Görme engellilerin dünyası siyah diyen var, gözü görmeyen bir vatandaşa yardım eden bir kişiyi tarif ederken, karanlık dünyasına ışık oldu cümlesini kullanan var. Görme engellilerin dünyası karanlık mıdır? Kime göre ve neye göre karanlıktır? Bana karanlığı, siyahı anlatabilir misiniz? Bir büyüğüm bana “Bütün renklerin çıkış kaynağı siyahtır” demişti. İnsanın görüşü ne şekildeyse baktığı ve hissettiği ona görmek istediği biçimde görünür. Yeter ki bakmayı, bakarken görmeyi, görürken ise idrak etmeyi bilelim.

Etrafımızda görme engelliler var, gözü ışıktan mahrum, o yüzden dış dünyayı fiziken idrak edemiyorlar. Bir de başı üzerinde gözü olan, dünyanın bütün harikalarıyla karşılaşıp gözünü bile çevirmeye tenezzül etmeyenler var.

İnsanlar çok çeşitli bakış ve görüşe sahiptir. Bazıları dikende gül görür, bazısı sevapta günah, bazıları ise, günahta sevap görür. Güzeli çirkin gören de, çirkini güzel gören de insandır. Özü gören de insandır. Görmek istemeyerek gönül ve göz perdesini kapatan da insandır. Elimizi gözümüze kapasak ardımızı göremeyiz hava karanlıksa ışık yoksa bir metre önümüzü seçemeyiz. Ama görüyormuşuz gibi kalplere yorum yapmaktan kaçınmayız. Sahabe hanımlardan Ufeyre bin El-velid’in şöyle söylediği rivayet edilir: “Kalbin Allahüteala’ya karşı kör olması, dünya gözünün kör olmasından daha şiddetlidir. Allaha yemin ederim ki, Allahüteala’nın beni muhabbetinin künhüne vasıl kılması karşılığında bütün azalarımı almasını arzu ederdim.” (es-Safedinektu’l- himyan)

“Gönül gözü görmeyen, can gözünü neylesin. Sözü hoş söylemeyen, ten dilini neylesin.”

“Bakmak ayrı, görmek ayrı. Görmek istemeyene şişe dibindeki cam kalınlığında gözlük de taksan görmez.” Mucurlu Mustafa Efendi âmâ kimdir sorusuna şu cevabı verir; “Âmâ gözleri görmeyene denmez, didar-ı Hakk’ı görmekten mahrum olana denir.” Mevlâna Hazretleri ne güzel söylemiş; “İnsan gözdür görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa değeri odur…”

Bakmak ancak gözle olur, görmek akıl, kalp ve gözün devreye girmesiyle gerçekleşir. Bakmak bir göz hareketi görmek ise gönül ve şuur faaliyetidir. Bakarken üstün körü geçeriz, görüşte inceler seçer ve sezeriz. Görmek akıl etmek tüm kalbimizle hissetmektir. Yani sizin anlayacağınız, görmesini bilen bir kişi için, fiziki gözün kör olması onun görme engelli olduğu anlamına gelmez. Belki de bakma engelli diye biliriz.

Yaptıkları, yaşadıkları ve sözleriyle dünyaya adını altın harflerle kazıyan görme engellilerimiz vardır. Bunlardan biri de Âşık Veysel Şatıroğlu’dur. Âşık Veysel söylediği şiirleriyle asıl görme engelli kimdir sorusunu etrafındakilere sordurtmayı başarmış, hisleriyle acaba bu görüyor bizi mi kandırıyor diyerek çevresindekilerin şaka yollu takılmalarına maruz kalmıştır. Âşık Veysel’in hislerinin kuvvetli oluşuyla ilgili sizlere birkaç hikâye paylaşmak istiyorum.

Âşık Veysel’in kendisini terk etmiş ilk eşi Esme köy bakkalına alışveriş için gider. Bakkalda Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet Özkan ve hem Sivrialan’ın hem de çevre köylerin ileri gelenleri oturmaktadır. Esme Ana Âşık Veysel’i görmüştür, onun için de içeri girmeden, alışverişini işaretler aracılığıyla pencereden yapıp, evine dönmüştür. Daha sonra Âşık Veysel bakkal Mustafa’ya “Meyvenin sebzenin iyisinden verseydin bari” der. Mustafa “Kimse alışveriş yapmadı” diyerek konuyu değiştirmeye çalışır. Âşık Veysel “Peki camdan alışveriş yapan kimdi o zaman” diye sorar. Ortaköylü Tatığ’ın Oğlu Ali Âşık Veysel’e “Şatıroğlu sen kör değilsin, sen bizi aldatıyorsun” der. Diğerleri de “Gelen kişi hiç konuşmadı, görmedin de, peki nasıl bildin Esme’nin geldiğini ve alışveriş yaptığını” diye Âşık Veysel’e sorarlar. Âşık Veysel çok duygusallaşır, elini masaya birkaç defa sertçe vurur, “Onu kokusundan tanıdım, kokusundan” diye cevap verir.

Görmeyenler için, bir koku, hafif tınıda bir ses, görenlerin fark edemediği boş ver deyip geçtiği ayrıntılar gözleri görmeyenlere insanları tanıtan bir işaret oluveriyor.

Bir gün de spiker Âşık Veysel’le röportaj yaparken. Soruyor: “Ben ölünce mezarıma asla taş koymayın, çimento dökmeyin demişsin. Neden?” Elinde bağlaması, hafif kamburunu çıkarmış o her zamanki sakin, insanın içine işleyen masumiyetiyle konuşuyor : -Eğer gözlerim olaydı ben toprağı göremeyecektim. Özelliklerinin farkında olmayacaktım. Çiğneyip geçecektim toprağı. Ben öldükten sonra üzerimde otlar bitsin, çiçekler açsın.
Taş kapatır. Çimento örter. Hiç kimse istifade edemez. Benim toprağım da milletime hizmet etsin. Orada biten otlardan koyun yesin et olsun, kuzu yesin süt olsun, arı yesin bal olsun” der.

Üstüne bastığımız her bir karış toprağın farkına varmadıkça, yolda yanından geçtiğimiz, sohbetler ettiğimiz her bir insanı hissetmedikçe, derviş gönüllü olamayız.

Beni hor görme kardeşim,

Sen altınsın ben tunç muyum?

Aynı vardan var olmuşum,

Sen gümüşsün ben saç mıyım?

                         

Doktorlar gözünün açılacağını söyler Veysel’i ameliyat yapmak ister. O ise hayır cevabını verir. Çünkü kafasında şekillendirdiği dünyayı kaybedeceğini düşünür.

O öyle bir dünyadır ki, Cemil Meriç’in en iyi eserler ortaya koymasını sağlayan, Mitat Enç’e uzun çarşının uluları kitabını yazdırıp Gaziantep’i görüyormuş gibi anlattıran bir dünya. O dünya da Veysel de kıtaları çağlar aşacak şiirlerini yazmıştır.

Anlatamam derdimi dertsiz insana

Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez

Derdim bana derman imiş bilmedim

Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz

Kaynakça:

  1. Âşık Veysel, Deyişler (Haz: A. Kutsi Tecer), Ülkü Yayınları, Ankara 1944
  2. Tahir Kutsi, Âşık Veysel'in Dünyası, Bako Kültür Yayını, 2. Baskı, İstanbul 1992
  3. Turan Metin, Âşık Veysel, Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Merkezi
  4. Erdoğan Alkan, Kör Oldum Veysel Oldum, E Yayınları, İstanbul 1991