İMANI VE AMELLERİ YOK EDEN KİBİR'İN DOĞUŞU(2)
Allah’ın rahmeti, bereketi; Allah’ın kitabı ve resulün sünnetine kayıtsız ve şartsız şeksiz ve şüphesiz tabi olanların üzerine olsun. Yine Allah’ın selamı tüm hidayete tabi olanların üzerine olsun.
Allah, kimi de hidayete eriştirirse, onun için bir saptırıcı da yoktur. Allah, intikam sahibi, güçlü ve üstün olan değil midir? ( zümer 37 )
Kibrin zıddı TEVAZU dur; Tevazu alçakgönüllülük, haddini bilmek demektir. Tevazûnun anlamı dikkate alındığında kibirli olmanın ne anlama geldiği daha iyi anlaşılmaktadır. İnsanın sahip olduğu nimet arttıkça bu artış oranında tevazusunun da artması gerekir. Bu insanın nimete karşı nankörlük etmemesi, şükretmesi demektir. Bundan dolayıdır ki takva sahibi kimseler sahip oldukları ilim, mal, mülk, makam, mevki, güç v. b. nimetlerle orantılı olarak daha çok tevazu sahibi olurlar. Tıpkı malı fazla olanın daha çok zekât vermesi gerektiği gibi…
Kibir, öyle bir duygudur ki insanın bütün davranışlarına etki eder. İnsanı tercihlerinde bencil, ilişkilerinde kıskanç, beğenilmeye aşırı istekli, eleştiriye tamamıyla kapalı, menfaatçi ve cimri yapar. İyilik yapma düşüncesini öldürür, merhamet ve sevgi duygularını yok eder. Kişi, her şeyin kendi kontrolünde olmasını ister. Kibir, şeytan ahlakının temelini teşkil eder. Kibir, şeytanın yalnızca ahlakı değil, aynı zamanda sıfatıdır da. Kibrin insana verdiği en büyük zararlardan birisi de mü’mine yaraşır huylar edinmesine engel olmasıdır.
Kibirli bir kimse sürekli farklılık peşinde koşar. Bu, etrafına karşı küçümseyici bir tavır takınmasına neden olur. Rakip olarak gördüklerini küçük görür ve gösterir. Hep beklenti içindedir. Beklentileri gerçekleşmediğinde de çok kırıcı olur. Kendini sayıp, saygı göstermede kusur edenlere karşı tahammülsüzdür. En büyük arzusu takdir edilmek, beğenilmek ve övülmektir. Bu gerçekleşmediği takdirde çevresini suçlayarak onlarla hesaplaşmaya girer. Onları kıymet bilmez ve nankör olarak görür.
Kibirli insan, üstünlüğü takvada değil, sahip olduğu değerlerde görür. Bu nedenle sürekli daha çok şeye sahip olma hırsıyla yaşar. Daha çok mal, daha çok zenginlik, daha çok şöhret, daha büyük makam, daha büyük güç vb. değerleri elde etmek için hayatını harcar. Aslında kibirli insan, “bizatihi kendisi bir değer olmayan” insandır. Kendisi bir değer olmadığı için de, dışarıdan sağladığı mal, mülk, unvan gibi değerlerle kendini değerli kılmaya, eksikliğini bu şekilde tamamlamaya çalışır.
Küfür ve inkârın en önemli nedenlerinden biri de kibirdir. Şeytanın isyanı ve vahye muhatap olan toplumlarda ileri gelenlerinin çoğunluğunun isyan ve inkâr etmesinin sebebi önemli ölçüde kibirlerinden kaynaklanmaktadır. Bu durum Kur’an’da sıkça yer almaktadır. Örneğin; Müddessir suresinin 24. ve 25. ayetlerinde şöyle denmektedir: “En sonunda da sırt çevirdi. Büyüklük tasladı ve şöyle dedi: bu eskilerden kalan bir sihirden başka bir şey değildir.”
“… size nefislerinizin hoşlanmayacağı bir emirle gelen her peygambere kafa mı tutacaksınız? Kibrinize dokunduğu için onların bir kısmına yalan diyecek, bir kısmını da öldürecek misiniz?” (Bakara-87).
Kibir, sahibini Nemrut, Firavun, Karun, Hâmân, Tiran, Şah, Hitler, Lenin, Stalin yaptığı gibi; kimi cahalet ehlinin de kendisinin müceddit, müctehid, evliya, kutup, gavs, bedî, elçi v. b. sanmasına da neden olan bir duygudur. Bu duyguya yenik düşen kimse için sonunda yukarıda sayılanlardan biri gibi olmak kaçınılmaz olur. Zira bu öyle bir duygudur ki insanın kendini olağanüstü varlık, başkalarını da sıradan yaratıklar gibi görmesine neden olur.
