Dünya tarihinin hiçbir safhası, Türklerin varlığını ve etkisini hesaba katmadan anlaşılamaz.
Avrupa’dan Orta Doğu’ya, Slav coğrafyasından Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırlarına kadar, tarihin her döneminde Türklerin izini görmek mümkündür. Bu köklü medeniyet, sadece var olduğu toprakları şekillendirmekle kalmamış, dünya tarihinin seyrini de belirlemiştir. Türkler olmadan Orta Çağ’ın derinliklerine inilemez, Rönesans’ın kökeni tam anlamıyla kavranamaz, hatta modern dünya savaşları bile eksik kalır.
İşte bu derin tarih bilincinin mirası, 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşuyla yeni bir aşamaya taşındı. Milletimizin adı, bu tarihte devletin adı oldu: Türkiye. Bu, tarih boyunca var olan bir kavmin, ilk kez resmi bir devlet ismiyle dünya sahnesinde yer almasıydı. O zamana kadar "Türk İmparatorluğu" veya coğrafi olarak "Türkiye" diye anılan topraklarımızın, devletin adı olarak “Türkiye” ifadesini kullanması büyük bir anlam taşıyordu. Bu adım, 1400 yıl sonra devlet hayatında "Türk" isminin resmen kullanılmasını sağladı ve bağımsızlık savaşımızın önemli yapı taşlarından biri oldu.
1920’den Lozan Antlaşması’na kadar geçen süre zarfında Türkiye, bir "meclis hükümeti" olarak devam etti. Cumhuriyet henüz ilan edilmemişti, ama bu yıllar, bağımsızlık mücadelesinin temelinin atıldığı, işgalcilere karşı verilen direnişin örgütlendiği bir dönemdi. Zaferimiz, bu üç yıllık meclis hükümeti sürecinin eseriydi. Cumhuriyetin ilanı ise sadece bu mücadelenin doğal bir devamıydı. Osmanlı, Türklerin imparatorluğuydu; Cumhuriyet ise yine Türk milletinin iradesini temsil eden yeni bir yönetim şekli oldu.
Atatürk, bir Türk milliyetçisiydi. Milliyetçiliği dar bir çerçevede değil, evrensel değerlerle birleştirerek halkına sundu. Onun ilime, bilime, eğitime verdiği önem, bu büyük devletin 101 yıl boyunca her türlü zorluğu aşabilmesinin temel sebeplerindendir. Atatürk’ün ileri görüşlülüğü, gençliğe seslenişinde de kendini gösterir. "Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur" diyerek, Türk gençliğini hem Cumhuriyetine hem de istiklaline sahip çıkmaya çağırmıştı. Bugün, aradan geçen bir asırdan fazla süreye rağmen, Atatürk’ün bu çağrısı hala yankılanıyor.
Cumhuriyetimizin kurucusu ve ebedi Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını, istiklal mücadelemizi omuzlayan şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmetle, saygıyla ve minnetle anıyorum. Onların bizlere bıraktığı bu kutsal emanet, bugün hala dimdik ayakta ve geleceğe umutla bakan bir Türkiye'yi simgeliyor. Atatürk’ün mirası olan Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve yaşatmak, her Türk gencinin öncelikli vazifesi…
Cumhuriyetin 101. yaşını kutlarken, bir kez daha hatırlatmak isterim ki, bu topraklarda özgürce yaşayabilmemizi sağlayan, bağımsızlık ve egemenlik ruhunu bizlere aşılayan Atatürk’e ve onunla birlikte Cumhuriyeti kuran tüm kahramanlara çok şey borçluyuz. Bu Cumhuriyet, nice badireler atlatsa da ayakta kalmaya devam edecek. Onun ruhu ve Türk milletinin azmi, geleceğin en büyük teminatı…
Ne mutlu bize ki, 101 yıl önce temelleri atılan bu devlet, bugün hala güçlü bir şekilde varlığını sürdürüyor ve sürdürmeye devam edecek. Ne mutlu Türk’üm diyene!
Türkiye Cumhuriyeti’mizin 101. yaşı kutlu olsun, nice Cumhuriyet Bayramlarına.