"Benim için yeryüzünde iyi, doğru ve güzel ne varsa onun adı İslam'dır!.." buyuran Bosna’nın efsanevi lideri, bilge kişilik olan ve 19 Ekim 2003' te yaşamını yitiren Merhum Aliya İzzetbegoviç 1997 yılında Tahran’da İKÖ toplantısında şunları söyler:

Açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların bize faydası olmaz; ama acı gerçekler ilaç olabilir. Batı çürümüş değil; güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. İnsan hakları düzeyi yüksek ve sosyal yardım konusunda daha örgütlü. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Bunlar, Batılılardan edindiğim tecrübelerim. Batılıların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. Hakikat, İslam en iyisi! Ama biz en iyisi değiliz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz. Kur’an bize ‘Hayırlı işlerde yarışın!’ (5/48) emretmiyor mu?”

En son hak din olan ve en iyisi olan İslam tüm insanlığın en son kurtuluş adası iken neden Müslümanlar olarak en iyisi bizler değiliz? Neden İslam dünyası tarumar edilmiş. Müslümanlar huzursuz. İslam beldelerinde mutluluk ve refah yok? Neden geleceğe dair umutvar olamıyoruz dersiniz?

Bunun elbetteki bir çok nedeni vardır? Ekonomik, teknik, sosyal, siyasal, hukuki, dini vs..

İlk emri ilahisi “Ey İnsan! Yaratan Rabb’inin adıyla oku!” (Alak Sur, 96/1-2) olan yüce kitabımızı çağın dışına iten, hayata müdahilliğinin önüne geçen, işlevselliğini yitiren, ilkelerini mehcur (terkedilmiş) kılan bir Müslüman dünyasından en iyisi olması beklenebilir mi acaba?

Kitabı, hayatı, bilimi, teknolojiyi, tabiatı, insanları ve olayları vahiyle okumaktan uzak mehdiyet, mesihiyyet ve bediiyyet beklentisi içinde olan cifrden, keşiften, kerametten büyük bir beklenti içerisinde olan Müslüman bir toplumun gelişmiş dünya ile rekabet ederek en iyi olma şansı ne kadar mümkündür?

Ötekileştirici, başkalaştırıcı ve yabancılaştırıcı bir tavır ve tutum sergileyerek, tüm gelişmeleri kendinden menkul gören, kendisini hakikatin merkezine oturtup kendinden olmayanları din dışı ilan eden, mezhepçilik, meşrepcilik, mektepcilik ve meslekcilik denilen illetlere düçar olan Müslümanların en iyisi olduklarını iddia etmek biraz safdillik olmaz mı sizce de?

Rabbimiz Hayat kitabımız Kur’an’da “İçinizden, insanlığı hayra çağıran, Kur’an’ın ortaya koyduğu evrensel adâlet ölçüleri çerçevesinde iyiliği emreden ve kötülükleri önlemeye çalışan yönetme ve yönlendirme yetkisine sahip bir topluluk bulunsun. İşte mutluluğa ve kurtuluşa erenler, bunlardır!” (Ali İmran Sur, 3/104) buyurduğu halde bir diğerini tekfir ederek, tektipçilik yaparak ve tefrika çıkararak araya kalın duvarlar örerek, kardeşler arasında el tutuşmak varken, birbirine yumruk sıkarak hasım ilan etmekle hangi kulvarda en iyisi olabiliriz ki?

Allah aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder!”(Yunus Sur, 10/100)

İyi bilin ki, Allah katında canlıların en şerlisi aklını kullanmayan (gerçek) sağır ve dilsizlerdir!” (Enfal Sur, 8/22) diye buyuran Rabbimiz bizleri aklın ve bilimin rehberliğine her zaman öncülük etmiş olan İslam dini ile şereflendirmişken akıl, vahiy ve bilim üçlüsünün işbirliğine başvurmayan bir İslam dünyasından en iyisi olmasını ve gelişmiş ülkelerle boy ölçüşmesini beklemek ne kadar mümkündür dersiniz?

Sözün özü: Müslümanlar olarak bizler bireysellikten, bencillikten, bananecilikten ve boşvermişlikten uzaklaşıp, tarihle övünmek ya da tarihe sövünmekten vazgeçip, yeniden birbirimizle kenetlenip “Muhammed Allah’ın Elçisidir. Onun yanında yer alan Müslümanlar ise, inkârcılara karşı son derece kararlı ve çetin, birbirlerine karşı ise çok şefkatli ve merhametlidirler!”(Fetih Sur, 48/29) emri gereği iyi olmak, iyilerden olmak, iyiliklerle yüreklere yürümek ve sürekli iyilikler üreterek insanlığa olan borcumuzu ödememiz gerekmektedir. Zira yeryüzü adaletle, merhametle ve iyiliklerle yaşanabilir bir hal alacaksa bu yine İslam’ın değerlerinin hayata taşınması ve Müslümanların ilahi değerlere canı pahasına sahip çıkması ile mümkün olacaktır.