Uzbekistannan saygılar. Türkiye’deki kardeşlerimiz, biz sizinleyiz. Geçmiş olsun. Bu hikayeyi ağlayarak yazdım. Allah korusun, canlarım. 

 "Sen deli misin oğlum?"
 “Anne, orada arkadaşlarımın evleri yanıyor, kuşlar, ağaçlar, Muhammed'in ümmeti yanıyor.  Yüreğim yanıyor burada...
 "Taşıdığın bir bardak suyun ne olduğunu anlıyor musun?"  Onu tekrar buradan çıkarmanın nesi var?  O ülkede de su var.
 "Anne, zamanla bu bardak su beni cehennemden kurtaracak."  Bu dünyada bir müminin canı yanarsa bütün ümmetin canı yanar dememiş miydin?
 Fatih, annesiyle vedalaşarak dua ve gözyaşı yağmuru altında uçağa bindi.  Elinde su, gözünde su, kalbinde sel ile yola çıktı.  Türkiye'deki arkadaşlarıyla buluşmayı bile düşünmeden Managwat'a gitti. Acı duman kokusu onu boğmaya başladı.  Suyu dikkatle elinde tutarak ormanın yakınında durdu. Yolun kenarında yanan kanatlı bir serçe gördü. Su şişesinin ağzını açtı, serçenin kanatlarını ıslattı ve ağzına da su damlattı. Serçe ayağa fırladı.
 Fatih kuşu eline aldı ve fısıldadı:
 - Sakin ol.  Geldim.  Bu su sana, bizimki cennetteki kevser suyudur inşaAllah.  Biz tek bir ruhuz.  Seni terk etmeyeceğim.  Biz bir ümmetiz.
 Fatih çömeldi ve dua etmeye başladı.
 “Rabbim, bize merhamet et.  Bizi azabından kurtar.  Günahlarımızı bağışla.  Rahmetin Resulü'nün (sav) ümmetine olsun. Fatih uzun süre dua etti.  Ağladı.  Bir süre sonra gökten yağmur yağmaya başladı.  Önce yavaş yavaş yağan yağmur daha sonra hızlanmaya başladı.  Türkiye ormanlarındaki ateşin sınırları giderek azaldı ve Allah'ın rahmetiyle nihayet sona erdi.  Fatih derin bir nefes aldı ve yüzü gözyaşlarına boğuldu.  Teşekkür ederek, sevgili arkadaşını ziyarete koştu.

 Dilbar Rajabova