Bu önemli konuyu yine günümüz Hadis âlimlerinden Mehmet Said Hatiboğlu Hocamızın “Hz. Peygamber ve Kur’an dışı vahiy” kitabından tahlil ederek yazıyoruz:
 Kur’an-ı Kerim’in daha ilk nazil olan ayetlerinde, Kur’an-a has bir ifade üslubu ile karşılaşıyoruz. Mesela: “Alleme bil kalem” kelemi veya kalemle öğretti” denildiği malumdur. Allah’ın bilgi edinmede kalemden faydalanmayı insana öğretmiş olması demek, insanoğluna bu kabiliyetin Cenab-ı Hak tarafından verilmiş olması demektir. Yoksa Allah yarattığı insanı önüne oturtmuş, eline kâğıt kalem vererek yazı taliminde bulunmuş… Şeklinde anlamak yanlış olurdu. Pek çok ayette sabittir ki Kur’an-ı Kerim de Cenabı Hak, varlık âleminde ki bütün oluşumların yaratıcısı mutlak kudrettir. İnsanoğlunun bütün fiilleri de bu kudretten kaynaklanmaktadır. İyi olsun, kötü olsun “her şey Allahtan gelmektedir. (hadid 23) “Ve ma Teşaune illa en yeşaallah’ü” “Ne isterseniz ancak Allah’ın istemesiyle olur.” (Tekvir 29) Allah imkân vermezse, bir şey yapmak, görmek, duymak, mümkün değildir. Araf, 188) de “Allah müsaade etmedikçe kendime fayda veya zarar verebilecek değilim de.” “Sizi ve yaptıklarınızı yaratan Allah’tır.” (Saffat 96) İnsanoğlunun bizzat yaptığı evler, kurduğu çadırlar, hayvanlardan faydalanarak yapılmış her çeşit kullanım eşyası… 
Aslında “Vellah’ü cealeküm” “Allah’ın sizler için yaptıkları…” (Nahil 81) cümlesindendir. Hz. Meryem’in lohusalığında yanında görülen yemekler oraya beşeri yoldan geldiği halde, Kur’an-ı Kerim de şu ifade vardır. “Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir şekilde yetiştirdi. Zekeriya’yı da onun bakımıyla görevlendirdi. Zekeriya, onun bulunduğu bölmeye her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu” derdi. Oda: “Bu Allah katından” diye cevap verirdi. Zira Allah dilediğine hesapsız rızık verir.” (A’li İmran, 37) 
Pek çok âlim bu rızkın Hz. Meryem’e mucizevi olarak gönderildiğini zikretseler de, “ne Kur’an-ı Kerim de, ne de her hangi bir sahih hadis te, bu rızkın mucizevi olarak böyle gelmiş olduğuna dair hiçbir işaret yoktur. (Muhammed Esed, Kur’an mesajı 1, 95) Her ne kadar Hasan-ı Basri (ö. 110) “Zekeriya Meryem’in yanına girdiğinde, insanlardan değil, semadan, Allah’tan gelmiş rızık buluyordu.” Dediği Taberi de yazılı olsa da, aynı sahife de, Cüreyç isimli bir dülgerin Meryem’e yemek getirdiğine ve bunun bereketlendiğine dair bilgi vardır. F. Razi bu durumu tefsirinde şöyle izah eder:
 “Cüreyç, Meryem’in bulunduğu yerde rızık toplamaya ve onu, kendi işi olarak, her gün ihtiyacı nispetinde Meryem’e götürmeye başladı.” Fahrettin Razı, bu ayete şöyle mana vermiştir. “Cenabi Hak Meryem’e, Zahid, Abid hanımlara infakta bulunmakta olan müminler yoluyla bir rızık temin etmiştir.” Hatiboğlu Hoca bu misalleri çoğaltarak izah ettikten sonra şu izahatı yapmaktadır: Bu kadar ayetin varlığı karşısında bile pek çok Müslüman yazar, Hz. Peygamberi Risalet hayatında daima ilahi talimatla hareket eden olarak görmekte ısrarlı olmuşlar, Hz. Peygamberin beşeri içtihat ve teşebbüslerini ilahileştirmekten kurtulamamışlardır. Bu durumu aşağıda vereceğim misaller daha da aydınlatacaktır. Peygamber fiilerinin Kur’an-ı Kerim’de ilahileştirilmesi: 2/624 senesinde Hz. Peygamberin Mekkeli müşrikleri karşılamak için Bedir’e hareket etmesi, kaynakların verdiği bilgilere göre tamamen Hz. Peygamberin ve arkadaşlarının İçtihatları sonucudur. Bu yolda Hz. Peygambere gönderilmiş her hangi bir vahyi talimat mevcut değildir. 
