İsminiz ile başlamışken, isminizin yıllardır ısrarla yanlış telaffuz edildiğini ve sizin de bu konuda mustarip olduğunuzu tahmin edebiliyorum. İsminizin anlamı ve hikâyesini anlatır mısınız? 

-          Kökümden gelme anlamında olsa gerek bir ağacın kökü var, ağaç o kökün üzerinde duruyor ve kökten yetişiyor. O nedenle konulmuş bir isim. Benden beş yaş küçük bir kız kardeşim var, Özden. Onun adını da yine dedem koymuş. Ben Kökten’im, kız kardeşim Özden. Bir de erkek kardeşimiz var Murat isminde, babamın görevi dolayısıyla Bitlis'te şark hizmetini yaparken doğdu, babam subaydı.

Emekli Yarbay, Oğuz Cihat Baytaroğlu.

 

-          Evet emekli Yarbay Cihat Baytaroğlu. Bitlis'te şark hizmetini yaparken erkek kardeşimiz dünyaya geliyor, bir gün önce babam rüyasında at görüyor, atın “Murat” olduğunu söylerlermiş.  Kardeşimin adı Murat, ön adı da dedemin adı Hakkı. Hakkı Murat ve Ömer Kökten isimlerimizin hikâyesi böyle. Ben Sivas'ta büyüdüm. İlkokul, ortaokul ve liseyi Sivas'ta bitirdim. Dolayısıyla çocukluk yıllarında işte mahallenin arasında top koşturmacalar, o zaman top da pek yok ya. Bezden toplar yaparak falan böyle mahalle arasında oynuyoruz. Tabii bu arada büyüyoruz da. On dört, on beş yaşlarına kadar böyle devam etti. Hem annem hem rahmetli babam benim futbol oynamamı istemiyorlar, ben de mahalle arasında falan oynuyorum. O zamanki evimizin arkasında bir bahçemiz var, bahçe duvarlarla çevrili. Duvardan atlayınca eski stat vardı, yani tel örgüsü olan bilmiyorum sizin aklınız ona yeter mi? Stada atlıyorsun, orada antrenman sahası vardı. Sivas'ta da o zaman yanılmıyorsam yedi veya sekiz tane Sivas Amatör Ligi'nde oynayan takım vardı. O takımların hepsinin renklerini biliyorum, hepsini adlandırıyorum. Sümerspor, Demirspor, Karagücü, (askeri bir takım), Kızılırmak, Beşiktaş Gençlik, Fener Gençlik var. Bu takımların idmanları oluyor, ben o duvardan idmanları izliyorum. Annemden de yalvar yakar bir yarım saat izin almışsam, o duvardan atlayıp idmanı yerinde takip ediyorum.

 

Böyle günler geçerken, bir gün hiç tanımadığım, renklerini bile bilmediğim bir takım oraya idmana geldi. Yeşil sarı renkleri olan bir takım. Başlarında antrenörleri var, yine annemden bir izin koparmış olmalıyım ki onlarla beraber sahadayım. Onlar ısınma hareketleri yapıyorlar falan. Isınma hareketleri öncesi kaleye şut çekiyorlar, ben de tabiri caizse top toplayıcısıyım. Kalenin üzerinden arkaya gelen toplara gelişine vuruyorum, top mermi gibi gerisin geri gidiyor falan. İşte o takımı yöneten olacak ki herhalde, bir ağabey, beni yanına çağırdı. Gittim, buyur abi dedim. Sen necisin oğlum, kimsin, nesin, hangi takımda oynuyorsun? Ben hiçbir takımda oynamıyorum abi dedim. İster misin seni bu takıma alayım dedi, isterim dedim. Eviniz nerede, annen baban kimdir diye sordu. Dedim ki bizim evimiz şu görünen ev. Akşam ben geleyim, annenden sana izin alayım dedi. Akşam geldiler, ben akşam 4-5 de onları bekliyorum. Yanında bölge temsilcisi Rıza abimiz vardı bizim, Rıza Soğukpınar.  Annem buyur etti, müsaade isteme nedenlerini sordu. Adam kendini tanıttı, bu bahsettiğim kişinin Sümerspor’da da futbol oynayan İbrahim Akan olduğunu daha sonra öğrendim. Çok önemli bir futbolcu olduğunu da yine o zaman öğrenmiş olduk. O takım da meğerse Sivas Genç Karması imiş.  Adam bana izni aldıktan sonra, Cumartesi- Pazar günü Malatya’da Türkiye Genç Karmalar turnuvası var, annemden de izin de alındığı için ben Sivas Genç Karmasına dâhil edildim ve Malatya'ya geldik.  Malatya'da Malatya Genç Karması, Sivas Genç Karması, Elazığ Genç Karması arasında dörtlü turnuva var. Bu turnuvanın şampiyonu Ankara'ya gidecek. Sivas Genç Karmasında tanıdığım, benim mahalleden arkadaşlarım var. Rahmetli Oğuz Ağabey, rahmetli Muhittin var.

Oğuz Ceylan

-          Muammer Abi, Yılmaz, Cengiz Abi diyoruz onlar bizden büyüktü. Şimdi orada ilk maça çıkarken takım teşkilinde İbrahim Abi beni sağ açık olarak oynatacak, bu çocuğu sağ açık oynatacağım diye yöneticilerle tartışıyor. Yöneticiler diyor ki bu çocuk hiç oynamamış, bunun maç tecrübesi yok. İbrahim Abi beni sahaya sürdü,  ilk 11'de Elazığ Genç Karmasına karşı. İşte benim futbolculuk hayatım orada başladı. İlk maç heyecanını Malatya’da ki o dörtlü turnuvada sağ açık olarak yaşadım. Allah “yürü ya kulum” diyecekmiş, Elazığ'a harika iki tane gol attım, biri ilk yarı diğeri ikinci yarı olmak üzere. Biz Elazığ'ı yendik, Malatya Genç Karması da Diyarbakır Genç Karması ile beraber kaldı. Ertesi gün biz Malatya Genç Karması ile Sivas Genç Karması olarak final maçını oynuyoruz. Onların bizi mutlaka yenmesi lazım, bize beraberlik yetiyor. Bizi yenemedi Malatya, berabere kaldık ve biz oradan şampiyon olarak Sivas'a döndük. Sivas'ta bir hafta kaldıktan sonra bahsettiğim gibi Ankara'ya gittik. Ankara'da da İstanbul, İzmir, Samsun ve Sivas olarak aynı gruba düştük. Orada da o maçları oynadık, tekrar Sivas'a döndük. Sivas'a dönünce ben 4 Eylül takımına transfer oldum. O zaman 4 Eylül'ün kulüp başkanı Allah rahmet etsin Nusret abiydi, Nusret Akça. Bir de Mehmet Afacan isminde her şeyini futbola vermiş, Sivas'ın renkli simalarından “Afacan” abimiz vardı.ylece ben 4 Eylüllü oldum ve 4-5 sene ben 4 Eylül forması giydim.

İlk golünüzden bahsedince, aklıma günümüzün bir ilki geldi. Önceki gün Arda Güler çocuğumuz, sizin de Ankaragücü’nden takım arkadaşınız Küçük Fikret'in (Çeliktaş) üzerinde çok emeği ve hakkı olduğu bir çocuk. Yani kendisi Ankara milli takımlar sorumlusu iken Fenerbahçe'ye transferinde ailesinin danıştığı bir insan. Dolayısıyla tarihe geçti Arda Güler, attığı gol ile. Real Madrid gibi dünya devi bir takımda, kulüp tarihinin ilkleri arasına geçti.

