Mekânların dili olur mu? Bir yazısında rahmetli Akif Emre, duvarların da bir ruhunun bulunduğunu yazmıştı. Mutlaka vardır diyoruz. İşini aşk ile yapan bir mimar, gurbete gidip hasret çeken bir insan, gönlü incelikle dolan anlıyor bunu.

Tarihte nakkaşlar birçok duvarı ustalıkla işleyip binbir sanatı gözlerimizin önüne sererek ispatlamışlardı bu dili. Yazarlar, şairler sözleriyle günümüze gelen bir anlatımla vurgulamışlardı. Faruk Nafiz Çamlıbel; Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış’a han duvarlarına yazı yazdırarak, aşkını ve özlemini dillendirmişti.

“On yıl var ayrıyım Kına Dağı’ndan.

Baba ocağından yâr kucağından.

Bir çiçek dermeden sevgi bağından,

Huduttan hududa atılmışım ben.

İlk gazete yazıları duvarlara yazılmıştır. Duvar yazısı denilen, günümüzde de canlılığını koruyan bir akım gelişmiştir.

İnşaat ustaları binaları yükseltirken, bir türkü tuttururlar; kimi yâre sevgisini, kimi sılaya özlemini anlatır. Bir tiyatroda dinlemiştim. Zindanda hücrede yatan iki mahkûm, birbirleriyle haberleşirken bozuk paraları duvarlara vurarak çıkan seslerle yalnızlığa tahammül edebiliyorlardı. Yatılı okullarda okurken ailemi özlediğim zaman, duvarlarla sohbet eder, içten gelen bir sesle derdimi açardım. Ve evimden uzaklaşacağımda, kerpiç duvarlarla vedalaşır, komik gelecek biliyorum ama ona tazim gösterirdim. Çünkü anılarım ve her şeyim o evde ve o duvarların arkasındaydı. Şimdi bir meslek sahibiyim, babamlar bahçeli evlerinden ayrılıp beton duvarlı başka eve kiraya çıktılar. Arada sırada uğruyorlar kerpiç duvarlı evimize. Ben de memlekete gittiğimde yeni evde hiç kalmak istemiyorum. Sanki beton duvar cansız, ev benim değil gibi oluyor. Memlekete gitmekten tat alamıyorum. Kokusu bile başka geliyordu kerpiç binaların, ne kadar rutubet koksa da. Şimdi hazır betonlar çıktı, ustalar daha az emek harcıyor. Her şey makineleştiği gibi inşaat sektörü de hazıra döndü. Tabii evler, iş yerleri ve okullar daha çabuk yükseliyor. Ancak, ustalar eskisi gibi türkü söylemiyor, duvar başında daha az hayal kuruyor, belki kendi ruhuyla mekânın ruhunu daha az buluşturuyor. Mekânlar lal oluyor. Diyorum ya dostlarım, duvarlar da hormonlu, meanlar da gdo’lu. “İnsanlar eskiye özlem duymaya başlayınca yaşlanmaya başlıyormuş.” derdi bir dost, herhâlde biz yaşlanıyoruz.

Han duvarları gibi hastane duvarlarının da hafızası olmalı, hatta hapishanelerin, yetimhanelerin bile. Acıların, sancıların, inlemelerin, biriktiği duvarlar. Basamaklarla çıkılan, koridorlarla geçilen sınıfların duvarları da ayrı bir ahenk katar, geleceğe dair hayallerin biriktiği gönüllere.

Mekânı görmek için ten gözüne gerek yoktur, ruhunuzla hissedersiniz, bazen bana nereden gördün diyorlar ya, “Hissetmek, görmenin öz evladıdır.” diyorum ben de.