Sivas’ta doğmadım, üniversite yıllarımız burada geçti, “Memleketin mi Sivas mı?” deseler Sivas derim.

2004 yılında üniversiteyi Sivas’ta kazandığım haberi gelince içimi sevinçle birlikte bir korku kapladı. Acaba nasıl yerdi bu Sivas. İnsanları nasıldı, engelliye bakış açıları ne şekildeydi. Eylülün on dokuzunda Kayseri üzerinden memlekete giriş yaptım. Gece alabildiğince soğuk. Kısa kollu bir giysi ile geldiğimden terminalin dışına çıkamamıştım. Sabah olunca bir adres aramaya başlamış, Sivas çarşısında dolaşmaya başlamıştık. Yerleri süpüren bir abimize adresi sorduğumuzda, elindeki işini bırakıp, bizi gideceğimiz adrese kadar götürmüştü. Ağzında bir türkü mırıldanan abimiz, “Vurmayın arkadaşlar ben yaralıyım, el âlem al giymiş ben karalıyım” diye dertli dertli söylüyordu. Kendisiyle empati yaptım. Kim bilir ne derdi vardır dedim. Gece soğuğuyla bizi üşüten şehir, insanlarıyla içimizi ısıtıvermişti. Beni bir huzur kaplamıştı.

Üniversiteme kayıt yaptırmaya gittiğimizde aynı sıcaklık bizi çepeçevre sarmıştı. İlk dersimiz Tarih profesörü Ömer Demirel Hocamızın dersiydi. Herkesle tanışınca bana dönerek, Selman kardeşiniz engelli ama göreceksiniz dersimden en yüksek notu o alacak diye arkadaşlara söylemişti. Benim için bir sevinç olmuştu, o kadar fazla çalışmıştık ki Ömer Hocamızın dersinden en yüksek not olan doksanı ben almıştım. Babacan tavırlarıyla kendine bizleri hayran bırakmıştı. Ancak soğuk memleketlerde okumak istemiyor, sıcak yerlere yatay geçiş yapmayı düşünüyordum. Tabii ki ilk dönem bir dersimin zayıf olmasından dolayı bu planlarım suya düşmüştü. Artık Sivas’ı soğuğu ile kabul edecektim. Üniversiteyi bitirmeye yakın eşimle tanıştım. Farklı illerde olsam da kafaya koymuştum. Elim ekmek tutmaya başlayınca kendisini ailesinden istetecektim. Sonunda memur olduk, eşime dünürcü gönderdim ve düğün hazırlıkları süreci başladı, artık evlenmiştim. Çocuğumuz dünyaya gelene kadar farklı memleketlerde görev yaparken çocuğumuz olunca Sivas’a tayin istemeye karar verdik. Bu güzel şehirden kopamıyordum. Ayrılmak da istemiyordum. Geçenlerde Kirkor Değirmenciyan’ın yazısını okudum. Kendimi alamayıp, arşivden bütün yazdıklarını tarayıp bir gecede bitirdim. Okurken yaşadıklarıyla duygulandım, ben de ağladım. Konya’yla Sivas’ın arasında bir fark yoktu. Kirkor Amcamızın yazılarıyla beni özdeşleştiren, beni ağlatan durumu çözmeye çalıştım. Sonunda anladım ki o Amerika da yaşayan bir Ermeni Sivaslı, ben Konya’da doğmuş, Türk Sivaslı. Önemli olan bir yeri sevmek, bir memlekete parçanı bırakmak, yeni doğan evladımızı Sivas’a defnettik, bana sorsalar ölünce nereye defnedilmek istersin diye şüphesiz Sivas’tır derim. Bir yarışma yapıldı, önce ödüle hak kazandığım söylendi, sonrasında ödülün bana verilmediğini gördüm. Yorumlarda, “Sen Sivaslı olmayınca ondandır.” diye ifade edildi. Ama özümde bir Sivaslıdan daha da Sivaslıyım, ben böyle hissediyorum.

Sivas için yazdığım bir şiirin dörtlüğünü paylaşmak diliyorum.

Misafirperverdir, çok da cömerttir.

Namertleri affetmez candan merttir.

Mazluma mülayim zalime serttir.

Neresi sorarsan Sivas’tır derim.