ANNELER VE DEĞERLER EĞİTİMİ
Anne-babaların ve eğitimcilerin ideal insan tanımına yaklaşan kişiler yetiştirebilmeleri için çocuklarına küçük yaşlarda kazandırmaları gereken bazı değerler vardır.
Değerler eğitimi aileyle başlar, okulda devam eder.
Çocuklarımız model alarak büyür ve değerler kişiden kişiye taşınarak ayakta kalır. Ramazan ve oruç mevsimleri, sevginin paylaşımı, birlik, beraberlik, coşku duygularının yaşanması, anne ve babaların çocuklara model olması, ailenin sosyo-kültürel değerlerini benimsemesi ve değerlerin aktarımı açısından çok anlamlıdır. Sevgi, saygı, sorumluluk, cesaret, yardımseverlik, dürüstlük, güven, hoşgörü, alçakgönüllülük, empati, kanaatkârlık, çalışkanlık, sabır, keyif, umut, misafirperverlik, ahlak (iyi-kötü-vicdanı kapsıyor), vatanseverlik, adalet duygusu gibi değerler okul öncesi dönemde ailenin kazandırması gereken değer yargılarıdır. Çocuk ilk dönemlerden itibaren anne-babayı modellemeye başlar, taklit yoluyla öğrenme özellikle 6 aydan itibaren gözlenebilir.
7- 11 yaş arasında soyut kavramları algılama yeterliliği oluşmaya başladığı için bahsedilen değerlerin içselleştirilmesi, özümsenmesi ve kazanım kavramları devreye girer.
“Toplumlarda uygulanan âdetler vardır. Örneğin bizim toplumumuzda büyüklerin elini öpmek, küçüklere bayram harçlığı vermek, gelin almaya gitmek, kına geceleri gibi. Bunlar bir topluma ait olan, her toplum için geçerli olmayan kurallardır. Bu kurallar, zamanla değişime uğramakta ve toplumdan topluma farklılık göstermektedir.
Değer ise; her toplumda kabul edilen ve uygulanmadığı durumda kişi ve topluma zarar veren ögeleri tanımlamaktadır. Sorumluluk duygusu ve dürüst olmak gibi kavramlar buna örnek olabilir. Ekonomik sorunlar, anne babanın eve geç gelmesi, çocuğa yeterli ilgi ve zaman verememesi, ebeveynlerin psikolojik durumları, aile içi sorunların varlığı, boşanmaların artması, teknolojik alet kullanımının fazlalığı, akraba ve komşularla görüşmelerin azalması, göç gibi nedenler, iletişim ve modelliğin azalması değerlerin zayıflamasına neden olabilmektedir.
Değerlerin anlatımında hikâye ve kıssaların büyükler tarafından çocuklara aktarılması önem taşımaktadır. Kişi yetişkinlik seviyesine ulaşsa bile bu anlatılan hikâye ve kıssalar bilinç altına yerleşir ve günü gelince insana yol gösteren bir ışık oluverir.
Bir gece Rahmetli Ömer Döngeloğlu Hocamız aklıma düştü, sohbetlerini dinlerken Peygamber efendimizi anlatan, beni çocukluğuma götüren, annemi hatırlatan kıssayla karşılaştım. Gözlerim doldu. Sizinle de paylaşmak istiyorum.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle nakletmiştir:
Bir adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek:
- Ben açım, dedi.
Allah’ın Resulü hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şey göndermesini istedi. O da:
- Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok, dedi.
Hz. Peygamber bir başka hanımından yiyecek bir şeyler istedi. O da aynı cevabı verdi. Daha sonra Resul-i Ekrem’in öteki hanımları da: Seni peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok, diye haber gönderince, Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ashabına dönerek:
- “Bu gece bu şahsı kim misafir etmek ister?” diye sordu.
Ensardan biri:
- Ben misafir ederim, ya Resulallah, diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca karısına: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in misafirini ağırla, dedi.
Bir başka rivayete göre karısına:
- Evde yiyecek bir şey var mı? diye sordu.
Hanımı:
- Hayır, sadece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var, dedi.
Sahabi:
- Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım, dedi.
Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu; onlar da aç yattılar.
Sabahleyin o sahabi Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gitti. Onu gören Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- “Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Taala memnun oldu.” (Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr 10, Tefsîru sûre (59), 6; Müslim, Eşribe 172)
Annem misafir ağırlama konusunda öyle hikâye ve kıssalar anlatmıştı ki, bende hepsi birbirinden farklı tesirler bırakmıştı. Ailem ilkokul mezunuydu, babam iyi bir özel eğitimci, annem dizinin dibinde bana yol gösteren meddah, yolumu aydınlatan fenerdi.
Bir başka kümesten bizim tavuklarımızın arasına yumurta karışınca hemen “anamas dağının” hikâyesi günümüzü süslerdi.
“Anamı As” efsanesinin temeli, fakir bir ailenin oğlunun masumiyetin kaybıyla başlar. Küçük yaşta annesinin telkinleriyle hırsızlığa sürüklenen genç adam, zamanla bu işi meslek edinir. Günahlarının bedelini hükûmetin adaletiyle ödemek üzere yakalanır.
İdam sehpasına çıkarılan genç adam, son dileğinin sorulmasıyla yürekten bir itirafta bulunur. Dualarla göğe yükselen elleri, suçunun asıl kaynağını anlatır:
"Bu işlerde benim günahım yok, beni bu yollara anam soktu. Beni asma, anamı as."
İcraat memurları, genç adamın içten çırpınışını duyarlar ve ona acırlar. Hikâyesini dinlediklerinde, masumiyetin kirli ellerle nasıl lekelenmiş olduğunu anlarlar. Merhamet, cezanın yerine adaletin tecellisine dönüşür.
Hikâyemize konu olan genç çocukken komşu kümesten yumurta çalar, annesi “aferin oğlum” der. Daha büyük hırsızlıklar yapar anne hep takdir eder ve hırsızlığa teşvik eder.
Ve bu yazılanlar bizlere ailenin önemini kavratmaya yarar.
Kalın sağlıcakla.