Mehmet Rıfat Börekçi/ Kuva-yı Milliye’nin Bir Büyük Kahramanı…
Hiçbir hatayı affetmeye hakkımızın olmadığı bir savaş…” Kim yok ki bu mücadelede; generalinden ayağında çarığı olmayan askere, Fatma Seher’in kadın çetesinden, kağnıcı kadınlara kadar... Bıyığı henüz terlemiş on beş yaşındaki delikanlıdan, İstanbul’daki şaşaalı hayatı bir anda elinin tersiyle iterek Halide Onbaşılığı tercih eden Halide Edib’e kadar... Kahraman İneboluluların binbir meşakkatle Anadolu’ya sevk ettiği cephaneleri, 77 mm’lik top mermilerinin içini boşaltmadan 75 mm’ye tornalayan Kavak Ahmet Usta ve arkadaşlarına, din adamlarına kadar. İşte Börekçizade Rıfat Efendi bu ruhun kahramanlarından birisi; Gazi Mustafa Kemal’i Dikmen bayırında karşıladığı 27 Aralık 1919’da Ankara Müftüsü, sonrasında ilk Diyanet İşleri Başkanımız. Vahdettin’in emri ile Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi’nin, Gazi Mustafa Kemal Paşa hakkında verdiği idam emrine karşı, “Anadolu Fetvası” yayınlayan 21 kişilik din heyetinin başkanı olan muhteşem bir adam. Bir ulusun kaderini değiştiren o fetvaya göre; “Halifelik makamı düşman devletlerin işgali altındaydı, İngiliz kanunları tatbik ediliyordu, İzmir-Adana-Antep-Maraş-Urfa’ya tecavüz ediliyordu, düşman tarafını tutanlar en büyük günahı işlemiş olurdu, bu nedenle düşmana karşı açılan savaşta ölenler şehit, hayatta kalanlar gazi olurdu, düşman devletlerin zorlamasıyla çıkarılan fetvalar dinen muteber olmazdı.” Ankara’da Kuva-yı Milliye’nin kurulmasına öncülük eden, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurarak başkanlığını yapan, Kuva-yı Milliye’nin nüvesini teşkil eden “Seymenler Alayı’nın” kuruluşunda rol oynayan, ilk TBMM seçimlerinde en çok oyu alarak ve Menteşe (Muğla) mebusu olarak “Gazi Meclise” girmiş bir büyük kahraman. Kısa bir dönem yaptığı “mebusluğu” yine kendi isteği ile bırakarak Ankara Müftülüğü ’ne döndükten sonra, yayınladığı fetvayla iç isyanların bastırılmasında çok önemli görev üstlenen bir muhteşem din adamı. Kaldı ki, bu hasletlerinden ötürü “İstanbul Hükümetince” idama mahkûm edilmiş olsa da, milim geri adım atmamış bir cesaret timsali. Görev süresi bitmesine rağmen, (TBMM’nin kararıyla) vefatına kadar Diyanet İşleri Başkanlığını sürdürmüş bir büyük “Devlet Adamı”. 84. vefat yıldönümü olan 5 Mart itibarıyla (bir kez daha) hatırlamak/hatırlatmak istedik bu büyük insanı. Rahmetle, saygıyla, özlemle anıyoruz. Dünyanın en haklı, en onurlu, en meşakkatli, en katılımcı “Kurtuluş Savaşı’nın” tüm kahramanları; “Vatan size minnettar…”
NOT: İzzet Baysal denince akla gelen ilk şey; eğitime verdiği sonsuz destek ve bu uğurda yaşanmış bir hayat olsa gerek. 5 Mart 25. vefat yıldönümüydü. Rahmetle, saygıyla, özlemle anıyoruz. Yine 7 Mart 1990’da menfur bir suikast sonucu aramızdan ayrılan, Türk Basın Tarihi’nin yiğit adamı, Hürriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç’i de hasretle yâd ediyoruz. Ruhu şad, mekânı cennet olsun…
ROMAN: Efruz Bey – Ömer Seyfeddin. İlk yayımlanma tarihi: 1919. Ömer Seyfeddin’in sağlığında yayımladığı hikâye kitaplarından biri olan Efruz Bey’in ilk baskısından sonra, konuyla ilgili hikâyelerinin araştırıcılar tarafından ortaya çıkarılmasıyla on iki hikâyelik bir eser haline gelen bir başyapıt. Kitabın en önemli özelliklerinden birisi, Ömer Seyfeddin’in “çocuklara da seslenecek kadar büyük bir yazar, ama çocuk kitabı yazarı olmadığının” kanıtı olmasıdır. 6 Mart 105. vefat yıldönümünde anısına saygıyla…