Ben şöyle bir zaman tüneline sizi yönlendirmek istiyorum izninizle; 4 Eylül günlerinden sonra bir gün Kayseri’den seçmeler için bir haber alırsınız. “Kayseri Şeker” nasıl bir takım ki sizi denemeye ya da seçmeye çağırıyor bu da ayrı bir soru işareti[NH1] [HL2] . Kayseri’ye seçmelere gideceksiniz. Yanınızda Haşim abi var, Tren Garına doğru yönelirken bir üçüncü şahıs daha çıkar gelir desem neler anlatırsınız?

-          Şimdi benim 4 Eylül günlerim şöyle;  4 Eylül o yılların yani 60'lı yılların çok iyi takımlarından biri. Ben 4 Eylül'de 60 yılından, 65 yılına kadar futbol oynadım. Dediğim gibi çok iyi, çok kuvvetli bir takımdı ve takımda çok büyük isimler vardı o zamanlar. Mesela bahsettiğin Haşim, Köksal Mesçi, Mehmet Topal gibi. O takımdaki bütün isimler tek tek çok büyük değerlerdi, ha keza birlikte Kayseri’ye gittiğimiz Aytek.

Hamdi Günhan abi yok muydu?

-          Hamdi Günhan abi vardı ama bizden önceydi, o da 4 Eylül'de yetişmiş değerli bir futbolcuydu. Onlar bizden bir önceki kuşak. Mesela Ahmet Tuna, Hamdi Abi, Mahmut Kablan, (Kör) Nail Abi, Yılmaz ve Korkmaz kardeşler. Bunlar Türk sporunda isim yapmış insanlar. İşte bizim 4 Eylül'deki bu futbol serüvenimiz devam ederken 4 Eylül'de beraber oynadığımız Aytek isimli bir arkadaşımızın babası tayin dolayısıyla Kayseri'ye gitmişti. Öyle olunca Aytek, Kayseri Şeker ile anlaşma sağlıyor ve orada oynamaya başlıyor. Ve Aytek görüyor ki Kayseri Şeker, Kayseri amatör kümede kurulduğu tarihten o tarihe kadar şampiyon olmamış bir takım ve şampiyonluğu çok istiyorlar. Bunun için de büyük bütçeleri var. Örneğin o tarihlerde 70'li yaşlarda olan Selahattin Tetik isminde Türkiye 1. Ligi'nde veya o zamanki adıyla Milli Ligde büyük başarılar elde etmiş profesyonel bir hoca. O hocayı takımın başına antrenör olarak getiriyorlar. Dışarıdan gelen futbolcuları falan arıyorlar, şampiyon olmak için ne gerekiyorsa yapıyorlar.  Aytek bu olayı görünce benden le Kayseri Şeker'in yöneticilerine diyor ki Sivas’ta benim bir arkadaşım var, onu getirirseniz büyük ölçüde şampiyon oluruz. Git getir diyorlar. Aytek geldi bana böyle böyle diye işte bu olayı anlattı. Gelir misin Kayseri'ye? Gelirim dedim. Rahmetli babam o zaman İstanbul'da görevli, biz İstanbul'da değiliz. İki kardeşim, ben, annem demin bahsettiğim evde oturuyoruz. Babam bize aybaşlarında para gönderiyor, biz o şekilde geçinip gidiyoruz. Şimdi Kayseri'ye gelirim dedim ama, annemden izin nasıl koparacağız? Annemin evde olmadığı bir gün ben bir iki tane gömlek mömlek, bir ufak çantaya koydum. Bir de küçük bir not anneme;Anacığım ben Kayseri'ye futbol oynamak üzere gidiyorum, beni merak etme” diye yazdım masanın üzerine koydum. Biz Aytek'le bizim eski stadın önünden istasyona doğru gidiyoruz, oradan Trene binip Kayseri'ye gideceğiz. Tam stadın önüne geldiğimiz an bizim Sivasspor'da (daha sonra) beraber oynadığımız Fahri Kablan arkadaşımız bize rastladı, kendisi Sivas amatör kümede Beşiktaş Gençlikte oynuyor.

Sivaslılardan Eğlenceli Tepkiler: Bir Günlüğüne Karşı Cinsiyet Olsaydınız Ne Yapardınız? Sivaslılardan Eğlenceli Tepkiler: Bir Günlüğüne Karşı Cinsiyet Olsaydınız Ne Yapardınız?

Aynı zamanda kısa mesafe atlet.

-          Atletizm ve futbol. Hem koşuyor hem de Beşiktaş takımında futbol oynuyor Fahri, bizim Sivasspor’da oynadığımız dönemlerde malzemeci olan Mahmut abinin de kardeşinin oğlu olur.

Oraya geleceğiz Kökten abi, Mahmut abinin size yaptığı 38 numara ayakkabıları anlattıracağım. Rahmetli dünya çapında bir malzemeciydi, bırakın Türkiye'yi.

-          Dünya çapında bir malzemeci olduğunu ben biliyorum, şimdi Fahri Aytek'e kardeş hoş geldin dedi, ne yapıyorsunuz nereye gidiyorsunuz? Aytek dedi ki ben Kökten’i Kayseri'ye götürüyorum.

 

Haşim abi nerede o arada?

-          Haşim bulunduğumuz senenin bir sene öncesinde Malatya şehrine gitti, Malatya Şeker'de oynuyor. Aytek'e dedi ki Fahri, ben de geleyim. Aytek' de gel kardeş dedi. Babamdan izin alıp geleyim dedi Fahri. Hemen yukarıda bir oraya Rasathane Caddesi diyoruz, orada Mahmut abinin ve babasının dükkânı var, biraz sonra izin almış olarak geldi. Hatta Fahri'ye babası demiş ki oğlum sen niye gidiyorsun? Seni beğenmezler falan, böyle bir de latife var. Efendim biz Kayseri'ye geldik, o zaman Tren Garı ile şimdiki Kayseri Şeker Fabrikası arasında o yıllarda dikili bir tane ağaç yok. Boş tarlalar, boş arazi, en az 10 kilometre mesafe var. Dolayısıyla şimdi Kayseri Şeker Fabrikası Kayseri'nin şehir merkezi olmuş, yani ne kadar büyümüş!

Tabi tabi oralar da şimdi Hilton oteli filan var.

-          Aytek bizi yöneticilere tanıttı, işte Kökten bu da Fahri. Şimdi yöneticiler onları şampiyon yapacak oyuncunun Kökten olduğunu biliyorlar, fakat Köktenin yanındaki Fahri de aslanlar gibi boylu poslu. Yöneticilerin aklına gelmişti mutlaka, bu nasıl bizi şampiyon yapacak gibisine. Efendim dediler ki biz çarşamba günü bir hazırlık maçı alalım, bu gençleri deneyelim. Kayseri Erciyes diye bir takım vardı, sonra 2. Ligde filan oynadı o takım.

Türkiye Kupası’nda final oynadı bildiğim kadarıyla, UEFA Kupası’nda Türkiye’yi temsil etti. Daha doğrusu Kayserispor takımının şimdiki adıyla Süper Lig'e çıkamayacağı belli olunca, Kayseri Erciyes'in isim haklarıyla bir hülle yaptılar. Kayseri Erciyes kulübünün ismi Kayserispor olarak tescil edildi. Şimdilerde, mahalli kümede olup olmadığını bilmiyorum.

