BİR GÜN HER ŞEYİ ANLATAMADAN GİDECEĞİM
Ön yargı, kişi ya da olayla ilgili bilgi ve kanıt olmadan peşin bir karara varmış olma durumudur. Ön yargı, insanların düşüncesizliğine bir kılıftır.
Ön yargılar kişinin, topluluğun ve nesnenin karşısında olmak ya da yanında olmak biçiminde ortaya çıkabilir; ama genellikle olumsuz; karşı olmak şeklindedir.
Davranışa dönüşen ön yargılar toplumsal iletişimi olmazlara ve olumsuzluğa sürükler. Ön yargı, haklı gerekçesi olmadan taraf tutma biçimidir.
“Başka söze ne hacet” türünden güzel örneklerle konumuzu netleştirelim:
Bir zamanlar dört oğlu olan bir bilge kişi varmış. Çocuklarına ön yargılı olmamalarını öğretmek için bir uygulama arzulamış. Her birini ayrı zamanlarda uzak bir yerde bulunan ağacın yanına göndermiş. Dönüşlerinde kendisini bilgilendirmelerini istemiş. İlk giden oğlu kışın, ikinci oğlu ilkbaharda, üçüncü oğlu yazın, dördüncü oğlu sonbaharda gitmiş. Sonra bir gün hepsini bir araya toplamış ve ne gördüklerini sormuş. İlk giden oğlu ağacın çirkin, yaşlı ve kupkuru olduğunu söylemiş. İkinci oğlu, “Hayır yeşillikle doluydu ve canlıydı” demiş. Üçüncü oğlu ; “Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki, daha önce hiç böyle bir güzellik görmemiştim” demiş. Dördüncü oğlu, kardeşlerinin yanlış bilgilendirdiğini ve ağacın meyvelerle dolu, canlı ve hayat taşıyor olduğunu iddia etmiş.
Bilge baba, hepsinin bilgilendirmelerinin yanlış olmadığını söylemiş ve şu açıklamayı onlarla paylaşmış: “ Her biriniz farklı mevsimlerde bu ağacı görmeye gittiniz. Gördüğünüz ağacı bir mevsim tanıdıktan sonra karara vardınız; yeterli bilgi sahibi olamadan vardığınız sonuçlara ön yargı denir ki, birliğinize ve beraberliğinize zararı büyüktür…
Küçük kız elinde iki elma tutuyormuş. Annesi yanına gelmiş, yumuşak ses tonuyla kızına gülümseyerek; “Hayatım, elmalarından bir tanesini bana verir misin?” demiş. Küçük kız bir an annesine bakmış ve hemen hızlıca elmalardan birini ısırmış. Hemen ardından da diğerini…
Anne her ne kadar gülümsemeye çalışsa da; kızının hayal kırıklığı yaratan egoist bir davranışta bulunduğuna hükmetmiş. Tam bu konuda kızına açıklamaya hazırlanırken; küçük kız ısırdığı iki elmadan birisini annesine uzatmış ve tatlı bir gülümsemeyle; “ Anneciğim, bu elma daha tatlı, sen bunu ye.” demiş…
Bir okulda, duvarları çocukların kahkahaları ve fısıltılarıyla yankılanan bir yerde, fedakâr bir öğretmen yılsonu gösterisi için öğrencilerini özel bir şarkıya hazırlamıştı. Sayısız titiz prova sonrasında büyük gün geldi çattı. Çocuklar, en güzel kıyafetlerini giymiş, annelerini büyülemek için hazır bekliyorlardı. Perde açıldı ve ilk notalar havaya yayıldı; yumuşak ve uyum içindeydi. Ancak melodik seslerin arasında bir kız çocuğu dikkat çekiyordu. Arkadaşlarından uzaklaşmış, elleri havada dans ediyor, bedeni tuhaf bir zarafetle hareket ediyor, yüzü ise abartılı, neredeyse karikatürize edilmiş duygular yansıtıyordu. Hareketleri müziğe eşlik etmekten çok onu bozuyor, grubun uyumunu tehdit ediyordu.
