Bazen ömrünü vakfettiğin bir durum öyle bir noktaya gelir ki tepe taklak olursun. Ne olduğunu bile fark edemeden kendini uçurumun dibinde bulursun.

Tüm kasların ezilmiş, kemiklerin tuz buz olmuştur.

Artık ölürüm dersin.

Sen, tam da öyle olmuşsun…

Hikâyen şöyle;

Bir ağaç yetiştirmek istemişsin…
En güzel tohumu seçmişsin,
En kaliteli toprağı bulmuş,
En özel yeri belirlemişsin,
O tohumdan en güzel ürünü alabilmek için,
Her türlü bilgiyi edinmişsin,
Bilenlere sormuş,
Deneyimlerini kullanmışsın,
Bütün yazılanları okumuş,
Bütün konuşulanları dinlemiş,
Bütün araştırmaları taramışsın…
Tüm öğrendiklerini harmanlamış,
Kendinin ve yetiştireceğinin tüm özelliklerini kavramışsın,
Sonra geçmişsin uygulamaya…
O, en iyisi olsun, demişsin.
Tüm varlığını seferber etmişsin,
Mevsimine göre davranmışsın,
Sıcaktan, soğuktan korumuş,
Kardan, doludan sakınmış,
Yağmurdan, rüzgârdan saklamışsın.
Toprağını havalandırmış,
Suyunu vermiş,
Kurularını ayıklamışsın,
Büyümüş, serpilmiş…

Hadi yürü, koş, istersen uç demişsin.

Biraz yürümüş, bazı çiçekleri solmuş,
Sonra,
Yeniden açmış,

Biraz koşmuş, bazı dalları kırılmış,
Sonra,
Yeniden çıkmış,

Biraz uçmuş, bazı kökleri sallanmış,
Sonra,
Yeniden tutunmuş.

Coşmuş yaprakları, dalları, göğsün kabarmış,
Mis kokmuş çiçekleri, gurur duymuşsun,

Bakmaya kıyamamış,
Seyretmeye doyamamışsın.

Sonra,
Ne mi olmuş?
O gitmiş, bütün köklerini kurutmuş…

Sen se,
Öylece, kalakalmışsın!

Eğer bir ağaç yetiştirmeye kararlıysan vazgeçmeyeceksin.

Öylece kalakalmanı bitirip, kuruyan kökleri yeniden yeşerteceksin…

Asla vazgeçmeyeceksin…