-          O Kayseri Erciyes'le hazırlık maçında ben Erciyes'i perme perişan ettim, Fahri de fena oynamadı. Tekrar fabrikaya geldik fabrikada bana, dolayısıyla Fahri'ye çok büyük ilgi var. Akşam Kayseri Şeker'in lokantasında yemek yeniyor, herkes gayet mutlu falan. Bana büyük ilgi var. O arada lokantanın kapısı açıldı, içeriye gelen bir abi. Bütün gözler oraya çevrildi, bendeki bütün ilgi gelen misafire döndü. O gelen misafir, geldi geldi benim yanıma oturdu, elini de omuzuma attı. Bizim Kayseri Şeker'in yöneticilerine hitaben; Beyler dedi ben bu delikanlıyı almaya geldim. Meğerse bu dediğim şahıs Kayseri'nin o ana kadar yetiştirdiği gelmiş geçmiş en büyük futbolcusuymuş, ismi Mücahit. Mücahit abi hava ikmalinde futbol oynamış, şampiyonlukları var. Sonra orada sivil personel olarak çalışmış, emekli olmuş Kayseri'nin futbol yıldızı bir adam ama “Ununu elemiş, eleğini asmış!” Hem Hava Gücünün hem de pazar günü Adana Demirspor'la oynayacakları Kayseri karmasının antrenörü.  Kayseri karmasını teşkil etmiş, hava ikmal tesislerinde pazar günü Adana Demirspor'da oynayacakları hazırlık maçını bekliyorlar. Adana Demirspor o yıllarda Türkiye Birinci Ligi'nde oynuyor ve Kayseri'ye gelmiş Erciyes Talas tesislerinde kamp yapıyor. Şimdi Kayseri karmasını, bizim o çarşamba günü Erciyes ile hazırlık maçı oynadığımız takımı getiriyor, takım o maçı seyrediyor, dolayısıyla kendisi de seyrediyor. Benim oradaki şahane oyunumu görünce diyor ki ben gideyim bu çocuğu alayım, pazar günü Adana Demirspor'a karşı oynatayım. Beni aldı çıktık dışarıda cip bekliyor, bindik geldik Hava İkmal tesislerine. Kayseri karmasını teşkil eden çocuklarla tanıştım falan, uzatmayalım pazar günü Adana Demirspor'a karşı ben Kayseri karmasının formasını giydim ve harika bir gol attım.  Adana Demirspor bizi o maçta 2-1 bir yendi, Adana Demirspor'da o zaman çok meşhur oyuncular var, mesela Kartal Yaşar.

Füze Selami var.

-          Füze Selami var. Kayseri seyircisi Selami'ye tezahürat yapıyor, Selami Selami diye. İkinci yarıda Selami oyuna girdi, iki tane füze gönderdi. Maç 2-1 bitti. Dolayısıyla biz anlaştık Fahri de ben de, Kayseri Şekerli olduk. Ben Haşim'e telefon ettim, (Demin mevzu geçti ya) Haşim de Kayseri Malatya Şeker’de oynuyor, dedim ki kardeşim ben Kayseri Şeker’le anlaştım, buradaki ücretler çok da uygun.

Fahri abi de orada.

-          Fahri de var, gelirsen daha da güçleniriz. Şampiyon olmak için büyük istekleri var, Selahattin Hoca var. Haşim de gelirim kardeş dedi, nasıl olsa Malatya Şekerle Kayseri Şeker aynı müessese.  Haşim de geldi, biz şimdi orada dört Sivas'ta olduk, Aytek’le beraber. Maçlarımız başladı İsmail, açık ara şampiyon olduk ve o şampiyonlukta benim katkım çok fazla. Attığım gollerin hesabını bilmiyorum orada ben. Maçlar bitti Türkiye’de o zamanlar vardı, şimdi var mı yok mu bilmiyorum, o zamanlar her ilin şampiyonu 66 vilayetin şampiyonuyla eşleşiyor, Türkiye amatör futbol şampiyonu çıkıyor bir tane. O dönem çok önemli takımlar vardı Türkiye amatör futbol şampiyonluğunu kazanmış.

İzmir Demirspor, Eskişehir Demirspor gibi. Sivas Demirspor’u da katabiliriz, Galatasaray’la oynadığı (iki ayaklı) Türkiye Kupası maçları var.

-          Samsun Yolspor. Gaziantep Şehremini, Trabzon İdman Ocağı, İdman Gücü. Orada şampiyon olduk, şampiyon olduktan sonra benim Sivas'a dönmem icap ediyor İsmail, burada lise bitirme imtihanlarım var. Selahattin Hoca da Allah rahmet etsin, beni ve Haşim’i sizi Zonguldak'a götüreceğim diyor. Özellikle bana çok ısrar ediyor, size çok büyük paralar alacağım falan diyor. Dedim hocam benim Sivas'a dönmem lazım, o Haşim'i aldı Zonguldak’a gittiler. Haşim’in böyle bir Zonguldakspor serüveni var.

Selahattin abi (Elbay) gibi.

-          Selahattin de Zonguldak’taydı, ben geldim buraya (Kayseri’ye).  Amatör bir oyuncu olduğum için bizim her takıma transferimiz gerçekleşebiliyor o zaman.

Aktarma deniliyor.

-          Kayseri Şeker'in oyuncusuyum ben o anda, biz Kayseri'de şampiyon olduk. Sivas'ta da şampiyonluğu Sümerspor kazanıyor, Türkiye Amatör Futbol Şampiyonası’nda Kayseri Şeker, Sivas Sümer eşleşiyoruz.

Kökten abi o konuya biraz sonra gelmek istiyorum, hem 67'deki Sivas olaylarının ya da Kayseri Sivas olaylarının öncüsü olarak. İki anekdotla Kayseri Şeker olayını bağlamak isterim izninizle. Birincisi orada bir takım arkadaşınız daha var, rahmetli Aydın Konuksever.

-          Evet

 

71-72’deki şampiyonluğu Şekerspor’a kaptırdığımız o altın kadronun değişmez 4-5 numarası Ahmet Tuna ve Aydın. Hatta ben o kadroyu ilk ezbere bildiğim kadro olarak size şöyle arz edeyim; Yunus- Yavuz- Murat- Aydın- Ahmet Tuna- Naci- Necmi- Selahattin- Cemal- Kökten- Tabut Mehmet.

-          O tabi ideal, süper bir kadro.

Aydın abi rahmetlinin, rahmetli Namık abiyle (Tan) Çarşamba'da mezarını ziyaret etmiştik.  Aydın abinin bir peksimet meselesi var anlatır mısınız?

-          Biz Kayseri Şeker'e gittik, biz nasıl Sivas'tan gidiyorsak, başka şehirlerden de futbolcular geliyor. Samsun Çarşamba'dan iki tane oyuncu geldi Kayseri Şeker'e birinin adı Aydın, diğerininki Fikret. Bunlar Çarşambalı iki arkadaş, ikisi de iyi futbolcuydu. Onlar da Şeker'de kaldılar, fakat Fikret dediğim arkadaş ailesine, anasına, babasına dayanamadı, biraz da zengin bir aile çocuğuymuş gerisin geri gitti, Aydın kaldı. Aydın dediğimiz bizim daha sonra Sivasspor’da beraber oynadığımız Aydın Konuksever. Şimdi peksimet olayı şöyle; aileler çocuklarımız gurbette oynuyorlar diye mesela Fahri'nin babası bal kaymağı karıştırmış bir teneke göndermişti. Aydın'a da Çarşamba'dan torbayla peksimet geliyor. Fahri’yle Aydın bir odada yatıyorlar, Haşim'le de ben bir odada yatıyoruz. Orada bir sporcu konuk evi var, büyük bir yatakhane. Bir yanında Kayseri Şeker'in güreş takımını teşkil eden güreşçiler, bir tarafında da biz futbolcular varız. O Kayseri güreş takımı da çok meşhur bir takım milli güreşçiler falan var; Mehmet Yılmaz, Mehmet Beşergil, bunlar dünya şampiyonu olmuş güreşçiler. Ondan sonra işte o peksimet olayını bitirelim, bizle beraber yese ne olacak, yemese ne!

