LİSANLAR, ALLAH’IN AYETİDİR
Kur’an kursumuzda iki veya üç Hocamız vardı. Hocalarımız da bizim gibi daha gençlerdi. Evli de değiller, henüz askerliklerini de yapmamışlardı. 150 ye yakın öğrenci oluyordu. İaşemiz genellikle yakın köylerden topladığımız yardımlardan oluşuyordu. Yazın buğday ve başka yiyecekler, Kurban Bayramında deri ve kurban etleri topluyorduk.
Altmış sene evvel yaşadığımız bu hayattan aklımda kalanlardan biri de sabah kahvaltımızdı. Bir masada dört veya beş kişi olurdu. Büyük su bardakları ile büyük kazanda kaynatılan su ile demlenmiş çayı kepçe ile doldururlardı. Bir küçük tabağa bolca zeytinyağının içine en fazla on tane zeytin konulurdu. Kişi başı iki zeytin alınca tabakta zeytin biterdi bizde birkaç günlük bayat ekmeğimizi tabağın dibinde kalmış olan yağa banarak yerdik. O da iki, üç lokmada bitince tabağa tuz dökerdik ve ekmeğimizi ona basarak sabah yemeğimizi tamamlardık.
İlim öğrenmenin hazzı ile günlerimiz geçerken topluca kıldığımız Yatsı namazından sonra Hocamız, Üstadımızdan nakledilen bir sözü yüksek bir saygı edası ile “Efendi hazretleri buyurmuş ki” diye söze başlar, tıpkı Peygamberimizden hadis rivayet edenler gibi yazılı bir metinden değil de eski Hocalardan yapılan nakille anlatırlardı.
O zamanki anlatılanlardan bir Örnek: “Efendi Hazretleri buyurmuşlar ki: Arapça fesahat, Faraşça belagat, Türkçe kabahat, diğerleri necasat. O günlerde okuduğumuz Arapça ile manasını anladığımız bu söz de ters gelmişti. Kur’an Arapça nazil olduğu için bu dilin belağatlı olması normal sayılabilirdi. Selçuklu, Osmanlı şairi Edebiyatçısı Divanlarını genellikle Farsça yazdıkları için ve Evliyaullah’ın lideri kabul edilen ve Mevlana diye anılan Celalettin Rumi ünlü kitabı Mesnevi’yi Farsça yazdığı nedenle Farsçanın da Fesahatli olduğunu kabul edilmiş olabilir.
Ama yaklaşık 1200 senedir Müslüman olan ve Müslümanların Haçlıya ve batıya karşı keskin kılıcı olan Türk toplumunun dilini kabahatli, ayıplı kabul etmesini şahsen bir çocuk olarak kabul edemedim. Yine Diğer dillerin necasat, yani pislikler diye nitelendirilmesi de kabul edilecek bir şey değildi. Daha evvel ki Peygamberlere gelen kitaplarında başka dillerden geldiğini bildiğim için bu sözü de kabul etmiyordum.
Daha sonraki zamanlarda Kur’an’ı anlayarak okumaya başlayınca gördüm ki Yüce Allah, Rum suresi 22. Ayette şöyle buyuruyor:
Yine göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da O’nun ayetlerinden/ delillerinden biridir. İşte bunda hak ve hakikati idrak edenler için nice ayetler/ibretler vardır.
Bu ayette Yüce Allah, bütün dillere ayetimdir derken iki medrese bitirmiş Bir Hocanın bu sözü söylemeyeceği kanatı bende pekişti. Sonrakiler düşünmeden bu sözü Süleyman Efendiye yakıştırmış olmalılar dedim.