Hani yazdı mevsim, pazartesiydi,

Gelmiştin rüya gibi, hasretini çektiğim,

Sırtı yeşildi yaslandığın o taşın,

Sevmelere doyamamış, kıyamamıştım…

Yüreğime bir bakışın vardı,

Yeri göğü inletirdi sevdan,

Çakılırdı mıh gibi gözbebeklerin,

Süzülürdüm, dökülürdüm avuçlarından.

Deniz grisiydi gözlerinin rengi,

Yıldız yıldız parlardı bakışların,

Sessizliğimizde çağlardı sözleri,

Gönlümüzde coşan duyguların.

Hasretin kör etti dillerimi,

Ne de özledi ellerim gözlerini,

Göz kapaklarını ve kirpiklerini,

Grimi saçlarının rengi şimdi.

Yanık kokuyor kaldırdığın tozun savruk gidişi,

Mevsim bahardı, yeşilsiz bir sonbahardı.

En koyusuydu tonu, kızıl kahvenin,

Günlerdense pazartesi…

Sarmalıyor senin yerine ruhumu,

Yaprak kızılı, buzlu, serin rüzgâr.

Dağlıyor ciğerimin en ücra köşelerini,

Karaya çalmış lacivert bir efkâr.

Şimdilerde benimle, ama yapayalnız,

Gittiğinde başıma kalan boşluğun,

Anlamaktan gayrı çare yok, ‘’ayrıyız’’…

Kemiriyor ruhumu, ince ince yokluğun.

Kederimin çözüldü dizginleri,

Yakıyor, tutamıyorum,

Kalmadı zerresi sevdalığımın,

Bırakıp ellerimizi, gideli beri.

Toz duman havalarım çoktan beri,

Dağılmıyor karabasan bulutları göğümün,

Tam da o gün attım kördüğümleri,

Faydası yok yürek sızıma, sazımın, sözümün.

Artık ne yar ne de ser sin!

İşte tam o gün gittik,

Bıraktık her şeyi,

Ardıma bakmadım,

Ardına bakmadın,

Ardımıza bakmadık…

Ne tesadüf değil mi?

O gün başlamıştı her şey,

Ve o gün bitti…

Ondandır,

Pek sevmem pazartesileri...