Geceleri gizli gizli kalktığını fark ediyorsunuz.

-          Arada böyle işte tabii gırgır muhabbet öyle şeylerimiz oldu, peksimetlerin birçoğu kurtlandı falan.

Kökten abi şimdi Şeker'le şampiyon oldunuz, Sivas Sümerspor takımıyla oynanan deplasmanlı maçlarda bulundunuz. Ve bu maçlarda 17 Eylül 1967’deki olaylı maçın ayak sesleri, sanki o maçlarda hissedildi deniliyor.

 

-          Tohumları o maçta atıldı, ben onu anlatayım. Kayseri Şeker olarak, Sivas Sümer'le eşleştik. İlk maç Kayseri’de. Dolayısıyla Sümerspor takımı Kayseri'ye geliyor. Arkasında da muazzam bir seyirci grubu var, grubunun başında da rahmetli Erdal Yapalı var. Rahmetli Cumhur (Teker) var, şişman Cumhur, arkasında muazzam bir Sivas Sümerspor taraftarı var. Yani tabi ben şahit olmadım ama söylenenlere göre bu gelen taraftar aşırılıklar yapmışlar.

Alkolün filan dozunun kaçtığı söyleniyor.

 

-          Dolayısıyla maç başladı, biz Sivas Sümer'i 3-2 yendik. Ama maçta tabi hadiseler oldu. Bağırmalar, çağırmalar, yer yer böyle hadiseler filan. Rövanş maçı ertesi hafta pazar Sivas'ta, geldik biz Sivas'a. 3-1 önde gidiyor Sümer takımı, 3-1'lik skorla bizi yeniyorlar. Sümer'in kalecisi Varol'du herhalde veya şimdi hatırlamıyorum. Neyse ben maçı 3-2'ye getiren golü burada yaptım. Maç 3-2 bitince ilk maç 3-2 Şeker, ikinci maç 3-2 Sümer. Çarşamba günü tarafsız bir sahada üçüncü maç. Öyle karar vermiş federasyon, Amasya’da maç. Biz buradan Amasya'ya gittik, Turhal Şeker Tesisleri'nde kaldık. Çarşamba günü tekrar Sümer'le karşı karşıya geldik, yağmurlu bir hava. O zaman çim saha falan yok, saha balçık gibi onları anlatmaya gerek yok. Orada attığım harika bir golle biz Sivas Sümer’i eledik. Demin anlattığım gibi Zonguldak olayı, hoca çok istemesine rağmen ben gidemedim, Sivas'a tekrar döndüm. Fakat işte o maçlardaki taşkınlıklar, bence bu 42 şehit verdiğimiz maçın tohumları orada atıldı diye düşünüyorum.

Kökten abi şimdi Kayseri'yi noktalayıp sizi Başkente, Hacettepe günlerine doğru götürmek istiyorum. Hacettepe'den aldığınız transfer teklifi, hatta dönemin Ulaştırma Bakanı rahmetli dayınız Rıfat Öçten’in de imza töreninde ya da imza atma aşamasında bir dahli mi vardı ne?  Öyle bir şey çocukluğumdan beri aklımda sanki sonra Hacettepe'den bir şeyler daha sormak istiyorum size, sonra Ankaragücü'ne geçeceğiz.

 

-          Şimdi ben buraya döndüm, Haşim Zonguldak'a gitti. Ben İstasyon caddesindeki eski spor sarayının önünden çarşıya doğru gelirken, karşı yolda Sivas Demirspor takımı, takım halinde geziyor. İki sene önce o takıma karşı 4 Eylül takımında oynamış oyuncuyum, bir sene de Kayseri'ye gitmiştim, o maçlar bitti Sümer’i eledik, Trabzon İdman Ocağı'na elendik Türkiye Amatör Şampiyonası'nda. Haşim gitti, ben Sivas'a döndüm.

Özkan Hoca var mıydı Trabzon İdman Ocağında?

 

-          O takımda Atay (Aktuğ), meşhur Necmi varmış, Ahmet Suat filan. O büyük bir takımdı, Avni Aker de oynardı zaman. O Demirspor'un takım kaptanı, beni karşı yolda görünce yanına çağırdı. Bu Demirspor takımının kaptanı rahmetli Erol abi, Erol Keser. Namı diğer “Kedi Erol”

Erdal Keser'in babası.

 

-          Köktenciğim bir gelir misin canım dedi, ben karşıya geçtim Demirspor'a doğru. Onlar da bana hoş geldin gardaş falan dediler bizim tabirimizde, lisanımızda. Erol abi bana dedi ki; kardeş hafta sonu Sivas'ta Demirspor arası dörtlü bir turnuva var. Ankara Demirspor, Samsun Demirspor, Sivas Demirspor, bir de Diyarbakır Demirspor. İster misin seni o maçlarda oynatalım, istemem mi abi, niye istemeyeyim dedim. Tamam dedi, orada ben Demirspor takımına dâhil oldum, Demirspor tesislerine gittik cumartesi pazar oynayacağımız iki maçı bekliyoruz. İlk maç biz Samsun Demirspor'u yendik, Ankara Demirspor da Diyarbakır takımını yendi. Ankara Demirspor o tarihlerde, 1. Ligde oynayan bir takım, bu dörtlü turnuvanın esas gayesi de Anadolu'dan Ankara Demirspor'a oyuncu çıkabilir mi diye tertip edilmiş olması. Biz pazar günü şampiyonanın final maçını oynuyoruz Ankara Demir Spor ile, vallahi ben o maçta İsmail muazzam bir performans gösterdim. Ankara Demirspor'u tabiri caizse perişan ettim. Santrafor oynuyorum, oradaki benim çok başarılı oyunum Ankara Demirspor Ankara'ya dönünce Ankara'da benim bomba mı diyeyim ne diyeyim?

İsminiz dönmeye başladı.

