Sabah erkenden kalkmış, Toros dağlarının ardından titrek ışıklarıyla aks eden güneşin renklerini farkedebildiği kadarıyla temaşa etmiş, bugün sanki güneş başka doğuyor diye iç geçirmişti. Sarı kurumuş yaprakların üzerine çömelmiş, tezek kokularıyla karışık temiz havayı teneffüs ederek ciğerlerine doldurmuştu. Yıllardır sevinçle beklediği haberi bugün almış, okula gideceği müjdesine kavuşmuştu. Ancak günlerdir kafasını meşgul eden soruya cevap arıyor, çocukça yorumlamalarla içinden çıkamıyordu. “Neden ben herkes gibi evimin yanındaki okula gidemiyorum” dedi. Başka bir memlekette okula gideceği, uzakta okuyacağı, üzülmemesi gerektiği kendisine söylenmişti. Annesi tarafından valizi hazırlanmış, kullanacağı eşyaları nevar neyok içine doldurulmuştu. O güne kadar ailesinden hiç ayrılmamış, yokluk acısını ve gurbeti hiç tatmamıştı. Annesinin,“Kahvaltı hazır hadi gel!” sesiyle daldığı çıkmazlardan uyanmış, okuluna yolcu etmeye gelen komşularının çokluğuyla şaşırmış, yeni asker olacak bir er edasıyla birazda gururlanmıştı. Dedesinin ondan habersiz evin bahçesinde gizli gizli ağladığı, “küçük askerim” sözüyle sevdiği daha sonra söylenmemiş miydi? O hâlde kendini yola revan olacak bir er gibi hissetmesi mübalağa olmazdı herhâlde.

Selman,kahvaltı sonrası bayramlık bir çocuk gibi temiz elbiseler giydirilerek, sevdiklerinin karmakarışık duygularıyla uğurlanıyor, annesinin ve sevenlerinin buğulu ses tonlarından ağlamaklı ruh hâllerini anlıyordu. Yavaş adımlarla Ereğli’nin yollarında ağır ağır ilerliyor, zihnindeki soru yumaklarını babasıyla paylaşarak çözmeye çalışıyordu. Gideceği okulda asansörün varlığı aktarılmış, çocukça hayallerle hastanelerde karşılaştığı asansöre doyasıya binme sevinci içini kaplamıştı. Babasının yıldızlı pekiyi getireceksin cümlesi zihnine kazınmış, üzüntüsü karne alma düşleriyle hafiflemişti. Konuşa konuşa terminale ulaşmış, otobüslerin, yorgun ihtiyarlar gibi çıkardığı of tıs sesleriyle uzun yolculuklara o zamandan ilgisi başlamıştı. Niğde’ye hareket eden aracın gelmesiyle bir saatten fazla sürecek seyahat esnasında, ağızları bıçak açmamasınedeniyle,zihinlerde düşünceler gelgit yapıyordu. Muavinin “inecek kalmasın.”sesiyle ikisi birden irkilmiş, bavullarını alarak şehre yabancı, tanımadık insanların arasında kendilerini bulmuşlardı.

Okul dışarı cami müze ve tekel binası arasında üç katlı beton yapısıyla yeni gelenlere tatlı bir merhaba yla kucak açıyor, “Birçok insanın kaderine ortak oldum sizede gönlümde yer var.” sözüyle misafirperverliğini gösteriyordu. Birinci sınıfa yeni başlayan görmeengelli öğrencilerin ağlama sesleri yankılanıyor, diğer sınıfta okuyan büyüklerin okullarına tekrar kavuşmasıyla duyduğu sevinç çığlıkları hüzünle karışık bir neşe uyandırıyordu. Selman’ın babası okul idaresiyle görüşmüş, sevecen okul müdürü Yunus Bey’le tanışmışlardı. Müdür müşfik sesiyle üzüntülere merhem olmaya çalışıyor, Selman ise “Babamı bırakmam.” diye ağlıyordu. Okulda birgün babasıyla kalmasına izin verilse de bunun her zaman böyle olmayacağı ifade edilmiş, alışması gerektiği Selman’a bildirilmişti. Bildirilse ne           fayda, gönül ferman dinlemiyor, babadan bir türlüayrılınmıyordu. Hiç kimse öğretmenler odasında babasıyla birlikte oturamazken Selman ve babası oturuyor, büyükleriyle sohbet ediyordu. Konuşma sırasında koltukta Selman’ın ufak dalgınlığından faydalanan babası, yanından uzaklaşmış, artık onu okul bahçesinin dışında bir hafta kadar takip etmeye başlamıştı. Okul müdürünün, “Bir ay sonra gel alıştığını göreceksin, sakın okuldan alma büyüyünce millete avuçmu açtıracaksın.” konuşmaları üzerine memleketine dönen babası Selman’ı kendi duygularıyla baş başa bırakmıştı. Selman ise okulda asansör olmadığını görerek hayal kırıklığı yaşasada, babasının karnende yıldızlı pekiyi görmek istiyorum sözüyle içinde bulunduğu durumaayak uydurması kolay olmuştu. Matematik hariç derslerine iyi çalışmış notlarıpekiyi gelirse, sınıf öğretmenine rica ederek pekiyilerin yıldızlı olmasını istemiş, ilk yarı dönem ve sene sonunda bu arzusuna kavuşmuştu. Eğitim hayatına alışmasında yıldızlı pekiyilerin etkisi büyük olmuştu.

Doksanlı yıllarda yatılı okullarda öğrenci olmanın duygusunu anlatmaya çalışarak babalar günü vesilesiyle, baba özlemini ve karne sevincini öyküleştirerek siz okuyucularımızla paylaşmaya çalıştık.