Günümüzde söyleniş şekli ile Depremden bahsediyorum. Deprem kelimesi sanki bana yavaş bir hareketlenmeyi, bir depreşmeyi çağrıştırıyor. Zelzele ise daha azametli bir sallantıyı ifade ediyor. Diğer taraftan Kur’an-ı Kerimin diliyle depremi Zelzele olarak söylemek daha münasip geldi. “Zilzal” Kur’an-ı Kerimin 99 suresi olarak geçer. Kıyamet zamanının anlatıldığı bu surenin başında ki üç ayette şu manalar vardır. “Yer O, dehşetli sarsıntı ile sarsıldığında Ve yer ağırlıklarını dışarı çıkardığında Ve insan “ne oluyor buna!” dediğinde.” Kur’an-ı Kerimde, daha birçok ayette kıyamet anlarının ne kadar azametli olacağı anlatılır.

Vakıa, suresi 4.5.6 ayetleri ise “Yer şiddetle sarsıldığı, Dağlar parçalandığı, Dağılıp toz duman haline geldiği “zaman” diye anlatır. Kıyamet anındaki Zelzele, Tekvir suresinde daha dehşetli bir şekilde dile gelir: “Güneş katlanıp dürüldüğünde, Yıldızlar döküldüğünde, Dağlar yürütüldüğünde, Denizler kaynatıldığında.” Kıyamet anındaki sarsıntıları (Zelzeleyi) Ayetlerden okuyunca dehşete kapılmamak mümkün değil. Dünyada şahit olduğumuz Depremler sanki kıyamet anının bir provası gibi anlaşılabilir.

Böyle söylemekle Dünyada olan depremleri küçümsemek istemiyorum. Şu kısacık ömrümüzde, Dünyada ve Türkiye de birçok büyük felaket getiren depremlere şahit olduk. Yakın zamanda olan ve devamında ki tusunami ile yüz binlerce insanın ölümüne sebep olan Endenozya depremi; Çin’in Doğu Türkistan kısmında olan ve yüz binle ifade edilen deprem; Iran, Meksika, Şili depremleri Müslümanları ve bütün insanlığı kedere gark eden felaketler olmuştur. Türkiye de İzmit, İstanbul, Adapazarı gibi birçok vilayeti içine alan, elli bine yakın insanımızın vefat ettiği, asrın felaketi diye adlandırdığımız ve hatırladıkça içimizi yakan büyük depremi hatırlamamak mümkün mü?

30, Kasım 1983 Erzurum. Bizzat yaşadığım ve yakından hissettiğim deprem. Bu tarih Erzurum için kış ortası olması gerekirken, daha evvel yağan karın üzerine günlerce yağmur yağdı ve gök gürlemeleri, dolu, yağmaları takip etti. İçimizde ki en yaşlı rahmetli Hüseyin keklik emmi, “bu zamanda gök gürlemesi hayra alamet değil ama Allah hayra tebdil ede” diye dua etti. Sabah namazını kılmış, saat sekiz buçukta ki kahvaltı saatine kadar biraz daha uyuyalım diye yatmıştık. Fakat uyumak ne mümkün, sağa dönüyorum, sola dönüyorum bir türlü uyuyamıyorum. Gözüm kolumdaki saate yöneliyor, henüz saatin yedi olduğunu görüyorum.

Uyumak ümidiyle yeniden gözlerimi kapatıyorum, beş dakika geçmiyor ki önce hafif bir sarsıntı oluyor. O, anda saniyelik zaman diliminde beynime nice düşünceler hücum ediyor. Koğuşun kapısı dışarıdan kitli olmasına rağmen, demir kapının açılma sesini duymadığım halde, askerlerin içeri girip ranzaları salladığını zannediyorum. Işık hızını ve ses hızını ölçen insanoğlu, düşünce hızını ölçtü mü bilmiyorum ama belki ışık hızı kadar sürati olan düşünceler beynimde yarışırken, yanım da ki ranzada yatan Olukmanlı M. Koç benden evvel “Deprem oluyor” diye bağırarak ranzadan aşağı atlıyor. Sarsıntılar daha sıklaşıyor ve daha şiddetleniyor. Koğuşun ortasındaki 25 tutuklu fırtınaya tutulmuş kayıktaki insanlar gibi, uzunluğu beş metre olan koğuşun bir başından, diğer başına sarhoşlar gibi sallanarak gidip, geliyoruz. Kimimiz yüksek sesle Kelimeyi tevhit okurken, kimimiz de salâvat getiriyoruz.

Sarsıntı biraz azalıyor, koğuşun kapısına hücum ediyoruz, kitli. Koridordaki nöbetçi asker korkudan bayılmış, yerde yatıyor. Pencerelere koşuyoruz, üçüncü kat olmasına rağmen demirli, açmak mümkün değil. Böylesi durumlarda insan gayri ihtiyari kapalı alandan kurtulmak istiyor. Fakat böyle bir anda tutukluların haleti ruhunu kim düşünecek? Saatler sonra dışarıya çıkarılıyoruz ve yarım saat sonra yeniden koğuşlara kapatılıyoruz.

Bu hengâmede içimizde bir kişi var ki, hiç istifini bozmadan, sırtını yastığa dayamış, yatağında bacak- bacak üstüne atmış kısık sesle bir şeyler söylüyor. Yaklaşıp dinliyoruz ki, “Oğlum benim canım istediğinde dünyayı böyle “şeyime?” takar sallarım” diyor. İçimizde depremden en çok korkan ve günlerce hafakanlar geçiren rahmetli Kazım emmi boğazına sarılarak “ sus lan yoksa boğarım seni” demesine rağmen, bizim yarı mecnun (oda rahmetli) Kadir emmi, sakin-sakin “sallarım oğlum, ben istediğim zaman sallarım” diye devam ediyor. Kadir emmi sonra beni taklit ediyor. “Sallamaya başlayınca, bizim Hoca, bir kapıya koştu, bir pencereye koştu, kimseden imdat olmadığını görünce Kur’an-a sarılıp, Allaha-a yalvarmaya başladı” diyor. Merkez üssü Erzurum-un bir kazası olan bu depremde bin beş yüz kişi ölüyor ve bu acı felakette, O, günlerin bir hatırası olarak belleğimizde yer alıyor.