Sonraki tefsirlerde geçen bazı rivayetlere göre Hz. Peygambere bu haberi veren Cibril’dir. (Ruhul Meani 9 170) Yine Bedir Gazvesinden sonra nazil olan bir ayette “Onu evinden Bedir’e çıkaran Rabbidir. (Enfal, 5) Hâlbuki ilk devir âlimlerine göre Ebu Süfyan’ın Suriye den dönüşünü Hz. Peygamber Cibril’den değil beşeri kaynaklardan öğrenmiştir. (İbn Hişam, İbn İshak) Bedir’de savaşa karar vermek için Müslümanlara fikrini soran Peygamberimiz, sahabenin görüşüne müracaat etti ve ağır basan tarafın kanaatına göre hareket etmiştir. Peygamberimiz, “İlerleyin, gönlünüzü ferah tutun Muhakkak ki Allah’ü Teala bu iki taifeden birini bana vaad etmiştir. Vallah’i şimdiden helak olacakları yerlere bakar gibiyim.” (İbn Sad, İbn Hişam) 
Beşeri fiilleri ilahileştiren ayetlere verilebilecek misallerden biri de şudur: Bedir zaferinden sonra nazil olan bir ayette, bu gazve de Mekkeli müşriklere ok yağdıran ve Onları öldüren kişiler Müslümanlar olduğu halde, şöyle denilmektedir: “Onları öldüren siz değilsiniz fakat onları Allah öldürdü. Sen ok attığında atan sen değilsin fakat Allah atmıştır. (Enfal 17) Bu ayetle Cenab-ı Hakkın Müslümanları zafer sarhoşluğundan korumak, her başarıyı sadece kendilerine mal edip Allah’tan müstağni davranmalarını engellemek istediği gayet açıktır. Bedirde ki beşeri fiilleri ilahileştirerek anlatanların düştükleri yanlışı belirtme ihtiyacı duyan İbn Teymiye (Ö. 728) mezkür ayetle ilgili beyanı, bu bakımdan değer taşır: 
Mesela vahdet-i vücudcuları telmihen, (Hatırlatarak) merhum şunları söylemiştir: “Bu ayetle Allah’ü Teâlâ, kulun fiilinin Allah’ın fiilinin olduğunu söylüyor değildir. Yanlış yola sapmış bir taife böyle zannetmiş ise de. Eğer onların dediği doğru olsaydı, herkes için böyle söylenmesi gerekir ve mesela yürürken sen değil, aslında Allah yürüyor, denilirdi. Bu şekilde düşünmek mesela kâfire: Kâfir olduysan, sen değil, Allah kâfir olmuştur, denilmesi gerekirdi. Buna benzer bir kelamda bulunan bir kimse, kâfir bir mülhiddir, akıl ve dinden çıkmış kimsedir. (İbn Teymiye Mecmu’ul fetava c.2 331) Mehmed Said Hatiboğlu Hocanın “Hz. Peygamber ve Kur’an dışı vahiy” kitabını tahlil etmeye devam edeceğiz inşallah