47-“ Kavmi içinde ki şeyh, ümmeti içinde ki peygamber gibidir.”

Tasavvufçu, tarikatçı şeyhlerin elde etmek istedikleri birinci hedefi kendilerini peygamber seviyesine çıkarmaktır. Fena Firresul, Peygamberde yok olmak dedikleri bu olsa gerek. Fakat şeyhler, Peygamberlik de fazla kalmak istemezler. Çünkü tasavvuf yolunun öncülerinden olan Bayezid Bistami, “Peygamberler benim ayağımın tozuna yetişemezler” der. Tasavvufçuların elde etmek istedikleri son hedefi ileri de anlatmaya çalışacağız.

(Hucviri, Keşf-ül Mahcup- M. Uysal Tasavvuf kültüründe hadis.)

48-“ Benim Allah ile öyle bir vaktim vardır ki, o vakitte beni ne mukarrep bir melek, ne de Mürsel bir nebi kuşatabilir.”

Bu sözün biraz değişik şekli 11 numaralı mevzu sözde geçmişti. O sözün son bolümü şöyle bitiyordu: “O vakit beni Allah’tan başkası kuşatamaz.” Yeni örnekte ise, “O vakitte beni mukarrep melek ve Mürsel Nebi kuşatamaz” deniyor. Mukarrep Melek deyimi Kur’an’ı Kerimde Nisa suresi 172. Ayette şöyle geçer: “Mesih (İsa) da en yakın olan melekler de Allah’a kul olmaktan çekinmezler. Kim Ona kulluk etmekten kaçınır ve büyüklük taslarsa, (bilsin ki hesap günü, Allah) hepsini kendi yanında toplayacaktır.

Bu iki uydurmadan anlaşılan şudur ki: Kendisini ermiş, Allah dostu veli zanneden tarikat şeyhleri kendilerini yüksek göstermek için önce Peygamber Efendimizi olağan üstü yüceliğe ulaştırıp, ilahlaştırmak istiyorlar ki, sonrada kendilerini Peygamberin varisi göstererek Peygamberin ulaştığı mertebeye onun varisleri olan Allah dostları zaten ulaşır diyerek kendilerini ilahlaştırırlar. Ayetten anlaşıldığı gibi “Mukarrep” Melek Allah’a en yakın olan ve büyük melek olarak kabul edilen Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail olsa gerek. Nebi-Mürsel’ler ise ümmetine kitap tebliğ ettiği Kur’an da bildirilen ve ülül azım peygamberler olarak bilinen Musa (a.s.), Davud (a.s.), İsa (a.s.)

ve bu sözleri söylediği iddia edilen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’dir.

Böyle olunca 50. Sırada yayınladığımız sözde Peygamberimiz şöyle demiş oluyor: Ben öyle bir zamana ulaşırım ki o zaman beni Mukarrep melek olarak bilinen dört melek ve üç büyük peygamber beni ihata edemez, kuşatamaz. Peygamberimize vahyin ilk geldiği zamanlar da Cebrail’in azametinden korktuğu, titrediği ve Cebrail’in gökte azametle oturduğu anlatılır. Peygamber Kur’an ahlakı ile ahlaklanmıştır, tevazu sahibidir. Cebrail’den, diğer meleklerden ve diğer peygamberlerden üstün olduğunu ifade eden sözler söylemez.

11. numaralı sözde ki iddia daha büyük manalar ifade ediyor: Yani, güzel ahlakın timsali olan peygamber, “Ben öyle bir zamane ulaşırım ki, “Allah’tan başkası beni kuşatamaz” demek, “benden başka bir büyük var O da Allahtır; Ondan başka ikinci derece de büyük benim” der gibi bir mana içerir. Bu bir şirktir,

Peygambere öyle iftira atıyorlar ki, Peygamber Efendimizi, “Min dunillah” yani, Allah’ın altında veya astın da yetkilendirilmiş ikinci bir ilah olarak sunuyorlar. Peygamberi yücelteceğiz diye böyle şeyler uyduranlar Allah’a şirk koşan ve Peygambere iftira atan zalimlerdir.

