Elinizde kumanda, bir o kanala bir bu kanala dolaşırken, gözünüze aşina olduğunuz bir film takılır, Yeşilçam filmi der, izlemeye koyuluruz. Siyah beyaz, tek kanallı zamanlardan, internetli dönemlerde bile unutamadığımız Türk filmleri. Peki hiç tarihini merak ettik mi? Türk sinema tarihi, 14 Kasım 1914’te Fuat Uzkınay’ın çektiği Ayestefenos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı adlı belge film ve beraberinde gelen ilk Türk filmi hangisidir sorusu etrafında tartışmalarla başlar. Osmanlı döneminde sinemanın süreklilik kazanması askerî ve yarı askerî kuruluşların çatısı altında yapılan çalışmalarla gerçekleşir. 1922 yılında ilk özel yapım olan, Kemal Film Şirketi’nin kurulmasıyla, Türk sinema tarihinin ilk yılları sona erer. 1922, 1939 yılları tiyatrocular dönemi. 1939, 1950 yılları geçiş dönemi. 1950, 1960 sinemacılar döneminin ilk bölümü. 1960,1966 ikinci sinemacılar dönemi olarak Nejat Özönyazdığı makalesinde sınıflandırır.

Yeşilçam atmışlı yıllar boyunca ve yetmiş yılların ilk yarısında Türk sinemasının üretim ve Türk seyircisiyle kurduğu ilişki açısından en yoğun olan döneme verilen isimdir. Film yazarları, senaristleri, oyuncularıyla, Yeşilçam sokağı İstanbul’un gözde mekânlarından olmuştur. İş bekleyen figüranları, set işçilerinin vakit geçireceği kahvehaneler, Yeşilçam Sokağı’nda açılmaya başlamıştır. Bir sokağın varlığından söz edilirde o sokak engelli vatandaşlarından ayrı düşünülebilir mi? Bu sokakta minik bir rol bekleyen engelli figüranlar da olmuş, Yeşilçam sinemasında sosyal sorunlara eğilirken engellilerede yer verildiği görülmüştür.

Yeşilçam’da amaçlananın, engellileri doğru biçimde tanımlamak, yaşadıkları sorunları görünür kılmak, toplumumuzda yerleşmiş olan negatif engellilik algısını değiştirmek, engellileri toplumun birer bireyi olarak tarafsız bir bakışla sinema perdesine taşımak olmadığı açıkça gözlenmektedir. Söz konusu filmlerde engellilik, karakterin başına gelen bir felaket, onu mutlu olmaktan alıkoyan bir talihsizlik, ailesini ve sevdiklerini zor durumda bırakan maddi bir güçlüktür. Bu filmlerin engelli karakterleri kendilerini her zaman eksik, kusurlu ve hatta lanetli hisseder, kendilerine yöneltilen sevgiyi hak etmediklerini düşünür, yapılan yardımlar karşısında ezilir, aile kuramaz, çocuk sahibi olamaz, eğitim ve iş hayatı içinde aktif olamazlar. Eğer senaryo mutlu son ile noktalanacaksa, karakterin engelinden kurtulması tasarlanır. Aksi takdirde, karakter ailesini terk eder, canına kıyar veya başka bir sebeple yaşamını yitirir. Seyircide acıma duygusunun tahsis edilmesi, engelin giderilmesinin maddi imkânlar dâhilinde mümkün olduğu varsayımı üzerinden ekonomik ve sosyal eşitsizliğin vurgulanması, engelin giderilmesine yönelik olarak gösterilen çaba ve fedakârlıklar yoluyla minnet ve vefa duygularını yüceltilmesi, engelli kişinin gücünü ve otoritesininbirgün kaybedebileceği duyguları seyirciye aktarılmıştır.

Ayrıca şişmanlık, cücelik, fiziksel bozukluklar alay konusu edilmiş, toplumun bu şekilde güldürülmesi amaçlanmıştır.

1970’li yıllar da çekilen filmler de engellileri acınası senaryoların hâkimiyetinden kurtaramamış, zaman içinde engelli algısı halkın nazarında değişmeye başlayınca, engelli vatandaşlar toplumda söz sahibi olma yolunda gayret gösterince, verilen eserlerde de engellilerin konumunda da değişiklikler görülmüştür.

İsterseniz engelliliği konu alan Yeşilçam filmlerine kısa bir göz atalım.

