döndüğü zaman çocuklar hâlâ yolda bulunuyorlardı. Onu görünce, bu sefer de:

-Savulun, bizim tozumuz tevbekâr Habîb'e bulaşmasın, bulaşırsa Hakk'a âsî oluruz, diye birbirlerini uyardılar. Bunu üzerine Habîb:

-İlâhî! Seninle sulh yaptığım şu bir saat içinden, adımı iyi olarak ilân edip gönüllerin davulunu benim için çaldırdın, diye niyazda bulundu. Sonra:

-"Kimin Habîb'e bir şey vermesi gerekiyorsa, gelsin ve senedini alsın." diye ilân verdi.

Borçluların hepsi toplandı, birikmiş olan malların cümlesini (mahâlline) sarf etti, senetleri de iâde etti. Hatta elinde hiçbir şey kalmadı. Biri geldi, (bana da vermen gerekir diye) dâvada bulundu. Verecek bir şeyi olmadığı için ona üzerine giydiği elbisesini verdi ve  fakir düştü. Fırat nehrinin kenarında yaptığı bir zâviyede ibadetle meşgul oluyor, gündüzleri gidip Hasan-ı Basrî'den ilim tahsil ediyor ve bütün geceleri tamamiyle ibadet yaparak geçiriyordu. Kur'an'ı okumayı beceremediği için O'na "a'cemi" (gayr-ı Arabî) demişlerdi. Bir müddet geçtikten sonra karısı nafakasız kalınca:

-Ev için erzak lâzım dedi. Ama Habîb gündüzün zâviyesine gitti ve ibadetle meşgul oldu. Akşamleyin tekrar evine döndü. Karısı:

-Bir şey getirmedin mi? diye sorunca, Habîb:

-Benim, işinde çalışmış olduğum zât kerîmdir, kerem sahibi olduğu için ondan bir şey istemeye utandım, vakti gelince bizzat kendisi verecektir. Ücreti on günden on güne vermekte olduğunu söylüyor, dedi. Sonra ibadete koyuldu. On günlük süre doldu. Onuncu gün, bu gece eve ne götüreyim? diye endişelenmeye başladı. Bu düşünce ile evin yolunu tuttu. Hakk Teâlâ evine üç hamal, ay yüzlü bir oğlan gönderdi. Hamalın biri bir yük yağ, diğeri bir yük bal, üçüncüsü bir yük et ve ay yüzlü oğlan da içinde üç yüz dirhem bulunan bir kese getirmişlerdi. Oğlan Habîb'in karısına:

-Bunları (Habîb'in işinde çalışmakta olduğu) işveren göndermiştir. Ayrıca diyor ki: "Habîb'e söyle, o işini artırırsa, biz de ücretini artırırız." dedi ve bunu söyler söylemez geçip gitti. Akşam olunca, Habîb düşüne taşına üzgün bir şekilde eve geldi, pişen yemeklerin kokusunu aldı. Karısı kendisini karşıladı ve dedi ki:

-Kimin işinde çalışıyorsan, onun işini görmeye devam et. Zira O, kerem ve şefkat sahibi, iyi bir işverendir. Bugün şu kadar gıda maddesi gönderdi. Ayrıca da: "Habîb'e söyle, işini artırırsa, biz de ücretini artırırız." diye haber yollanmış. Bunun üzerine Habîb:

-Acâyip şey! On gün çalıştım, bana bu iyiliği yaptı, eğer daha fazla çalışırsam acaba ne yapar, bilemiyorum! dedi. Sonra dünyadan tamamıyla yüz çevirerek Hakk'â teveccüh etti. En nihayet, duası makbul olan büyüklerden biri oldu.