Medyada Türkçe Katliamı!
“Dil; bir ülkenin en büyük değeridir, dili yok ettiğiniz zaman ülke yok olur. Bozuk olan her şeyi düzeltebilirsiniz ama dil bozulursa o ülke batar.” Bu söz ülkemizin modern anlamdaki (belki de) ilk filozofu olan Ziya Gökalp’a ait.
Kamudan başlamak üzere; günlük hayatta, artık çığ gibi büyümüş ve kontrolü neredeyse imkânsız hale gelmiş olan sosyal medyada, yazılı ve görsel basında; hunharca, canice Türkçeyi adeta katleder hale gelmiş durumdayız! En tehlikeli ve en vahim olanı da bu durumun kanıksanması, neredeyse vaka-i adiyeden sayılır bir duruma gelmiş olması!
Basın demişken, kabul etmek gerekirse, yazılıdan çok görsel basının egemenliği söz konusu. Burada elbette ki tv kanalları doğal olarak uzak ara birinci sıradaki yerini korumakta olup, bu birinciliği de kolay kolay kaptırmayacak gibi görünmekte. Halkın vergileriyle var olan ve Anayasal bir kuruluş olan Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT) dâhil, çok izlenen diğer tv kanallarının belli ki çok daha mühim işleri var ki, bu tür “basit” işlere ayıracak zamanları olmasa gerek! TRT demişken; 70’li, 80’li, 90’lı yıllarda ezbere bilinirdi genel müdürünün adı, mevcut genel müdürün adını (Google’a bakmadan) bir çırpıda söyleyebilecek kaç kişi var acaba?
En çok izlenen ve takip edilen dediğimiz tv kanallarının çok önemli işleri ve görevleri olduğunu tahmin etmiş ve o bakımdan Türkçe gibi “gereksiz”(!) işlere zamanları olmadığını vurgulamıştık ya; özellikle geçmişin “western türü” kovboy filmlerine rahmet okutacak dizilerin başta olduğunu görerek haklarını teslim etme durumunda olduğunu itiraf etmeliyiz. Bu nasıl bir “kontrolsüz güçtür ki” prime time denilen, yani akşam 21.00-24.00 arası zaman diliminde, insanların çoluk çocuk hep birlikte baktıkları bir zamanda, yüz kızartmaya kadar varan bu yayınları yapabilmekteler? Yine kitlelerin kahir ekseriyetle izledikleri maç yayınları ayrı bir fecaat durum. Öncelikle futbolun gerek ülkemizde gerekse dünyada 1 numaralı spor organizasyonu olduğu gerçeğinin altını çizerek ve bu gerçeğin yakın bir zaman diliminde değişmeyeceği varsayımını belirterek konuya girmiş olalım:
Ülkemizdeki futbol yayınlarının büyük kısmının, özellikle Süper Lig yayınlarının Katarlı bir kuruluşa ait olduğu herkesin malumu. Azınlıkta kalan ve çeşitli yayın kuruluşları tarafından gerçekleştirilen diğer yayınlarla birlikte devasa bir yayın pastası var orta yerde. E haliyle, paranın bu kadar çok, denetimin bu kadar az olduğu bir yerde de, Türkçe’nin güzel kullanılmasıymış, imla bozukluklarıymış, hatalı cümlelermiş kimin umurunda olur ki! İşte aklını bu tür “lüzumsuz” işlere takmış bizim gibi sayıları pek fazla olmayan küçük bir grubu saymazsak! Böyle düşünenleri, yazının en başındaki Ziya Gökalp cümlelerini bir kez, on kez, yüz kez okumaya ve ezberlemeye davet ediyoruz. Aşağıdaki ibret niteliğindeki her iki resimdeki (Ara Güler resim derdi) umursamazlık da bu davetin içerisindedir…
