İnsanoğlunun ilk verdiği söz ruhlar âlemindeki sözdür: Kur’an-ı Kerim verdiğimiz bu sözümüzü bize şöyle hatırlatıyor:” Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.”(A’raf,172).

İnsanlar çabuk unutuyor. Bazen dün akşam ne yediğimizi, bazen bize verilen değerleri. Ülkeler, devletler ve tüm insanlık olarak bir unutuşu yaşıyoruz. Rabbimize verdiğimiz sözü bile unutuyoruz. Yüce Yaratıcımız ruhlar âleminde ahdimizi hatırlatarak kıyamet günü, “Bizim bundan haberimiz yoktu” demememiz için sık sık tembihte bulunuyor.Ayrıca bu sözü birbirinize de unutturmayın ve bu sözün gereği olan gerçek kulluk görevinizi de yerine getirin, buyuruyor.

Yüce dinimiz İslam kendi aramızda verdiğimiz sözlerden de sorumlu olduğumuzu dile getirmekte ve verdiğimiz sözlerimizi mutlaka yerine getirmemiz gerektiğini bize bildirmektedir: ”Ey iman edenler sözlerinizi yerine getirin”(Maide,1).

Sevgili Peygamberimiz de (sav) bu konu ile ilgili olarak şöyle buyuruyor:” Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.”(Buhari,Müslim)

Bizden beklentisi olan insanları hayal kırıklığına uğratıyor, ümitleri boşa çıkarıyoruz. Hikâyede olduğu gibi. “Kral soğuk kış günü askerler arasında dolaşırken, elbisesi ince, soğuktan titreyen bir erle karşılaşır. Askere dönerek “senin kalın üniforman yokmu? Birazdan emredeyim, sana yünlü kıyafetler getirsinler” diyerek oradan ayrılır. Fakat sözünü akla bile getirmez.Sabahleyin bir bakarlar ki askerin cansız bedeni, donarak ölmüş. Duvarın üzerinde de şöyle bir not; “Beni soğuk öldürmedi ama senin kalın elbise vaadine güvenmiştim”.

Bekletmek ile ilgili DücaneCündioğluHocanın yazılarında yıllar önce bir hikâyeye rastlamıştım.

Şeyhin biri müridiyle giderken bir köyün yanından geçmişler. Şeyh demiş ki: "Evladım. Ben şu incir ağacının altında biraz nefesleneyim, sen de al şu testiyi, git köyün çeşmesinden dolduruver bir zahmet." Mürit gitmiş çeşmeye. Bir de ne görsün çeşmenin yanında dünya güzeli bir kız testisini dolduruyor. Takılmış peşine... Yolda aşkını ilan edivermiş. Kız da ondan hoşlanmış ve "Babamdan iste beni" demiş. Delikanlı da gidip babasından Allah'ın emriyle, Peygamber'in kavliyle kızı istemiş. Adamın gözü delikanlıyı tutmuş, "Verdim gitti" demiş. Derken çocukları olmuş, aradan yıllar geçmiş, çocuklar büyümüş, hatta en son gelip babalarına demişler ki: "Baba bize destur ver de gidip rızkımızı arayalım." Çocuklar gitmişler, derken bizimki iyice yaşlanmış. Bu sırada kayınpederi vefat etmiş, çok geçmeden hanımını da kaybetmiş ve öylece yalnız, tek başına kalmış. Birdenbire incir ağacının altında unuttuğu şeyhini hatırlayıp "Eyvah!" demiş, "Ben ne yaptım?" Hemen koşup bir testi almış ve çeşmeye gidip testiyi doldurduktan sonra koşa koşa incir ağacının yanına gitmiş. Bir bakmış ki şeyh hâlâ ağacın altında ayaklarını uzatmış oturmakta. Şeyh tebessüm ederek şöyle demiş bizim delikanlıya: "Evladım, nerede kaldın? Az kalsın ben de gidecektim!"

İncir ağacının altında bizler kimleri bekletiyoruz. Unutmam dediğimiz hangi dostlarımızı unuttuk. Kimlere söz verip de zaman geçtikten sonra hatırladık veya düşünmeye bile tenezzül etmeden boş ver dedik. Ömür geçiyor. Ya bizler dostlarımızı bulamayacağız, onlar yanımızda olmayacak yada bizler ölüp gideceğiz. Sevdiklerimizi arayalım, kıymetlerini bilelim. Kalp kırmaktan sakınalım. İş işten geçmeden, unutulanların unuttukları bir unutulmuş olmayalım.