Gözleri görmeyen yaşlı bir teyze evinin önünde oturmuş, elinde tespih; “Köroğlu gözün kör olsun!” diye çekip duruyormuş. O esnada da Köroğlu teyzenin yanından geçerken, söylenilenleri duymuş ve yaşlı kadına; “Teyze hayırdır, Köroğlu sana ne yaptı? Neden gözün kör olsun, diye tespihini çekiyorsun?” diye sormuş. Yaşlı teyzemiz de, “Köroğlu’nu hiç tanımam ama eller söylüyor, ben de diyorum.” diye yanıt vermiş.

Birçok konuda “el ne der” düşüncesine sahibiz. “El ne der” diyerek vazgeçiyoruz, planlarımızdan, bazen sevgimize gem vuruyoruz, söyleyemiyoruz içimizde kalanları, engelli ailesi çocuğunu sokağa çıkarmaya korkuyor, vermiyor eline beyaz bastonu. Küçük şehirlerde ailesi cesaretsiz bırakmış yavrusunu. Memleketimde bir arkadaşım vardı. Ankara’da beyaz bastonu mükemmel kullanırdı, güçlü bir hafızaya sahipti. Bulunduğu ile tayini çıktığı zaman evine tek başına gidemez oldu. Sebebini sorunca etraftan, “Nasıl bir ailesi var, çocuğunu tek başına sokağa salıyorlar, derler babama hakaret ederler, o yüzden korktum elime baston almadım.” demişti.

Aynı şekilde tanınmış bir ailenin evladı, babası “sen tek başına sokağa çıkarsan görme engellisine destek olmuyor” derler korkusu, düşüncesiyle çocuğuna beyaz bastonunu kullandırmaktan geri kalıyordu. Engelli olsun, engelli ailesi olsun, birtakım korkular duyuyoruz. İçinde bulunduğumuz çevreye güvenmeyebiliriz, etrafın kötülüğünden şikâyet edebiliriz. Ama tutsak hayatı yaşayıp, etrafımızdakilere esir muamelesi yapmak ne derece doğrudur? Sürekli sevdiklerimizin yanında olmaya, onu bırakmamaya bir garantimiz var mı? Bir aileden duymuştum, her şeyi yapabilecek engelli bir oğlu için, engeller çıkararak, “ben ölene kadar yanında olurum, öldükten sonra kendisi ne yaparsa yapsın.” demişti.

Kişinin kendi işini kendisi yapabilmesi kadar güzel bir şey yoktur. Kolları olmayan engelli çaba harcıyor, yazısını ayaklarıyla yazarak, kitap çıkarıyor. Sırf gözleriyle bilgisayarı kontrol edebilenler var. Atalarımızın dediği gibi, “elden gelen öğün olmuyor, o da vaktinde gelmiyor.” Huyumdan mıdır, belki de görme engelli oluşumdan mıdır, birçok işimi hemen yapmak isterdim. Çocukluğumda planlarım zamanında gerçekleşmezse sabırsız hâle gelir, işimin olmayacağı, yarı yolda kalacağım korkusu içimi kaplardı. Görmememin zorluğunu yaşardım. Sonra anladım ki kendi işini yapmak isteyene engel yok. Çevreden kaynaklanan fiziksel engeller olsa da öyle böyle aşılıyordu. Ama kendi işini kendin yapmanın hazzını hiçbir duygu ulaşamıyordu.

Hazret-i Mevlâna’nın dediği gibi; “Bir şey istersen insandan isteme verse minnettir, vermese zillettir. Sen Allah’tan iste verse nimettir, vermese hikmettir.” Tabii ki güzel dostlarımız var, öf bile demeyecek, nazımızı çekecek, nazını çekeceğimiz. Ama yormamamız lazım sevdiklerimizi. “El ne der” kaygısını bırakıp, yapabildiklerimizi yapmaya gayret ederek, üzmemeliyiz dostlarımızı.