Bu hastalıklı ruh halinin ortaya çıkmasının arkasında insanın dışarıdan elde ettiği güç ve imkân vardır. Bu güç ve imkân; kişisel özellik, statü farklılığı ve bilgi olabileceği gibi siyasi, sosyal ve ekonomik güç de olabilir. Allah’ın bunların yaptıkları her işin sonucunda mutlaka şer ve bela vardır.
Hadis kaynaklarında da kibir şirkle bir tutulmakta ve aynı oranda yerilmektedir. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir olanların cennete gidemeyecekleri; kendini büyük görenlerin, kibirli kibirli yürüyenlerin, Allah’ın huzuruna Allah’ın kendilerini gazaplamış olarak çıkacakları yer almaktadır.
Kibirli kimseler zaman zaman veya bazı durumlarda tevazû gösterisinde bulunurlar. Aslında bunun gerçek tevazûyla bir ilgisi yoktur. Bu tamamen kibrin bir gereğidir. Bu aslında takdir edilme arzusundan kaynaklanan bir durumdur. Keza çevresinde âlim olarak bilinen bazı kimselerin kendilerini “aciz ve cahil” bir kul olarak tanıtarak söze başlamaları riyakârca bir kibirlenmeden başka bir şey değildir. Veya genellikle tasavvuf ehli kimselerin “bu günahkâr, bu fakir” diyerek söze başlamaları da aslında gizli kibirden başka bir şey değildir. Bu kimseye işlediği bir günah hatırlatıldığı takdirde anında öfkelenir ve kızmaya başlar. Gerçek yüzü ortaya çıkar. Mütevazı olmakla mütevazı gibi görünmek aynı şey değildir. Bu, tevazu ile kibir arasındaki fark gibidir.
Kibir sahibine karşı mütevazı olmak insanın kendisine, kişiliğine karşı hakarettir. Kibir sahibinin kibrini sergilemesine seyirci kalmak, ona fırsat vermek veya kibrini görmezlikten gelmek en basit tanımlamayla onun kibrine ortak olmak demektir. Bu kişiliksizlik, sünepelik ve yalakalık demektir. Kendini üstün gören, başkasını küçümseyen bir kimseye haddini bildirecek şekilde davranmak İslami bir şahsiyet sahibi olmanın gereğidir. Kibirli olmak ne kadar günah bir davranışsa kibirliye karşı haddini bildirecek şekilde davranmak da o kadar sevaptır.
Sonuç olarak kibir temelde insanın herhangi bir sebepten dolayı kendini başkasından üstün görmesi olarak tanımlanabilir. Bu sebep ilim olabilir, mal-mülk olabilir, soy-sop olabilir, güç-kuvvet olabilir veya güzellik ve şöhret olabilir. Özellikle ilim sahipleri, kibir hastalığına, başkalarına göre daha fazla yakalanma riski taşımaktadır. İmam Gazali bu konuda şu tespiti yapmaktadır: “İlim sahipleri kibir hastalığına, başka insanlardan, daha yatkındır; Çünkü başkalarında olmayan bilgileriyle kolayca üstünlük hissine kapılabilirler. Kibir herkeste farklı derecelerde de olsa bulunan bir hastalıktır. Bu hastalığın çaresi “gerçek mütevazı” olmaktan geçer. Kibirli olmaya sebep olan etkenler gibi, mütevazı olmayı sağlayan etkenler de vardır. Bu etkenler öncelikle Allah’ı, yalnızca Allah’ı, Rabb ve İlâh olarak bilmek, sürekli Onu zikretmek, iman ve ihlâs sahibi olmak, dini ve kulluğu Allah’a has kılarak ona teslim olmak ve ona yönelmektir.
Gerçek üstünlüğün yalnızca takvada olduğuna samimiyetle iman etmek ve takva sahibi olmanın gereğini yerine getirmektir. Dünyanın yalnızca sınav yurdu olduğuna, dünyada olan her şeyin gelip geçici olduğuna, bir oyun ve oyalanma olduğuna, her şeyin sahibinin Allah olduğuna iman etmek ve bu imanı ahlakıyla da tasdik etmek… Bunlar da mütevazı olmayı ve kibir pisliğine karşı korunmayı sağlayacak şeylerdir.
Her şeyin en doğrusunu bilen yalnızca Allah’tır.
SELAM VE SEVGİLERLE/ EROL TIRTIL