ATASÖZLERİMİZ: “Ateş düştüğü yeri yakar.” (Bir derdin acısını, yıkımını onu yaşayanların dışındakiler tam olarak anlayamaz, onlar kadar acısını çekemezler.) Türk Atasözleri Sözlüğü
YANLIŞ: Tesbih
DOĞRU: Tespih
GÜNÜN SÖZÜ: “İyi kitaplar okumak, geçtiğimiz yüzyılların en iyi insanlarıyla sohbet etmek gibidir.” Rene Descartes
OYUN: “Ne demiştin sen, hayat bir oyundur!/Yaşadığımızı boydan boya çürüten cümle./Gerçekten der kimileri gerçekten./Şu noktacık devrildiyse senin yüzünden .” Mehmet Ahıska/Yâd
ARZUHAL: “Arzu ölünce korku doğar.” Baltasar Gracian
NORMAL-ANORMAL: “Bütün normallik ve rahatlık iddialarının kalkmış olduğu Saldırganlar Koğuşu Deborah’ı dehşete düşürmüştü. Kadınların kimisi çıplak sandalyelerde dimdik oturuyor kimisi de yerlerde yatıyor ya da oturuyordu –inleyerek, suskun durarak, öfkeden köpürerek- ve koğuşun hemşireleriyle hastabakıcıları, iriyarı, kaslı, güçlü kuvvetli kişilerdi. Nedense bu koğuşun bir korkutuculuğu ve rahatlatıcılığı vardı; buradan sonra gidilecek bir yer kalmadığını bilmenin verdiği rahatlıktan öte bir şeydi bu. Deborah eskrim maskesini andıran, tel örgülü ve demir parmaklıklı pencereden bakarken, ona bu korkutucu yerin gizli bir iyi yanı varmış gibi gelmesinin nedenini çıkarmaya çalıştı. ”Joanne Greenberg/Sana Gül Bahçesi Vadetmedim
İNSAN ÜZERİNE: “İnsan kendisi için bile şeffaf değildir.” Byung Chul Han
ÜTOPYA: “Hava kirliliğinin ölümcül seviyelere çıkmasıyla Terravenenum’da ilk TMH (Temiz Hava İstasyonu) açıldı; birinci, ikinci ve üçüncü sınıf temiz hava kabinleri halkın hizmetine sunuldu.” Metis
RÜYA: 19. Yüzyıldaki rüya araştırmacılarından A.G.G Strümbell, rüyalarda kehanet aranmasını şöyle açıklar: “Uyanık halimizden farklı olarak, rüya görürken, zihnimizde olup biten şeyleri geçmişimize ya da yaşadığımız zamana yerleştirmeyiz; bu yüzden onlarda geleceğe dair bir işaret ararız. Rüya gören kişi duyumlarını ve anılarını yaydığı bir ‘rüya mekânı’ oluşturduğu için gerçek bir algı izlenimi edinir, bu nedenle rüyasının gerçekliğine inanır.” Didier Anzieu/Freud’un Otoanalizi
YALAN: “Yalanın cezası idam olsaydı cellat fazla mesai yapardı.” İspanyol Atasözü
DELİ: “Dans edenleri deli zanneder, müziği duymayanlar.” Friedrich Nietzche
HAYAT-MEMAT: “Bilgiden önce yaşam, sözcüklerden önce kişi vardır. Her yaşam, onu önceleyen kuşaklar tarafından bilinmeyen bir mirastan yoğrulur. Oidipus’un başına gelenler, deyim yerindeyse olay örgüsünü kışkırtan şeyler, onun doğumundan önce ve o daha bebekken yaşandı (ebeveyninin tarihçesi, kehanet, terk edilişi, vs). Hepimiz gibi Oidipus da tüm bu olayları yaşayıp geride bıraktığında bile, kendi yaşamının ne uzmanı ne de yaratıcısı olabildi. Elinden gelen sadece yaşamak ve yaşamının dallanıp budaklanışını izlemekti. (Seçim, bugünden geriye baktığımızda, tesadüfe verdiğimiz addır.) İnsanları kendi yaşamlarının (yegâne) yazarları olarak tanımlamak, onları cezalandırmanın bir başka yoludur.” Adam Phillips/Dehşetler ve Uzmanlar
AİLE: “Çocuklar büyüdükçe kişilikleri kendi biçimini almaya başlar ve bir Truva Atı gibi yavaş yavaş ailenin krallığına sızar.” Stefan Themerson
TEBESSÜM: Adam, papağanını gümrükten kolay geçirebilmek için bir kutuya koymuş, üstüne de "kırılacak eşya" diye yazmıştı. Gümrük memuru yazıyı okuyunca, kutuyu şöyle bir silkelemeye başladı. Aynı anda içeriden papağanın bağırdığı duyuldu: "Şangur şungur. Şangur şungur."