(Hucviri, Keşf-ül Mahcup- M. Uysal Tasavvuf kültüründe hadis.)

49-“Kim tasavvufçunun duasını duyar da “Amin” demezse, Allah katında gafil olarak yazılır.

Başka söze hacet yok. Peygamberimizin zamanında tasavvufçu olmadığına göre, onlara ait bir dua da yok demektir. Uydurulan sözün kendisi tasavvufçular tarafından uydurulduğunu gösteriyor.

50-“ Bilgisiz olarak ibadet eden kişi, değirmen eşeği gibidir.”

Bilhassa tasavvufçular Müslüman çoğunluğu avam. Kendilerini has veya hassul has kabul ederler. Avamı mürit yapıp onların üzerinden hayatlarını kazandıkları içinde bilgi edinmelerini pek istemezler. Hele-hele avamın Kur’an’ı anlamasına hiç müsaade etmezler. Çünkü müritler, bilgi sahibi olunca şeyhlerini sorgulamaya başlarlar. Bu durumda şeyhlerin işine gelmez. Sonra da böyle sözler uydurarak avam dediği insanları “Değirmen eşşeğine” benzetirler.

51-“ Nefsini bilen Rabbini bilir.” Arapçası: (Men Arefe nefse hu fakat arefe Rabb’eh.)

Yani kişi kendini bilirse Rabbini de bilir” deniyor. Kendini bilmek ne demek? Kişi kendini nasıl tanıyacak ki Allah’ı da bilmiş olsun. Bu konu da bir izah yok. Tasavvuf kitaplarında en çok geçen sözlerden biri de bu cümledir. U sözün aslı biraz değişik olarak bir Yunan filozofundan alınmıştır. Sonra da tasavvufçular bu sözü çok beğenmişler ve onu Peygamberin ağzına hadis olarak yerleştirmişlerdir.

Tasavvufçular bu sözü niçin çok beğeniyorlar? Bunu anlamak için biraz tasavvuf felsefesini okumak lazım. Tasavvufta Vahdeti Vücut gibi bir inanç vardır. Yani varlığın birliği demektir. Onlara göre kainatta ne varsa, hepsi bir varlıktır o da Allahtır. Bir başka deyişle kainatta Allah’tan başka hiçbir şey yoktur. Var zannedilen dağlar, taşlar, denizler, yıldılar ve gezegenler Allah’ın tezahür (Görünme) şeklidir. Tasavvufçulara göre Allah, en çok insan suretinde görünür. İnsan şeklinde derken her insan şeklinde değil, Mürşidi Kamil, İnsanı Kamil olma vasfını kazanmış olan Allah’ın sevgili kullarının suretin de görünürmüş. İşte bu izahlara inanırsan “Nefsini bilen Rabbini bilir” cümlesini de anlamış olursun. Yani İnsanı Kamil olan kişi Allah’ın kendi suretinde göründüğünü bildiği için Rabbin de kendisi olduğunu bilir. O zaman onun müritleri rahatlıkla “Allah, ete kemiğe büründü, şeyhimiz olarak göründü” derler. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Kur’an’ı Kerimde yüzlerce ayette Allah’a ortak koşma, yani şirk olarak anlatılan ve affedilmeyen bu günahı işleyenler maalesef tasavvufçular ve tarikatçıların üst kademelerinde olan kişilerdir. Zaten bunlar kendilerini Kutup, Gavs, İnsanı Kamil, Fena Fillah, Beka Billah diyerek kendilerini Allah’a ortak yaparlar ve şirkin en büyüğünü işlerler.

Bu sözde ki başka bir incelik daha varki açık şirke kapı açıyor: Kişinin kendisi Allah oluyor. Kendini tanıyanda Allah’ın kendisi olduğunu bildiği için Allah’ı bilmiş oluyor.

Hucviri, Keşf-ül Mahcup- M. Uysal Tasavvuf kültüründe hadis.)