2020 yılını geride bıraktık. Ama tartışmaları bitmedi. Kimi uğursuz diye zamanı kötülemeye kalktı, kimi insanlığı suçladı. Ne 2020 yılı üzerine alındı bu söylenenlerin ne de zaman küstü ve darıldı bize.

Biz insanoğlu böyleyiz; her daim kendi yaşadıklarımıza bakarak, tarihin en berbat dönemlerinin vuku bulduğunun çıkarımlarını yapıyoruz. Çabuk unutuyoruz. Geçmişi hatırlamıyor, üzerine bir sünger çekiyoruz. Kendi zamanımızın sonuçlarına bakarak, uygun olmayan değerlendirmeler yapmaya kalkıyoruz. Çok geriye gitmeye gerek yok. Son yüz elli yıl önce yaşananlar; I ve II. Dünya Savaşı’nda hayatını kaybeden milyonlarca insan. Yokluk ve kıtlık yıllarında zor durumlarla karşılaşan insanlık. Depremler ve afetlerde engelli kalan vatandaşlar. 2020 yılı da bizler için imtihanları bol olan bir sene oldu. Ama bizim vazifemiz, gelene sabretmek, her daim hamd ve şükür içinde bulunmak.

Şükür konusunda Asr-ı Saadet Dönemi’nde yaşanmış bir kıssa bizler için ibretlerle doludur. Ve ne kadar bolluk ve bereket içinde yaşadığımızı anlatır. Elimizde bulunanların hesabı sorulacakken, elimizden kısa bir süre çıkmış olanlara hay, vah etmenin olumsuzluğunu ortaya koyar.

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh –şu hâdiseyi anlatır:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün, çıkılmayacak bir vakitte evinden dışarı çıkmıştı. Baktı ki, Ebûbekir ve Ömer -radıyallâhu anhüma– da oradalar. Onlara;

“–Bu saatte sizi evinizden dışarı çıkaran sebep nedir?” diye sordu.

Onlar; “–Açlık, yâ Rasûlâllah! (Yani bir rızık bulabilmek için.) dediler. Bu tarihte, Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Medine’de bir devlet başkanı. Hazret-i Ebûbekir ve Ömer -radıyallâhu anhüma-ise, onun birçok hususta danıştığı, bir bakıma vezirleri… Fakat evlerinde karınlarını doyuracak bir lokma yok. Çünkü ne gelirse ahiret hesabı endişesiyle infak etme hâlinde yaşıyorlar. Bir muhtaç ile karşılaştıklarında, onun derdini çözme mesuliyetiyle, derhâl neleri varsa ellerinden çıkarıyorlar.

Peygamberimiz;

“–Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizi evinizden çıkaran sebep beni de evimden çıkardı; haydi kalkınız.” buyurdu.

İkisi de kalkıp, Rasûl-i Ekrem’le birlikte Ensar’dan birinin evine geldiler. O zat da evinde değildi. Fakat hanımı Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i görünce çok sevindi;

“–Hoş geldiniz! Buyurunuz.” dedi.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; beyinin nerede olduğunu sordu.

Kadın;

“–Bize tatlı su getirmek için gitti.” dedi. Tam o sırada evin sahibi olan Medineli sahabi geldi, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ve iki arkadaşına baktıktan sonra;

“–Allah’a hamdolsun, bugün, hiç kimse misafire ikram etme yönünden benden daha bahtiyar değildir!” dedi. Hemen gidip onlara içinde koruğu, olgunu ve yaşı bulunan bir hurma salkımı getirdi:

“–Buyurun, yiyiniz.” dedi ve eline bıçak aldı.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona;

“–Sağılan hayvanlara sakın dokunma!” buyurdu. Ev sahibi, onlar için bir koyun kesti. Onlar da koyunun etinden ve hurmadan yediler; tatlı sudan içtiler. Hepsi yemeğe doyup suya kanınca, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; Ebûbekir ve Ömer -radıyallâhu anhüma-’ya hitâben şöyle buyurdu:

“–Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, kıyamet gününde bu nimetlerden sorguya çekileceksiniz. Sizi evinizden açlık çıkardı, sonra evinize dönmeden şu nimetlere kavuştunuz.” (Müslim, Eşribe 140)

O derecede açlık çektikten sonra gelen ve günümüz imkânlarına göre gayet mütevazı olan bu sofra üzerine Efendimiz, sual ve şükrü hatırlatmaktadır.

Bizler de bu menkıbeden üzerimize düşen hisseyi çıkarmalı, paylaşmayı ve infak etmeyi, kendimize düstur edinmeliyiz. Başta komşuluk hakkı olmak üzere, ince yaşamalı, her anımızın muhasebesini yapmalıyız.