Geçen hafta köşe yazımı yayınlayamadım. Yazsaydım neler diyecektim, ilimizde yapılan ortak akıl çalıştayından bahsedecektim. Sayın Valimiz Salih AYHAN ın üniversite, belediye, ve ticaret odamızla birlikte düzenlediği çalıştayın ilkleri yaşattığına, engelli sivil toplum temsilcileri olarak bizlerinde çalıştaya rapor sunduğumuzu anlatacaktık. Bir bebeğimin olduğunu sizlerle paylaşacak. İlk hatırlayanın, çiçek gönderip, mutluluğumuzu katlayan Sayın valimiz  olduğunu söyleyip, teşekkür edecektik. halkına karşı duyarlı yaklaşını, mütevazi duruşunu, çocuklarla okul bahçesinde kar topu oynadığından bahsedip, Sivas ın ne kadar şanslı olduğunu vurgulayacaktık. Çalıştayda bir soru vardı; “sivasın potansiyellerini belirtiniz” diye. İlimizin en büyük potansiyeli tevazu sahibi ve çalışkan yöneticilere sahip olması deyip sevincimi ifade edecektim.

Ancak bizleri üzen bir gelişme yaşandı; 28 haftada erken dünyaya gelen bebeğimizi, ebediyete uğurladık. Üniversite hastane personelimizin, ilgisi ve desteği bizlerle oldu. ama kaderin önüne geçemezdik. Teslimiyetle yaklaştık.

1 haftadan beri bizi yalnız bırakmayan siz dostlarımıza teşekkür ediyoruz. Sözler ve kullanılan cümleler gerçekten bizleri teskin etti. Sadece bu tür acıları yaşayanların bizler olmadığını, ortak üzüntülerin birçok kez vuku bulduğunu, birkere daha gördük. Bir büyüğümüz, 4 aylık bebeğinin vefat ettiğini, bir teyzemiz onsekiz yaş üzeri üç çocuğunu kaybettiğini, bir başka abimiz yirmi yaşında oğlunu toprağa verdiğini, anlattı.

Peygamberlerimiz ve Allah dostu evliyalar evlat acısıyla imtihan oldu. teslimiyetle karşıladılar. Bizlerde rabbimden geldi diyerek yine ona sığınmalıyız.

Yazılarımızda konuşmalarımızda ölümden sık bahsettiğimiz oluyor, fakat kendi başımıza gelince yazılanların ve söylenenlerin yüreğe tesir etmediğini bir kere daha anlıyorduk.

Ortak dili kullandığımız, geçmişte bizim yaşadığımız acılara benzer acıları yaşayan, damdan düşenin halini damdan düşen anlar dediğimiz arkadaşlar çok büyük destek oldular. Rabbim razıolsun.

Bilim adamları kendi türleriyle uçmayı reddeden, iki ayrı tür kuşa rastlar. Bir araştırmacının merakını cezp eder, bu iki farklı tür hayvanın nasıl olupta kendi türleriyle, ait oldukları yerlerde yaşamak yerine, bir yabancıyı kendi kardeşlerine yeylediklerini. Bir yanda karga, bir yanda leylek… o kadar farklıdır ki kuşlar; ihtimal verilemez birbirlerini sevdiklerine. Öyle ya. Karga dediğin kargalarla uçmalıdır; leylek dediğin se leyleklerle… bilim adamı yaklaşır ve merakla inceler kuşları. Ta ki her ikisinin de topal oluşlarını keşfedinceye kadar. O zaman anlar ki; birlikte kaçar, birlikte uçar bu beraber yaşamaları beklenenlerin yanında tutunamayanlar… o vakit anlar; sahip oldukları değil; sahip olamadıklarıdır canlıları birbirlerine yakın kılan. Topal kuşlar birbirlerinin yaradılışlarını bilir ve sömürmek ya da örtmek yerine, kabullenirler birbirlerini. En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. ortak acı, ortak hüzün, ortak sıkıntıdır esas yaklaştıran. O yüzden aynı engele sahip kişiler, birbirleriyle daha çabuk dostluk kurabilirler, ailesinde engelli olan birileri bir engelliyi, engelli ailesini anlar.