-          Dönmeye başlıyor ve Ankara'nın bütün takımları başta Ankara Demirspor olmak üzere beni almak için yarışıyorlar. Bana Ankaragücü, Şekerspor ve özellikle Ankara Demirspor hepsi birden talip. Şimdi ben Ankara’ya gideceğim, Kayseri’den başka yer bilmiyorum. Ankara'da benim demin siz ismini zikrettiniz, annemin abisi var, o yılların Ulaştırma Bakanı. Fakat bakan olmadan önceki dönemdi sanıyorum. O yıllarda dayım Sivas senatörüydü. Ben Ankara'ya gittim, dayıma misafir oldum. Nereye gideceğim başka? Annem dayımın adresini vermişti, o Akay yokuşu vardır, Dedeman’a çıkarken geldim oraya. Dayım beni çok severdi Allah rahmet etsin, çok güzel karşıladı beni.  İşte kahvaltı falan yaptık indik aşağıya, zile basıp taksi çağırdı. Şimdi benim Hacettepeli olmam kesinleşmiş. Dayım ve Antalya senatörü dayımın partisinden Mustafa Deliveli isminde bir adam. Mecliste beraberler dolayısıyla ikisi çok yakın arkadaşlar, aynı partili iki senatör. Mustafa Deliveli dayıma hitaben diyor ki; Sivaslı bir çocuktan şu anda Ankara'da çok büyük var Kökten isminde, sen bu çocuğu tanıyor musun Sivaslı olarak?  O da diyor ki; o benim kız kardeşimin oğlu yeğenim diyor. O zaman tamam diyor, delikanlı geldiği vakit sen al bize gel biz bu delikanlıyı Hacettepeli yapalım. Dayımın verdiği söz üzere ben böylece Hacettepeli oldum. Mustafa Deliveli buradaki oturan diğer şahsa Mehmet Bey delikanlı mukavele imzalasın dedi. O şahıs bir James Bond çanta açtı, tek tip profesyonel mukavele örneği çıkardı, şurayı imzala bakalım dedi. Ama rahmetli Afacan abi ben Ankara'ya giderken kardeş sakın profesyonel olma, sonra amatöre dönemezsin orası büyük şehir, oynarsın oynayamazsın dedi. Sen en iyisi hangi takıma gidersen git, amatör olarak kal dedi. O laf aklıma geldi, ben profesyonel olmak istemiyorum, amatör kalacağım dedim. O zaman o adam dedi ki o (adamın kim olduğunu) sonradan öğrendik, doğma büyüme Hacettepeli. Amerika'da tahsil yapmış, Türkiye'nin o dönem neredeyse birinci derece de kalp cerrahı Mehmet Tekdoğan isminde bir Doktor, Hacettepe'nin genel kaptanı. Delikanlı niye amatör kalmak istiyorsun, bak sana bizim oyuncularımızın mukavele örneklerini göstereyim dedi, oradan bir tane gösterdi. Baskın Soysal’ın, Suphi Arabul’un mukavele örneklerini bana gösterdi. İki seneleri dolmuş, tekrar iki sene mukavele yapmışlar. 30 bin lira yazıyor, delikanlı bu parayı sana vereceğiz, bunlar bizim en iyi oyuncularımız bu Baskın Türkiye'nin en iyi kalecisi, Suphi yine bizim en iyi futbolcularımızdan biri dedi.

Galatasaray'a gitti değil mi Suphi Arabul? Brian Birchl'ü üç yıl üst üste şampiyon Galatasaray'da sanki var diye hatırlıyorum

 

-          Ondan pek bir bilgim yok 71-72 falan. İyi oyuncuydu Suphi, bizde iki Suphi vardı Hacettepe'de, büyük ve küçük Suphi. Benim dediğim küçük olandı. Neyse, peki tamam da yani profesyonel olalım da (utana sıkıla) para meselesi nasıl olacak diye sordum. Bir yere telefon ettiler, sonra elinde bir poşet parayla bir adam geldi içeri, parayı koydular önüme. Hemen imzayı attım, rahmetli dayım biraz harçlık aldıktan sonra parayı hemen İş Bankası’na yatırmamı söyledi bana.

O parayla tahmin ediyorum Ankara'da hemen bir daire falan alabiliyorsunuz

-          3-4 tane daire alıyorsun, hem de Çankaya'da. Bugün o dairenin bir tanesini 10 milyon liraya alamazsın. Öyle değerli bir paraydı, Hacettepeli olduk böylece.

Daha sonra Ankaragücü’nde tekrar bir araya geleceğiniz rahmetli Baskın abi orada. 

-          Baskın abi ile aynı dönem 2 yılımız geçti Hacettepe'de, Ankaragücü’ne birlikte geçtik.

Şimdi Hacettepe günleri başladı, oynuyorsunuz, İlk 11'desiniz.

-          Güzel başladı sayılmaz aslında,  istersen bir parça açayım. Şimdi ben Hacettepeli olduktan sonra, Ankara'da Hamamönü diye bir semt var, Hacettepe Hastanesi'nin üst tarafıdır. Orada Hacettepe'nin yatakhanesi var, iki katlı bir bina. Üstte bekâr futbolcuları yatıyor, alt tarafı lokâl, önünde bahçesi var. Orayı da Karagöz Kemal isminde bir adam işletiyor, Ankara'nın sayılı bir siması bu kişi. Orada bizim gibi yeni gelmiş 3-5 tane yeni oyuncu var, transfer mevsimi olduğu için o bahçeye Hacettepe'nin eski oyuncuları geliyorlar bizi tanıtıyorlar; Şu Baskın, şu Suphi, şu Nuri bilmem ne falan. İki tane Osman var, büyük ve küçük, Selçuklar var falan. Onlar tabii takımın as oyuncuları, bize şöyle biraz da yüksekten falan bakıyorlar, Hoca Yugoslav.

Ferit Mansur

-          Ferit Mansur Bayramiç

Tavlacı

-           Evet tavlacı hoca, sezon başladı Kızılcahamam kampındayız.  İşte kros filan, sonra sahaya iniyorsun. Maçlar başladı İsmail, fakat ben takımda yokum, yani ilk 16 da varım, ilk 11'de yokum. Çok da zoruma gidiyor, bu yaşıma kadar oynadığım hiçbir takımda yedek kaldığımı bilmem. Yedeklik dokunuyor bana, niye oynamıyorum? Oynayan takıma bakıyorum, benim oynamam lazım diye düşünüyorum. Fakat Ferit Mansur beni oynatmıyor, belki de yönetim kurulu oynatmıyor ve Hacettepe'nin maçları da hep mağlubiyetle bitiyor. Tabi bu Hacettepe köklü bir takım, bu köklü takımın eski oyuncuları var. Bu eski oyuncular bütün idmanları takip ediyorlar, ama görüyorlar ki takımın gidişatı iyi değil. Benden le de bu çocuk niye oynamıyor diye konuşuyorlar. Ferit Mansur Bayramiç yönetim kurulu kararı ile görevden azlediliyor, eski Hacettepeli oyuncuların çoğunlukta olduğu bir idare heyeti takıma el koyuyor Kongre'de. Ercan Ertuğ isminde Hacettepe'nin çok meşhur bir oyuncusu, Beşiktaş'ta falan da oynamış bir abiyi de antrenör olarak getirdiler başımıza. Ondan sonra yönetim değişikliği, yeni bir yönetim. Yeni yönetimin ilk maçı da İstanbul'da Fenerbahçe maçı, biz İstanbul'a geldik. Ferit Mansur döneminde de İstanbul deplasmanına gittiğimiz zaman hep aynı otelde kalıyoruz, Küçükçekmece'de bir otel. Bakırköy dört istasyondur oraya. O yıllarda benim kız kardeşim de İstanbul Eczacılık Fakültesi'ni kazandı. Babam bize çok düşkündü, anneme der ki; biz İstanbul'a gidelim, bu kızımızı orada nereye bırakacağız, kızımızı okutup gelelim. Babamlar da Bakırköy'deler, benim birader demin bahsettiğim Hakkı Murat daha küçük, o da yeni yeni futbola ilgisi var, takip ediyor. Anne diyor, abim şu gün İstanbul'a gelecek annem benim sevdiğim yemekleri falan yapıyor. Ben Ferit Mansur'dan çok basit izin arıyordum, hocam ben anne babamı görmeye diyorum, tamam diyor “Sen gidiyor, vaktinde gelecek” nasıl olsa beni oynatmıyor! Gidiyorum ama dediğim saate geliyorum. İstanbul'da bu yönetimle başlamama gelince, yeni hocamız Ercan abiden izni aldım, dediğim saate geldim. Sanki beni bekliyorlar havası hissettim orada, yeni yönetim kurulu falan. Bizim masörümüz vardı Kadir abi, Tuncelili aynı zamanda Milli Takımın da masörü. Ercan abi dedi ki Kadir'e; Kökten'e bir masaj yap çıksın yatsın. Kadir abi beni severdi, toprağım falan derdi o bana, yiğido bunlar seni bu hafta oynatacaklar herhalde, hazır mısın sen dedi. Ben her zaman hazırım Kadir abi inşallah dedim falan. Fenerbahçe maçının takım kadrosu açıklandı, ben santrafor oynuyorum. Fenerbahçe muazzam bir takım İsmail o zaman, o yılda zaten şampiyon oldular herhalde.  Ziya, Ercan, Yılmaz, Şükrü, Levent, Şeref, Selim, Ogün, Aydın, Nedim… Muazzam bir takım, Fenerbahçe çıktı sahaya Ali Sami Yen yıkılıyor. Biz çıktık, Allah'ım ya Rabbim.