ATASÖZLERİMİZ: “Balta sapını yonamaz.” (İnsan en küçük bir iş için bile başkasına muhtaçtır.) Türk Atasözleri Sözlüğü
GÜNÜN SÖZÜ: “Anlamayanlar için dilimi, değersizler için kalbimi yormadığım günden beri mutluyum.” Kurt Vonnegut
ROMAN: Hep Atatürk’ün Yanında – Salih Bozok-Cemil. S.Bozok (Baba–Oğul Bozok’ lardan anılar) İlk Yayımlanma Tarihi: Mayıs 1985
Hep Atatürk’ün yanında olduğu bilinir Salih Bozok’un. Çocukluk ve okul arkadaşı, hatta uzaktan da olsa akrabası. İlk subaylık yılları, daha sonra Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna değin yaveri. Kısa bir ayrılıktan sonra Kurtuluş Savaşı yıllarının Ankara’sında yine birlikteler ve yine yaveri. İkinci Meclis’te Yozgat milletvekilidir Salih Bozok ve soyadı kanunu ile birlikte Yozgat’ın tarihsel adı olan “Bozok’u” alır. Bu kitapta oğul Bozok’un anıları Baba Bozok’tan önceye alınmıştır. Salih Bozok’un 25 Nisan vefatının 84. Yılında, anısına saygıyla…
ŞİİR: Adsız Bir Çiçek- Edip Cansever- 28 Nisan, 39. vefat yıldönümünde anısına saygıyla…
Rengini dünyaya ilk defa sunan
Adsız bir çiçek gibi parlıyorsa gözlerim
Sevgilim
Bana "sen bir şairsin" dediğin zaman.
Yalnız sana yazıyorum bu şiiri
İstersen bir şiir gibi okuma
Çünkü her yıl yeniden yazacağım onu
Soğuklar başlayınca havalanıp
Millerce yol katettikten sonra
Güneyi tadan bir kuşun sevinciyle.
Ve yazmış olacağım bir de
Her dönemde her çağda
Sevdanın kendine özgü diliyle
OYUN: “Oyun kuramı, toplumsal yaşamda bulunan üç farklı tür birbirine bağlılığı aynı anda değerlendirmek için kullanabileceğimiz bir araç olarak görülebilir. 1) Bireyin ödülü herkesin ödülüne bağlıdır (kıskançlık, özgecilik vb. yoluyla) 2) Bireyin ödülü herkesin eylemine bağlıdır (genel toplumsal nedensellik yoluyla) 3) Bireyin eylemi herkesin eylemine bağlıdır (stratejik akıl yürütme yoluyla). Bu sonuncusu, oyun kuramının kendi katkısıdır. Ancak bence bu kuram bir sonraki maddeyi açıklayamaz. 4) Bireyin arzuları herkesin eylemine bağlıdır. Burada söylenmek istenen, bireysel tercih ve planların köken itibariyle toplumsal olduğudur .” Jon Elster/Ekşi Üzümler/Metis
ARZUHAL: “Gergin dönüyordum, kendimi eski pozlarda tanıyamamaktan, iflah olmaz derecede yabancı görünmekten, insanların arasında kaybolmaktan korkuyordum. İniş pisti nihayet göründüğünde, bütün başlangıçlar arasında en zorunun kuşkusuz dönüşüm mecbur kıldığı başlangıç olduğunu düşündüm. Dönencelerin tartışmasız yeşilin görüp tanıdığımda, bütün arzu nesneleri arasında en baştan çıkarıcı ve korkunç olanın, hiç kuşkusuz kendi kökenimizi yansıtan şey olduğunu düşündüm.” Carlos Fonseca/Hayvan Müzesi/ Metis
NORMAL-ANORMAL: ”Psikolojide ‘normal’ dediğimiz şey aslında ortalamanın bir psikopatolojisidir, o kadar dramatik olmayan ve öyle geniş bir alana yayılmış bir şeydir ki, çoğu zaman farkına bile varmayız.” Abraham Maslow/Metis