ARTIK SEVMEYECEĞİM (1968)

Yönetmen: Muzaffer Aslan.Senaryo Yazarı: Muzaffer Aslan.Oyuncular: Türkan Şoray, Cüneyt Arkın, Önder Somer, Münir Özkul.Filmin konusu: Başına buyruk bir kadın olan Nesrin, yakışıklı bestekâr Kemal ile evlidir. Ancak evliliğinde arzuladığı heyecanı bulamamış, tek düze bir hayat sürmekten sıkılmıştır. Maceraperest sevgilisi Cahit ile Almanya’ya kaçma planları yapmaktadır. Ziyaretine gelen ikiz kız kardeşi Leyla, onu bu kararından vazgeçirmeye çalışır ancak başarılı olamaz. Leyla da uzun zamandır Kemal’e âşıktır ama Kemal kardeşi ile evlenmeyi tercih ettiği için aşkını kalbine gömmüştür. İki kardeş otomobille hava alanına doğru giderlerken Nesrin Leyla’ya alyansını verir ve Kemal’e iade etmesini ister. Tam bu sırada kaza yaparlar. Araba yanar. Nesrin tanınmaz hâldedir. Alyans ise Leyla’nın parmağındadır. Herkes Leyla’yı Nesrin zanneder. Leyla’nın hayalleri gerçek olmuştur. Nihayet Kemal ile birliktedir. Kemal de eşinin kaza nedeniyle değiştiğini, ölümden döndüğü için hayata sarıldığını ve evliliklerinin bu sayede düzeldiğini düşünmektedir. Cem adını verdikleri bir oğulları olur. Her şey yolunda gitmekteyken Cahit çıkagelir. Niyeti Nesrin ile tekrar evlenmektir. Leyla, durumu açıklamak amacıyla Cahit’le buluşur. Ancak Kemal eve gönderilen isimsiz çiçeklerden şüphelenmiş, Cahit’in adresini bulmuş, evin bir köşesine saklanmıştır. Leyla ve Cahit’in konuşmalarını dinler. Duydukları yanlış anlaşılmaya çok müsaittir ve karısının onu aldattığına ikna olur. Ardından da evi terk eder. Leyla Cahit’i öldürür. On yıla mahkûm edilir. Ama asıl üzüntüsü Kemal’in onu hayatından çıkartmış olmasıdır. On yıl boyunca Kemal’i ve oğlu Cem’i göremez. Çıktığında da onları bulamaz. Tam intihar edecekken, kör taklidi yaparak para kazanan bir sokak müzisyeni olan Ahmet Leyla’yı kurtarır. Leyla ve Ahmet arkadaş olurlar. Leyla’nın sesi güzeldir. Ahmet onu tanıdığı ünlü bir müzisyene götürmeye ve sahneye çıkmasına önayak olmaya karar verir. Ahmet’in bahsettiği müzisyen Kemal’den başkası değildir. Ancak Kemal eşinin ihaneti sebebiyle hastalanmış ve görme yetisini kaybetmiştir. Leyla’ya ders vermeyi reddeder. Bu on yıl içinde kadınlara düşman olmuş, evine hiçbir kadının girmesine müsaade etmemiştir. Cem, Leyla’yı çok sever ve biraz da onun ısrarı ile Leyla’ya ders vermeye razı olur. Kemal ameliyat olmaya karar verir. Leyla, Kemal’in gözleri açılmadan evi terk etmek niyetindedir. Kemal’e bir mektup bırakarak gerçeği anlatır. Cem ile vedalaşmak ister. Ama Cem evden kaçarak, tren raylarına doğru koşar. Peşinden giden Leyla trenin altında kalır. Hastaneye kaldırılır. Aynı esnada Kemal ameliyat olmuş, gözleri açılmıştır. Leyla ölüm döşeğindeyken, Cem’in duaları sayesinde iyileşir. Aile artık bir araya gelmiştir.

ÜÇ ARKADAŞ

Yapım yılı: 1958. Çıkış tarihi: 1 Ocak 1958.Yönetmen: Memduh Ün. Konusu; Murat, işportacılık yapan fakir bir gençtir. Gözleri görmeyen Gülperi'yeâşık olan Murat, onun gözlerinin açılabilmesi için her türlü fedakârlığı yapacaktır.Murat, Mıstık ve Artin terk edilmiş eski bir konakta yaşamaktadır. Sokaklarda günlük işler yaparak hayatlarını kazanmaya çalışırlar. Bir gece karşılarına seyyar satıcılık yapan görmeengelli Gülperi çıkar.