Bu Ferit Mansur meselesine gelince, o zaman hepsine Yugoslav diyoruz. Yugoslavya'yı Tito diye bir adam kurmuş, Tito'dan sonra ne Yugoslavya kalmadı. Meğerse bunlar Boşnak'mış, öbürleri Hırvat'mış, öbürleri Sırp falan. Biz alayına Yugoslav deyip geçiyormuşuz! O Yugoslavya, Tito zamanında sporda, ekonomide, bağlantısızlar hareketinin lideriydi. 74 Dünya Kupası’nda yanılmıyorsam 3. veya 4. olmuştu. Hatta iki tane de oyuncuları vardı; Kaleci Enver Maric, Sağbek Hacı Abdic, meğerse onların aslı da Bosna Türkü imiş. Kökten abi Fenerbahçe maçıyla ilk on birde başladınız.

 

-          Fener harika takım, şampiyon takım. Biz bir köşe kazandık, korneri Suphi attı top geliyor penaltı noktasına doğru. Ben göğüs stopu güzel yapardım. Top geliyor, ben mevzilendim penaltı noktasına doğru bir yerde. Hani topu şöyle göğsümden indiririm, düşerken de vururum diye kararımı verdim. O top geldi benim kafama çarptı 90'a gitti. Ama öyle bir pozisyon oldu ki, sanki ben çıkmışım kafaya da, vurmuşum gibi. Harika bir gol oldu, o golün resimleri falan çok çıktı. O zaman Fotospor dergisi falan vardı, evde kupörleri var biz orada berabere kaldık. Demin sen konuşmamızın başlangıcında kimisi Gökten, kimisi Gökmen, kimisi Kökten yazıyor dedin. Ertesi günkü gazetelerde Fenerbahçe-Hacettepe maçının takım kadrolarını veriyorlar, yanlış hatırlamıyorsam sadece Cumhuriyet gazetesinde benim adım doğru yazılmıştı Kökten diye. Fenerbahçe maçıyla başlayan başarılı çizgim iki sene devam etti ve Hacettepe'nin bütün gollerini ben attım. Bunlar arşivlerde, internette var. Bizim oynadığımız dönemlerde şanssız olduğumuz konuların başında Türkiye'de Ali Sami Yen, Mithat Paşa, Ankara 19 Mayıs'ın haricinde çim saha yok. Eskişehir'in sahası, Samsun'un sahası çim. Benim başarılı performansım iki yıl sürdü Hacettepe'de.

Kökten abi Hacettepe takımı sizin bana yıllar evvel anlattığınız bir hakem faciası yaşıyor, o hakemin adını hiç unutmuyorum; Fehmi Pazarcı.

-          Benim demin izah ettiğim, anlattığım maçta top Fenerbahçe sahasında oynanırken Fenerbahçeli bir oyuncunun bizim ceza sahamızın içinde “Ah feryadına” bakarak penaltıyı gösterdi. Ercan (Aktuna) penaltıyı geldi attı Baskın abi çeldi, top tekrar Ercan'a düştü, Ercan vurdu gol oldu. Maç 1-1 berabere bitti. Bütün gazeteler, bütün spor dergileri, eğer Hacettepe bir puanla düşerse sorumlusu Fehmi Pazarcıdır diye yazdı, o yazıyı ben sana bulur gösteririm. Ve bir puanla düştük. Düşüş maçımızı da anlatayım istiyorsan, aynı Fenerbahçe İstanbul'da Şekerspor’la oynuyor. Fenerbahçe stadı gelinler gibi süslenmiş, şampiyon olmuşlar 2-3 hafta öncesinden. Son maçta seyircisinin önünde Fenerbahçe şampiyonluk turu atacak. O Fenerbahçe takımı, bu Şekerspor takımına 5 atar siler, bir 5 daha atar o kadar kuvvetli takım. Düşecek üç takımın ikisi belli olmuş, üçüncü takım ya Şeker ya Hacettepe olacak. Şeker son maçını Fenerbahçe ile oynuyor, bizde deplasman da Eskişehir ile oynuyoruz. Eskişehirspor; Fethi, Ender, Nihat’lı korkunç bir takım. Bizim mutlaka yenmemiz, Şekerspor’unda İstanbul'da Fenerbahçe’den puan almaması lazım. Şeker beraber kalır biz yensek bile Şeker kümede kalıyor. Biz yendik, Şeker beraber kaldı ve biz düştük. Ertesi gün gazetelerde Fenerbahçe aleyhinde muazzam yazılar çıktı. Örneğin Ogün Altıparmak korkunç goller falan kaçırmış, tabi maç nasıl oldu şike mi oldu falan orasına ben girmek istemiyorum, bilemiyorum. Ve biz kime düştük, o senede 2. Ligde Sivasspor ile aynı gruptayız. Sivaspor'a o maçların birinde 35-40’tan bir golüm var. 2. Ligden tekrar 1. Lige çıkamadık, yolumuz düştü Ankaragücü'ne.

Ankaragücü o tarihlerde Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş gibi 3 büyükler diye anılan kulüpler ayarında sanki 4. bir kulüp. Hem de MKE’nin (Makine Kimya Endüstrisi) takımı. İyi elemanlardan, iyi oyunculardan kurulu bir takım Ankaragücü takımı. Baskın abi ile orada buluştunuz tekrar, iki Fikret var küçük ve büyük. Erman Toroğlu, İsmail Dilber, Sakıp Özberk.

 

-          Erman da bizimle beraber transfer oldu, Güneşspor'dan geldi. Baskın abi ile ben Hacettepe'den geldik. Zaten Ankaragücü’nü teşkil eden oyuncuların hepsi çok iyi oyuncular. Fikret de herhalde bizimle beraber geldi, nereden geldi bilmiyorum. İki Fikret var küçük olanı Çeliktaş, büyük olanı Ayabakan.

Fikret Ayabakan, Ordulu.