RÜYA: “İnsanın rüyaları iki türlüdür: Sıradan hayatın ayrıntıları, kaygıları, arzuları ve günahlarıyla dolu birinci tür rüyalar, hafızanın engin tuvaline yerli yersiz işlenmiş, gündüz gözüyle görülen nesneleri az çok tuhaf bir biçimde birleştirir. Bu doğal bir rüya görmedir; bizzat insanın kendisidir. Fakat ikinci tür rüyalara gelince, bu rüyalar uyuyan kişinin karakteri, hayatı ve tutkularıyla alakasız ve bağlantısız olan, saçma ve beklenmedik rüyalardır. Bu rüyalar uyuyan kişinin zihninde üretilmiş sembolik resimlerdir; öğrenilmesi gereken bir sözlük, bilge adamların anahtarına sahip olabileceği bir dildir.” Charles Baudelaire/Şarabın Şiiri & Esrarın Şiiri/Metis
İNSAN ÜZERİNE: “İnsanlar çok uzun zamandır kendi yansımalarına bakıyor, kendileri hakkında düşünüyorlar, fakat biraz daha dikkatle baktığımızda aynada yansımasını gördüğümüz savan maymununun doğasını giderek daha iyi anlıyoruz. Aynaya dikkatle bakarsak, bal kuşuna ıslık çalan bir Boran avcısını, serpilmiş bir akasya ağacının sunduğu davetkâr gölgeyi ve çayırlarda saklı bir pitonu göz ucuyla görebiliriz. Rahatlatıcı bir görüntüdür bu. Neredeyse 4 milyar yılı aşkın bir zamandır yeryüzünde gelişen yaşamın bir parçası olduğumuzu hissettiren bu esinleyici imgeye dalıp gitmekten keyif alabiliriz, almalıyız da.” Gordon H. Orians/Yılanlar, Gün Doğumları ve Shakespeare/Metis
ÜTOPYA: “’İnsan insana nasıl hükmeder, Winston?’ Winston biraz düşünüp, ‘Acı çektirerek’ dedi. ‘Tamam işte. Acı çektirerek. Boyun eğmek yetmez. Acı çekmiyorsa, kendi iradesine değil de senin iradene boyun eğdiğinden nasıl emin olacaksın? Hükmetmek, acı çektirmekle ve aşağılamayla olur. Hükmetmek, insanların zihinlerini darmadağın etmek, sonra da dilediğin gibi biçimlendirerek bir araya getirmekle olur. Nasıl bir dünya yaratmakta olduğumuzu anlamaya başladın mı? Eski reformcuların hayalini kurduğu o enayi, zevk düşkünü ütopyaların tam tersi bir dünya.’” George Orwell/Bin Dokuz Yüz Seksen Dört/ Metis
YALAN: “Yalanlarınız gerçeğin kendisinden daha makul olsun, olsun ki yorgun gezginler huzur bulsun.” Czeslaw Milosz /Metis
DELİ: “Psikiyatristler ile diğer zihinsel özürlüler arasındaki fark, aşağı yukarı, dışbükey ile içbükey arasındaki ilişki gibidir.” Karl Kraus/ Deyişler ve Karşı Deyişler/Metis
AİLE: “Mutluluk büyük, sevgi dolu, sıkı sıkıya kenetlenmiş bir aileye sahip olmaktır. Başka bir şehirde yaşadıkları sürece.” George Burns/Metis
TEBESSÜM: Şair Eşref, kaymakam olarak atandığı bir ilçede göreve başlar başlamaz, Hükümet binasının çatısının altında onlarca leğen vs. olduğunu görür. Sorar ‘ne bunlar’ diye, ‘efendim çatımız akmaktadır, onun için bu kap kacakla önlem alıyoruz’ derler. Sadaret makamına derhal bir istida (dilekçe) yazdırarak tahsisat (ödenek) ister. Çok çabuk olmayan bir zaman dilimi içinde cevap gelir; “Nerelerin akmakta olduğunun bildirilmesine” Şair Eşref bu; hemen cevabı istidayı yazdırır; ‘Musluklar hariç her yer…’