AKASYALAR AÇARKEN (1962)

Filmde, sevdiği iki kadın arasında seçim yapmak zorunda kalan Yüksel’in hikâyesi konu edilir. Kimyager Yüksel, yeni bir formül üzerine çalışırken büyük bir patlama olur. Patlama sonucu kaldırıldığı hastanede kör olduğunu öğrenir. Tedavi sürecinde tek teselliyi hemşiresi Lale’de bulur. Lale’yle olan yakınlaşması bir süre sonra aşka dönüşür. Doktoru İtalya’da yapılan bir ameliyatla gözlerinin açılabileceğini söyler. Bunun üzerine Yüksel, Lale’den ayrılarak İtalya’ya gider. Ameliyat başarılı olunca bir süre İtalya’da yaşamaya karar verir. Yemek yediği bir restoranda tesadüfen Türk olduğunu öğrendiği Filiz’le arkadaşlık yapmaya başlar. Lale’yi unutmak için Filiz’le yakınlaşan Yüksel, Filiz’e evlenme teklif eder. Ancak bu teklif üzerine Lale ile Yüksel'in yolları yeniden kesişecektir.

Yeşilçam filmlerinde merdivenden düşerek gözleri açılanı, aman Allah’ım görüyorum sözleriyle mutlu olanları sıkça işitmişizdir. Affetmeyen Kadın, Kırık Plak, Cilalı İbo ve Tophane Gülü, Horasan’dan Gelen Bahadır, Mor Defter başlıca isimlendireceğimiz filmlerdendir.

1970’li yıllara geldiğimiz de Kuma filmi dikkatimizi çekmektedir. Atıf Yılmaz’ın yazıp yönettiği filmde Hakan Balamir ve Fatma Girik oynamaktadır. Köylü olan Ali, onu tutkuyla seven çobanlık yapan bir kadınla evlidir. Ancak çocuklarının olmaması nedeniyle Ali, ailesinden baskı görür. Gönülsüz olarak annesinin ikinci eş dayatmasını kabul eden Ali, karısının aramaları sonucu zor koşullarda yaşayan görme engelli biz kız bulur. Bu kadın, özel ihtiyaçlarını yerine getirememekte, ali ve karısına yaptığı huysuzluk ve şirretlikleriyle onları canlarından bezdirmektedir.

1985 yılında Gülişan filmi de yeşil çamın izlerini taşımaktadır. Halil Ergün, Yaprak Özdemiroğlu’nun başrollerini paylaştığı filmde, çocukları olmayan MestanAğa, iki eşinin üzerine köyde gördüğü gözlerinin görmediğini sonradan fark ettiği Gülişan’ı kaçırır ve evlenir. Gülişan öz bakım becerilerinden yoksun bir profil çizmektedir. Özetle engelliler ve görmeengelliler halka farklı biçimlerde gösterilmektedir.

Dr. Engin Yılmaz EEEH dergide yazdığı makalesinde şu cümleleri kullanıyor: “Engellileri çaresiz, umutsuz ve tedavi amacıyla yanıp tutuşan kişiler olarak görenler yalnızca sokakta karşılaştığımız insanlar değil, yönetmenler, yazarlar, doktorlar, öğretim üyeleri ve entelektüel olarak hayranlık duyduğumuz epeyce birey de aynı algıya sahip. Öte yandan engellilerin kendisi hayatlarından bu derece mutsuz değil.”

Engellilere engel olan engelleri kaldıralım, basında, yayında, sinema ve filmlerde. Hele hele de; fiziki çevrede, iş yerlerinde erişilebilirliği sağlayalım.

KAYNAKÇA:

1,.https://eeeh.engelsizerisim.com/yazi/36/ne_sifa_isteri

2. TÜRK SİNEMASINDA ENGELLİ BİREYLERİN TEMSİLİ (1950 – 1970 DÖNEMİ) PINAR TINAZ İstanbul üniversitesi 2017 doktora tezi.

3. Türk Sinemasında Engelli Temsili: 1969-2013 Yılları Arası Türk FilmleriYüksek lisans tezi, Mehmet Yamak.