-          Ankaragücü’nde hoca “Beton” lakaplı Mustafa Ertan, benim alınmamı çok istiyor. Her iki kulüp anlaşınca benim transferim gerçekleşiyor. Tabi Ankaragücülü eski oyuncular hocalarını çok iyi tanıdıkları için sanki tatil yapmamışlar, tatili idman yaparak geçirmişler. Sezon açılışına hazırlıklı gelmişler, “Beton‘un” ne istediğin biliyorlar. “Beton‘un” idmanından çıktıktan sonra soyunma odasına sürünerek gidiyorsun öyle ağır idmanlar yaptırıyor.  Ankaragücü’ne çok istenerek alınan bir oyuncu olarak sezon başında istediklerini ben veremedim, sezona hazırlıklı giremedim. Benim büyük hatam oradaydı. Dolayısıyla Mustafa Ertan benden bekleneni ilk anda alamadı. Sonra ben kendimi buldum, formumu buldum. O zaman da formayı almak zor oldu. Aldım bir maç aldım, ertesi maç verdim, iki maç aldım, bir maç verdim falan. Yani Ankaragücü’nde benim ilk sezonum parlak geçti denemez bunu açıkça itiraf ediyorum. Oynadım oynamadım, ama ben Ankaragücü’nden aldığım ücreti helal ettirerek o takımdan ayrıldım. Yine küme düşme durumu var, Ankaragücü bu sefer küme düşmemeye oynayan bir takım havasında. Bir PTT maçı oynuyoruz 19 Mayıs'ta, yenilen taraf büyük ihtimalle düşme potasından zor çıkacak. Öyle önemli, öyle ağır havası olan bir maç. Şimdi bizim Ankaragücü takımındaki maç programında mesela hoca maç konuşması yapıyor, takımı açıklıyor. Fakat soyunma odasına girdiğin vakit 11 çift ayakkabı bir tarafta, bir metre aralığında da 5 çift ayakkabı daha var. Bu durumu gördüğün zaman oynayıp oynamayacağın zaten belli oluyor. Bizim malzemecimiz Ahmet abi, lakabı Gırgır Ahmet. O takımın oyuncusu olmuş, MKE’de çalışmış, emekli olmuş, emekli olduktan sonra malzemeci olmuş. Korkunç şekilde malzemeci ama ağırlığı olan bir adam. Kimin oynayacağını, kimin oynayamayacağını bilen bir adam. Eğer ayakkabın 11 çift içinde yoksa bil ki o maçta oynamıyorsun, öyle de yetkili bir adamdı. Giydik eşofmanımızı yedek kulübesinde maç izliyoruz 19 Mayıs'ta. Balçık bir saha İsmail, bizim sağ açığımız vardı Coşkun Süer. Şimdi nerede bilmiyorum, maçın sonuna doğru “Hocam öldüm bittim, ben daha gidemiyorum” falan deyince “Beton” bana Kökten hadi yavrum dedi. Ben bağladım ayakkabıları çıktım, o balçık sahada topla nasıl buluşacaksın, topa nasıl vuracaksın. Vuracak mısın, vuramayacak mısın belli bile değil. Maçın bitmesine 6-7 dakika kalmış, yani ısınmamışsın. Ama işte ben golcü bir oyuncuydum. PTT takımının iki santrhafı var Aydın ve Enver, bir topa çıktılar. Biri sektirdi topu, top benim önüme düştü. Kaleci de biraz çıkmış vaziyette, kaleye vurdum top gitti çizgiyi geçti durdu. Hakem golü verdi, yüzde yüz gol. “Beton” maçtan sonra bana aslanım, koçum, şöyle aslanım, böyle aslanım falan diyor. Ankaragücü’nde başarılı oranı düşük bir sezon geçirdim, yine de kalmak ağrıma gittiği için ayrılmaya karar verdim.

 

Az önce bahsettiğiniz Gırgır Ahmet başta olmak üzere, birçok kişinin “Kökten Ankaragücü’nde kal Beton gider, başkası gelir” ısrarlarına rağmen kararınız değişmedi. Bak sen iyi futbolcusun, burası bırakılır da 2. lige gidilir mi demelerine rağmen Sivas'ın da çok iyi takım yapıyoruz, kafaya oynayacağız senin de bu takımda olman lazım telkinleriyle Ankaragücü’ne elveda dediniz. Hayattaki en büyük pişmanlık ve hayal kırıklığından birisini yaşadığınızı söylemiştiniz daha önceleri.

Anlattığım gibi rüya gibi bir takımdan, 2. lige geliyorsunuz. Rüya gibi bir takımın yönetim kurulu bana daima çok sevgiyle yaklaşmıştır ve benim gitmemi istemeyen bir yönetim kurulu var. Ama ben iyi bir sezon geçirmedim, “Beton Mustafa” ile tabiri caizse yıldızımız barışmadı, ayrılmaya karar verdim. Dolayısıyla Sivasspor da benim hem Sivaslı hem de başarılı bir oyuncu olmam sebebiyle beni şiddetle istiyor. Yönetim kurulları arasındaki anlaşmalar, parasal sorunlar halledildi falan. Ben Sivasspor'a imzayı attım, Sivas'a gelme hazırlıkları aşamasındayım. Ankaragücü’nün bekâr futbolcularının kaldığı ev var, Tandoğan’da, Mebus evleri. Mebus evlerin de bahçeli iki katlı bir ev bizim Ankaragücü’nün bekâr lojmanı. Lojmanda ben, Remzi, Ömer, Sakıp kalıyoruz. Malzemeci Ahmet abi de bizimle kalıyor, o bizim abimiz, amcamız, babamız. Her daim kola kravat gezen bir adam, malzemecinin şahı. Gece 10'da evde olacaksın, 10’da gelmezsen Gırgır Ahmet korkusu var. Hocaya söyler mi söylemez mi falan… Ankaragücü’nden malzemelerimi elbisemi neyim varsa bir valize koydum, Ankaragücü’nün bekâr lojmanından bahçeli kapısından çıktım. Elimde çantam, Sivasspor'a geleceğim. Gırgır Ahmet amcayla kapıda karşılaştık, Gırgır Ahmet elini omuzuma koydu, gidiyor musun oğlum dedi gidiyorum Ahmet amca dedim. Ben senin ne için gittiğini biliyorum dedi çünkü Beton Mustafa’ya yıllarını vermiş bu Gırgır Ahmet. “Ahmet takunyamı getir, bornozumu getir” diye hitap ediyor. Gırgır Ahmet Betonu hiç sevmiyor. Futbolcudan o kadar iyi anlayan bir adam ki bu Ahmet amca, kötü futbolcuya “Tozluk bağı” bile vermez! (O zaman düşmesin diye tozlukları bağlamak için tozluk bağı vardı) Hem çok iyi bir insansın hem de çok iyi bir futbolcusun oğlum, gittiğin yerde sana başarılar diyorum üzülme dedi. Beni sırtımdan şöyle bir sıvazladı. O arada ben İsmail, duygusal bir şeye kapıldım ağlamaya başladım. Atarım içime de yani o takımdan ayrılmak bana çok şey yaptı. Koydu mu diyeyim, ne deyim bilemiyorum.

Kökten abi, hafızam beni yanıltmıyorsa sizin bir de yarım kalan Üniversite eğitimi mi var?

-          Kaydoldum, Sivas'a gelince bıraktım. İktisadi ve Ticari İlimler Akademisiydi.

Sivas’a geldiniz

-          Ben Sivas'a geldiğim sezon Sivas sahası yeni çimlenmişti, hatta yarım kalmış yerleri de bir yerlerden çim getirip oralara koyuyorlardı falan.

