Bazen yaşamın doğal akışı içinde her şeyi çok önemli ve gerekli görüyoruz ve gereğinden çok ciddiye alabiliyoruz.  Hatta o kadar ileri gidebiliyoruz ki kendimiz ve kendi keyfimiz için olan hiçbir şeyi yapmadan aylar geçmiş oluyor. Bu bakış açısı ve eylemlerle yaşamaya devam ettiğimiz dede hayatımızdaki her şey son derece ciddileşmiş oluyor. Adeta içimizdeki çocuğu öksüz bırakıyoruz. Üstelik bunu, onun sevgiye, ilgiye, şefkate ve eğlenmeye en çok ihtiyacı olan yetişkin yaşlarımızda yapıyoruz.

Yaşam akarken yaptığımız pek çok şeyi zorunluluk haline getiriyoruz ve koşulsuz kuralsız yapmaya devam ediyoruz. Yapmadığımızda önemli sorumluluklarımızı yapmamış gibi suçlu hissediyoruz. Bu durum zaman içinde bizi zorlamaya başlıyor, gönlümüzü- ruhumuzu bunaltıyor ve yoruyor.

Yaptıklarımızdan birçoğu yaşamımınız idame ettirebilmek için gerekli evet, fakat, gerekli olmadığı halde bizim zorunluymuş gibi görüp yaptıklarımıza ne demeli. Hiç gerekli olmadığı halde zorunlu hale getirerek yaptığımız ne çok şey var. Bizi perişan etmesine izin veriyor, bağlanıyor, bağlandıklarımıza sımsıkı düğümler atıyor ve nerdeyse kopamayacak duruma geliyoruz.

En son hiçbir sonuç beklemeden, hiçbir somut çıkarımız olmadan sadece canımız istiyor diye keyfimize göre koşuşturmadan keyfini iliklerimize kadar hissettiğimiz, yaparken zamanı unuttuğumuz, ne yaptık?

Yapmayı ertelediğimiz pek çok şey var demi. Bir sürü önemli gördüğümüz işleri gerekçe göstererek hayatımızı erteliyoruz aslında. Üstelik ertelediklerimizi yapmak için zamanımızın olduğuna ilişkin hiçbir garantimiz yokken, ertelemeye devam ediyoruz.

Hayat bir yolculuk ve her şey bu yolculuk sırasında oluyor ve geçiyor. Bunun farkında olmak ve eylemlerimizi bu farkındalıkla gerçekleştirmek önemli görünüyor. Bizim için yarın var mı bilmiyoruz çünkü…

Neyse yarın yaparım, neyse sonra dediklerimizin tümünün bugün zamanı gelmiştir oysa…

Telefonumuzun, bilgisayarımızın, televizyonun, olumsuz düşünceler içinde kendimizi yiyip bitirmelerimizin hayatımızdan ne kadar çok çalmasına izin verdiğimizin farkında olalım. Kendi yaşamımızı kendi ellerimizle teslim ettiklerimize bir bakalım. Kendimize bizim yaptığımızı bir başkası bize yapıyor olsaydı ne yapardık bir düşünelim ve kendimize gelelim…

Bu hayat bizim hayatımız ve tekrarı yok. Bir de bitiyor demi…

Bitmek demek, geri gelmemek ve tekrarı olmamak demek…

Demem o ki;

Herkesin yaşamında sadece kendisi için oluşturduğu kuytu köşeleri olmalı.

Orada, kendi kendine, özgürce kendi olabildiği ve en saf hali ile kalabildiği özel bir yaşam alanı olmalı.

Orası sadece zihinde düşünce olarak kalmamalı. İstediklerini hesapsız kitapsız özgürce gerçekleştirebilmeli. Koşmaksa koşmak, uçmaksa uçmak…

İnsan kendine ve kendine özgü bir şekilde yaşamının meşakkatleri arasında nefes alacak aktivitelere yer açmalı o aktiviteleri ertelemeden yapmalı.

O kuytularda insanın ilgileri, merakları, yetenekleri, zevkleri konuşmalı, hiç susmamalı ve ömür boyu devam etmeli.

Sadece ben istiyorum ve onun için yapıyorum olmalı.

Yaptıkları kendisi için olmalı, keyifli olmalı yapıyorken adeta zaman durmalı…

Yaptıkları sağlıklı olmalı, ilişkilerine ve diğerlerine zarar vermemeli ve sonuçlarının bedeli derin bir huzur olmalı.

Herkes huzuru hak eder.

Hak ettiğini, kimseden bekleme, kendi kendine ver…