Öğretmen, şaşkınlık içinde onu uyardı, ancak nafile. Sinirlenerek sahneden indirmek için ona doğru ilerledi, ancak kız, bir yılan gibi kayarak elinden kaçtı ve sıra dışı hareketlerine devam etti. Seyircilerin kahkahaları, küçük kızın neşesiyle birleşerek öğretmenin utancını daha da artırdı. Tam o anda, öğretmen, okul müdiresinin bakışlarıyla karşılaştı; yüzü utançtan kıpkırmızıydı. Müdire, kararlı bir şekilde ilerleyerek yaramaz kızı okuldan atmayı önerdi. Öğretmen, sıkışan yüreğiyle bu teklifi kabul etti. Fakat beklenmedik bir şey oldu. Küçük kızın annesi, seyircilerin arasında ayağa kalkmış, coşkuyla kızını alkışlıyor, sessizce onun devam etmesini teşvik ediyordu. Bu manzara, öğretmeni derinden etkiledi.
Gösteriden sonra öğretmen küçük kıza yaklaştı, kolundan tutarak titreyen bir sesle sordu:
“Neden arkadaşlarınla birlikte şarkı söylemedin? Neden bu garip hareketleri yaptın?”
Küçük kız, içten ve saf bir ifadeyle cevap verdi:
“Çünkü annem buradaydı.”
Öğretmen, şaşkınlık içinde devamını bekledi.
Küçük kız açıkladı:
“Annem ne duyabiliyor ne de konuşabiliyor. Ona şarkının sözlerini göstermek istedim, böylece diğer anneler gibi o da mutlu olabilirdi.”
Bu sözler, öğretmenin kalbine saplanan bir ok gibi oldu. Küçük kızı gözyaşları içinde kollarına aldı ve salonda bir anda herkesin boğazı düğümlendi.
Müdire, duygulanarak küçük kızın cesareti ve kararlılığı için onu ödüllendirmeye karar verdi ve ona “örnek öğrenci” unvanını verdi. Küçük kız, annesinin elini tutarak sahneden ayrıldı, yüreği hafif, ayakları neredeyse dans eder gibi.
Bu hikâye bize, başkalarının davranışlarını hemen yargılamamayı, her zaman görünüşün ötesindeki gerçeği aramayı ve anlayış ile merhameti yaşamımızın merkezine koymamız gerektiğini öğretiyor.
24 yaşındaki genç, otobüsün camından dışarı bakıp heyecanla;
“Baba bak, ağaçlar geriye gidiyor! Bak, bulutlar üzerimize geliyor!”diye coşuyordu.
Yandaki yolcu babasına;
“Sanırım onu iyi bir doktora götürmelisiniz”
Babası;
“Biz de doktordan geliyoruz. Oğlum kördü ve ilk defa görmeye başladı.
Tıp fakültesi okuyan intörn bir arkadaşım anlatmıştı. Hastanemizde küçük kızların kullandığı bir saati her gün koluna takarak üniversiteye gelen hocamız vardı, sürekli güler içten içe hocamızla dalga geçerdik, neden böyle bir saat taktığını sorgular, arkadaşlar arasında alay konusu ederdik, sonradan öğrendik ki; hocamızın küçük kızı trafik kazasında hayatını kaybetmiş. Evladının saatini hocamız hiç kolundan çıkarmak istemiyormuş.
Bilmeden yargılamayalım.
Okulda bir öğretmen tekrarlayan günlerde küçük çocuğa “senin annen ihmalkâr bir kadın, seninle hiç ilgilenmiyor, sürekli okula pasaklı geliyorsun diye onu arkadaşının içinde rencide ediyordu. Çocuk bu duruma içerliyor ama bir şey diyemiyordu. Annesinin mezarına gidip öğretmeninin ona dediklerini gözyaşıyla anlatıyordu. Keşke öğretmen beni anlamayı deneseydi diye dilinden cümleler dökülüyordu.
Ön yargı öldürür.