Yıllardır bizi kendisine hayran bırakan bir insanla tanışma şerefine kavuştum. Sosyal medyadan arkadaş olduk, İnşallah yüz yüze de görüşüp konuşur, hasret gideririz. Ragıp Karadayı. Erzurum’da yetişmiş, hayatını sanata adamış, küçüklüğümüzde zihnimize yer eden, tarihimizi ve ceddimizi tanımamızı sağlayan Delibalta dizisinin oluşmasında emek harcamış, sayısız yapıtlara imza atmış, kıymetli bir abimiz. Geçen ay değerli babası Erzurumlu Hafız Lütfi’nin vefatıyla hepimiz üzüldük ve ardından dua ettik. Makamı cennet olsun. Sosyal medyadan bölümler hâlinde bizlere babası Erzurumlu Hafız Lütfi Efendi’nin hayatını anlatmaya başladı, bu yazıların birinde nefis ve kalple ilgili kısım vardı. Alıntılayarak sizlerle paylaşmak istiyorum.

Kalp, göğsümüzün sol tarafındaki et parçası değildir. Buna yürek denir, hayvanlarda da aynısı bulunur. Kalp, yürekte bulunan bir kuvvettir, görülmez. Ampulde bulunan elektrik cereyanı gibidir. Ampul yürek ise, ışığı da kalptir, buna gönül de denir.

Gönül insanlarda bulunur, hayvanlarda bulunmaz. Bedendeki bütün azalar, kalbin emrindedir. His uzuvlarımızın duydukları, hissettikleri kalpte toplanır. İnsanın inanmak, sevmek, korkmak, kalbindedir. İtikat eden yani iman eden, kâfir olan, kalptir. Kalbi temiz olan, dine uyar. Güzel, iyi ahlakın ve kötü huyların yeri kalptir. Allahuteala peygamberleri, kalbi temizlemek için gönderdi. Kalbi temiz olan, herkese iyilik eder. Dünyada rahat, huzur içinde yaşarlar. Ahirette de, ebedi, sonsuz saadete kavuşurlar.

Yürekli, cesur demek iken, kalbi var demek; yüreği hasta demektir. Yüreksiz, cesaretsiz, korkak demek iken, kalpsiz, merhametsiz demektir. Gönül kalp demek ise de, gönülsüz demek, kalpsiz demek değildir. Gönülsüz; isteksiz demektir. Türkçeden başka dile tercüme yapılırken, kalp eşittir yürek diye tercüme edilirse, işte böyle tuhaflıklar olur. Gönül bir de nefis anlamına gelir. Nefis kelimesi, yirmiyi aşkın manada kullanılmaktadır. Ruh, can, kan, benlik, iç, kalp, büyüklük, yücelik, irade gibi. Fakat daha çok iki manası vardır:

Birincisi, bir şeyin özü, kendisi, kişi. Mesela, Kur'an-ı Kerim’de: “Her nefis, ölümü tadıcıdır” buyuruluyor.

İkincisi, dine uymayan isteklerin kaynağı olarak kullanılır. Buna nefs-i emmare de denir. Bu nefis, Allahuteala’nın düşmanıdır. Mesela hadis-i kudside: “Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır” buyurulmuştur.

Bir yaşanmış hadiseyle NEFSİN ne demek olduğunu özetlemek istiyorum:
Abdurrahman bin Muhammed Şeyhizade'nin yazdığı Mecmau’l-Enhûr adında çok kıymetli bir fıkıh kitabı vardır. Fakat kitabın yazarı bu isimle değil, “DAMAD” ismi ile meşhur olmuştur. Böyle olmasının ibretli hikâyesi şöyle:

Abdurrahman Efendi, medrese talebesi iken Edirnekapı'nın dışında iki odalı bir bağ evinde kalıyormuş. Dışarısı karlı ve fırtınalı bir gecede, evin kapısı çalınmış. Kalkıp açmış. Bir de ne görsün? Genç ve güzel bir kız karşısında ona bakmıyor mu? Kapıya gelen bu kız: “Yolumu kaybettim, beni bu gece misafir alır mısınız, dışarısı çok soğuk?” diye âdeta yalvarıyormuş. Genç talebe, ne yapacağını şaşırsa da acımış, onu ayrı bir odaya almış ve kapıyı kapatmış. Mum ışığında ders çalışmasına devam ediyormuş. Kız da uyuyamamış. Aradan biraz zaman geçince kız merak edip kapı aralığından bakmış; gencin ders çalışırken arada bir elini muma tutup parmakları yanınca geri çektiğini ve tekrar ders çalışmaya devam ettiğini görmüş... Sabah olunca kız çıkıp evine dönmüş. Merak eden ailesine: “Fırtınadan evimizin yolunu kaybettim, dolaşırken Edirnekapı civarında bir ışık gördüm, oraya sığındım, bir medrese talebesi ders çalışıyormuş, rica etmem üzere beni içeri aldı. Orada kalıp sabahleyin ayrılıp geldim.” demiş. Babası, endişelenince, “Beni, ayrı bir odaya aldı, o kendi odasında ders çalıştı, bir ara kapı aralığından baktım, derse ara verip mumda parmağını yakıyordu, sabaha kadar, ara ara hep mumda parmağını yaktı” diye de ilave etmiş.

Meğer bu genç kız vezirin kızıymış. Vezir, iki asker gönderip bu genç talebeyi makamına getirtmiş. Olup biteni bir de ondan dinlemiş. Sonra, elini mum alevine tutmasının sebebini sormuş. Genç talebe de yani, Abdurrahman bin Muhammed Şeyhizade şöyle anlatmış: “Efendim, ders çalışırken şeytan vesvese vermeye başladı, ben de böyle yapıp kendime, 'Eğer şeytana uyarsan yarın vücudunun tamamı yanacak şimdi sadece parmağın acısına dayanamıyorsun bütün vücudun yanınca nasıl dayanacaksın?' dedim, nefsimi bastırdım, kızınızın yüzüne bile bakmadım.”

Vezir bu anlatılanlardan pek etkilenip bu gence; kızını almasını, kendisine damat olmasını teklif etmiş. O da kabul etmiş.

Genç evliyken tahsiline devam edip tamamlamış, daha sonra ulemanın büyüklerinden olmuş, çok kıymetli bir fıkıh kitabı yazmış. Bu hadiseden dolayı, hakiki adı, gerçek ismi unutulup “Damat” ismi ile meşhur olmuş.

Her insanın böyle değişik imtihanları vardır. Kimi kazanır abat olur, kimi kaybeder, berbat olur. Tercih insanlara bırakılmıştır.