Atalarımız yakınlarını bir yere yolcu ederken veya evladını evlendirirken, “Aman ha! Gittiğin yer kör ise sen de gözünü kapat. Sağırsa, duymazlıktan gel.” diye söylerler, kusurlara karşı göz yummayı tavsiye ederlerdi.

Kusurlar hususunda yanlış anlamalara mâni olmak için, önemli bir noktanın altını çizmek durumundayız. Hatalara kör ve sağır olmaktan murat, haksızlıklara karşı susmak değildir elbette. Peygamberimizin “Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse, hemen eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle tavır koysun. Bu ise en azından yapılması gerekendir.” (Müslim, iman,78)

Kimse hatasız değildir. Büyüklerimiz, “Hatasız dost arayan dostsuz kalır.” demişlerdir. Günümüzde kendimizi suçlamadan, vicdanımızı sorguya çekmeden ufak bir yanlışta arkadaşlarımızı incitebiliyor, “Tek kalemde silerim.” cümlesiyle ailemize tehditler savuruyoruz.

Öfkeye kapılıp, bir bardak suda fırtınalar koparıyor, tahammül çizgimizi kaybediyoruz. Hüsnüzan beslemek yerine suizan ile dün kardeşlerimizi üzebiliyoruz.

Osmanlı devletinde herkese örnek sayılacak aile hikâyesi beni çok etkilemişti, sizlerle de paylaşmak istiyoruz.

Eski tarihlerde evin hanımı geçirdiği bir hastalık sebebiyle kör olmuştu. Aradan kısa bir zaman geçti, kadının kocası da bilinmeyen bir sebeple gözlerini kaybetti. İki kör olarak tam on beş yılı geride bıraktılar. On beş yılın sonunda adamın hanımı vefat etti. Hanımının vefatından sonra adam yeniden görmeye başlamıştı. Komşular bu duruma çok şaşırarak sebebini sordular. Adam dedi ki, “Muhteremler, aslında ben hiç kör olmamıştım. Hanımım kör olunca, benim onu bırakıp yeniden evlenebileceğimi düşünüyor ve buna çok üzülüyordu. Ben de hanımım üzülmesin diye kör olmuş gibi yaptım. Benim de kendisi gibi kör olduğumu düşününce, bu derdinden kurtuldu.” Komşular, “Hadi evde kör numarası yaptın, bunu anladık. Peki dışarıda neden kör gibi davrandın?” dediler. Adam, “Dışarıda öyle davranmasaydım, bir gün mutlaka hanımım bunu öğrenirdi ve o zaman daha çok üzülürdü. Onu üzmemek için tam on beş sene, bu sıkıntıya katlandım.” dedi.

Hanımı kör oldu diye on beş yıl hanımına karşı vefa gösteren adamın yerine kendimizi koyuyor muyuz? Bırakın on beş yıl kör kalmayı, eşimizin ufacık kusuruna karşı bir dakika gözümüzü kapayıp görmezden geliyor muyuz? Kendi nefsimizin hatalarına yönelik, duydun mu? Gördün mü? cümlesini sarf etmek yerine başkalarının ayıbını araştırmak için mi zamanımızı harcıyoruz?

Bizler maalesef, kendi gözümüzdeki merteği görmeyip elin gözündeki çöpü büyüterek görüyoruz.

İşlenen hataya karşı sağırmış gibi davranan Hatem-i Esam Hazretlerinin menkıbesi aklıma geliveriyor.

Bir kadın Hatem-i Esam Hazretlerinin yanına soru sormak üzere yaklaşır, ancak kaza ile bir yellenme meydana gelir ve hazretten utanır. Hanımcağız ne yapacağını bilemezken, Hatem-i Esam, “Kızım biraz sesli konuş.” diyerek, kulağının az duyduğunu ifade eder. Bu olaydan sonra ölene kadar herkese sağır olduğunu söyler. Hatem’in bala düşen bir sineğin çıkardığı vızıltıyı bile duyacak seviyede kulağının iyi algıladığını bilen arkadaşları kendisine bu durumun sebebini sorduklarında, “O kadın utanmasın diye öyle yaptım. Hayatım boyunca ayıpları duymamak için sağır gibi davranmaya devam ettim.” diyerek bizlere hataya karşı kulaklarımızı kapamanın önemini anlatan örnek bir davranış sergiler.

Sevgide Güneş Gibi Ol!

Dostluk Ve Kardeşlikte Akarsu Gibi Ol!

Hataları Örtmekte Gece Gibi Ol!

Tevazuda Toprak Gibi Ol!

Öfkede Ölü Gibi Ol!

Her Ne Olursan Ol!

Ya Olduğun Gibi Görün,

 Ya Da Göründüğün Gibi Ol!
 

Hz. Mevlâna

Yarım gör kusuru, aybı yarım duy.

Kırmadan yumşak söylemek güzel huy.

Yaşa hoş sevgiyi merhamete doy.

Ölünce pişman olup deme hiç oy.