Annem ve babamın aslı Mersin ili Erdemli ilçesine dayanır. Babamlar daha önceleri annemler ise küçük bir çocukken Ereğli şehrine göç etmişler. Akrabalarımızın birçoğu Mersin ilindedir. Neslimizyörüktür. Yörük deyince yanlış anlayanlar, Türk filmlerinde bahsedilen, farklı tarzlarda yaşam süren bir kesim olarakdüşünülse de, Yörükler, Osmanlı’nın kuruluşunda, Selçuklunun çadırlarında medeniyet sürmüşler, ibadetlerini, örf ve âdetlerini kıl çadırlarda devam ettirmişlerdir. Şu anda çadır geleneği büyük ölçüde sona ermiş, modern hayat herkesi etkisi altına almış, artık yanık türkü söyleyenler, curasıyla türkü icra eden Hayri Devler tarihin tozlu sayfalarına karışmaya başlamışlardır. Türkülerle evimizdeki delta radyolarla tanışmıştım. Efem dalgası olmayan radyomuzla, müzik dinler, dinlediğim eserlerin hikâyelerini araştırmak isterdim. Beş yaşında çocukken, sıradaki türkü benim olsun diye ailemle oyunlar oynardım. Ela gözlüm ben bu elden gidersembestesini ezberlemiş, gelen misafirlerde bana söyletmeye başlamışlardı. Gurbet elde eğitim almak için gideceğim dönemleri biliyormuş gibi, bu türkü hafızamda yer etmişti. Nezahat Bayram’ın,Kara tren gelmez m’ola türkü sözleriyle düşüncelere dalar, anlamını bilmediğim, Belkıs Akkale’nin Cumbullu şarkısı çıkınca cumbulluyu, bizim yörelerde congalaz (cadı) ile özdeşleştirir korkardım. İlkokula başlayınca Niğde ilinde ailemi özleyince derdimi türkülere döker, “Buda gelir buda geçer ağlama.” derdim.

Saz çalmayı çok istemiş, memleketim Ereğli’de dönemin Konya milletvekili Hasan Avşar’dan saz talep etmiştim. Sonuç çıkmayınca Ereğli Belediye başkanı Rahmetli Kenan Akpınar bana bir cura hediye etmişti. O sevincimi anlatamam. Bir abimizinde kullanmadığı sazı bana vermesiyle hevesim artmış, fakat okulda müzik öğretmenimizin sazı çalamayınca şiddet uygulaması yüzünden hevesim kaçmış artık müziğe ilgim azalmıştı.

Geçen hafta vefat yıl dönümü olanNeşet Ertaş usta; doksanlı yıllarda Niğde’ye konsere gelmiş, değerli sanat adamının ismini o vakit duymuş, ilk defa gönül dağını kendi sesinden dinleme imkânı yakalamıştık. Mütevazılığı, saygısı bizlerde daha o vakitlerde hayranlık uyandırmıştı. Niğde’de Ali Ercan dedemizle de tanışmış, Rabbim uzun ömürler versin, türkü ve ilahileriyle, sesini duyunca mutlu olmuştuk.

Sivas ilinde de farklı ozanlarımızla muhabbet etme imkanı yakalamıştık. Âşıklar, ozanlar, Türk toplumunun olmazsa olmaz değerleri, tarihten geleceğe, haykıran sesleridir. Türk’e ait ne varsa, sanat müziği ve halk müziğimiz korunmalı, genç nesillerin ilgisi Türk müziğine yöneltilmelidir. Nasıl ki arabesk müzikten rahatsızlık duyuyorsak, diğer kültürlerin müzikleri de aynı hassasiyeti gönüllerde uyandırmalı, genç nesiller uyarılmalıdır. Curası elinde rahmetli Hayri Dev gibi sanatçıları anlatan programlar düzenlenmeli, Neşet ustalar daha çok bilinmelidir. Yaşayan ozanlarımıza ve âşıklarımıza sağlığında hak ettiği değerler gösterilmelidir. Kör ölünce badem gözlü, kel ölünce sırma saçlı olmadan yaşarken saçlar ve gözler hak eden asıl sahiplerine iade edilmelidir.

Nasreddin Hoca cemaatine; “Ben ölürsem musalla taşında size nasıl bilirsiniz diye sorduklarında ne dersiniz? Cemaat hep bir ağızdan; “O da söz mü hocam tabii ki iyi bilirdik diyeceğiz”. Hoca cevabı yapıştırır, “Bu sözü ben ölmeden sağlığımda neden demezsiniz?” der.