Şimdi Sivas'a geldiniz, takımın hocası Naci Özkaya'yla da yıldızınızın çok barışmadığını biliyorum. Hatta Kökten abi, Orduevindeki Oya ablamla nişan ya da düğün hangisiydi bilmiyorum, futbolcular rahmetli Ahmet Tuna dâhil ortaya aldınız “Sarı Naci’yi” çiftetelli vs. oynamıştı.

-          Öyle bir resim var herhalde. Sivas’a geldiğimiz zaman benimle Yunus abi de gelmişti kulakları çınlasın, kendisi şu an Antalya’da yaşıyor. Başka iyi oyuncular da gelmişti tanıdığımız, mesela Gündüz gelmişti. Zaten Sivas'ın takımı da iyi bir takımdı herhalde. Benim Sivas transferimle ilgili Ankaragücü ile Sivas'ta oynamak üzere bir hazırlık maçı maddesi de vardı. Şimdi o hazırlık maçı geldi çattı, Ankaragücü buraya geldi. Bizim soyunma odasının kapısı çaldı, her zamanki “Kola kravat” haliyle “Gırgır Ahmet” elinde bir çift ayakkabı ile gelmiş, çoğu futbolcuya “Tozluk bağı” vermeyen adam benim ayakkabılarımı getirmiş! Ve o maça çıktık İsmail, maçı 1-0 kazandık. Hatta şöyle bir olay oldu; Sivasspor penaltı kazandı, ben topu penaltı noktasına koydum. Kalede Baskın abi var, sanki “Beton’dan” intikam almak istercesine bir ruh hali. Baskın abi çok penaltı kurtaran bir adamdı, olayı da biliyor. Geldi bana ne yapıyorsun kardeş, bırak sen penaltıyı atma, başka biri atsın ne yapacaksın dedi. Penaltıyı bizim Selahattin attı ve kaçırdı daha doğrusu Baskın abi kurtardı! Sonra ben ikinci yarıda İstasyon tarafındaki kaleye harika bir gol attım, maçı 1-0 kazandık. Maç sonu içeri girerken de gittim “Beton‘un” elini öpmeye kalktım,  o da benim sırtımı şöyle bir sıvazladı. “Betondan” ayrılışımız böyle oldu…

Rahmetli Baskın abiye de bir parantez açacak olursak, Sunay Akın'ın “Kalede Bir Başına” adlı kitabını ben size de verdim okudunuz. Hatta ben Sunay Akın'a yorum yazdım sizin itirazınıza binaen. Sunay Akın o kitabında der ki; “Baskın Soysal bir Ankaragücü efsanesidir” siz de dediniz ki hayır efendim, Baskın abi Hacettepe'de iken zaten bir efsaneydi. Ben de bunu sizin uyarınızla Sunay Akın hocamıza ilettim. Naci Özkaya'dan sonra Lefterli günler var, sonra Serpil Hamdi var bu arada.

-          Serpil Hamdi'den sonra Bülent Eken var, Erdoğan Gürhan var. Baykuş var, hatta Nazım Koka var. Sezon açılışından sonra Pamukpınar tesislerinde kampa girdik Naci Özkaya yönetiminde. Sezon başı hazırlıklarından sonra sahada top çalışmaları başladı. Fakat üç yılı Ankara'da profesyonel olarak geçmiş, profesyonel futbol hayatını çok iyi özümsemiş bir insan olarak gerek ben gerekse Yunus abi Naci Özkaya'nın amatör bir takım çalıştırıyor gibi davranışlarını hayretle karşılıyoruz.  Profesyonel bir takımın hocasının böyle olmaması gerektiğini düşünüyor, yaptırdığı hareketleri gülünç buluyoruz. Ama ne hikmetse Naci Özkaya'yı burada seviyorlar, hocamız falan diyorlar. Kendisi de bizim ondan hoşlanmadığımızı ayan beyan biliyor aslında. Ayağını sağlama almak için ne yapacak ya beni yiyecek ya Yunus Abi’yi. Ben santrfor oynayan bir oyuncuyum, orta saha oynayan bir oyuncuyum icabında. Beni eski tabirle sağ açık oynatıyor, şimdi ileri ucun sağ tarafımı ne diyorlar!

 

İ.H: Çok tuhaf söylemler icat ediyorlar Kökten abi, o konuda inanılmaz derecede rahatsızlıklarım var. Yeni uydurma tuhaf sözler. Siz yılların futbolcususunuz, şu an özellikle naklen yayınlarda tekrarlanan; “temaslı oyun, geçiş oyunu, akan oyun, duran oyun, oyuncularım karakter koydular” gibi lafları hiç duydunuz mu Allah aşkına! Fenerbahçe ve Galatasaray’da hocalık yapan Tomislav İviç’in tarihi sözüdür; “Futbol basit bir oyundur, lütfen felsefe haline getirmeyelim.” Şimdi bu işte çok paralar dönüyor, milyon dolarlar dönüyor. Yayınlardan havuz gelirlerine, isim haklarına kadar vs. Haliyle medya kendini bu işin içinde var edebilmek adına bunları uyduracak ki, ayakta kalabilsin!

-          Sivassporlu maçlarımız başladı, sonra Naci Özkaya takımından ayrıldı.

İ.H: O iki yıllık dönemde (71-72 ve 72-73) kafaya oynadık ve çıkamadık.

-          Yeni mukavele imzalama aşamasında parasal konuda anlaşma sağlayamadık, niye sağlayamadık? Benden kaynaklı bir konu değildi. Geldi geçti o yıllar. Takımda benim dönemimde bir tek maçta forma giymemiş bir adama 50 bin lira örneğin para veriyorlar yeni mukavele imzalaması için. İki sene ben bu takımın yükünü çeken bir oyuncu olarak bana yirmi bin lira veriyorlar. Beni bırakın gideyim diyorum, bonservisim için 200 bin lira istiyor o zamanki Sivasspor Yönetim Kurulu. Takıma hoca olarak gelen Bülent Eken, beni tanımasına rağmen yönetimden yana olmayı tercih etti. Dolayısıyla 72-73 sezonun başlangıcında anlaşma olmayınca askere gitme kararı aldım. Askerlik de şöyle; ben takımla anlaşma sağlayamayınca, o zamanki transfer kaidelerine göre kulüp iki senelik maaşımın dörtte birini federasyona yatırma kaydıyla anlaşamadığı oyuncusunun mukavelesini uzatabiliyor. Yani temdit deniliyor bu duruma. Rahmetli babam da askere gitme kararımı destekleyince, bize yol göründü. 

 

Kökten abi, senin olmadığın Adana Demirspor'un şampiyon olduğu (72-73) sene. Bence sizin 71-72 de Şeker’e kaptırdığınız kadro çok daha iyi. Ancak talihsiz bir iki maç, Yunus abinin Konya'da yediği, Ahmet Tuna ile ortak hata golü…

-          O pozisyon şu anda gözümün önünde, hiç unutamıyorum. Ahmet Tuna ile aralarında anlaşmazlık. Adam geldi, boş kaleye golü attı.

 

Bir de ben şunu diyeceğim, santrfor Beykozlu Cemal vardı o da rahmetli olmuş. Yani benim hatırladığım kadarıyla iyi futbolcuydu ama yırtıcı bir santrafor değildi, Kel Mustafa değildi mesela.

-          Kel Mustafa bence Sivas'a gelmiş en iyi santraforlardan biridir.

Bana göre de öyle, mesela deseler ki 67’den bugüne kadar bir 11 yap 9 numaraya onu yazarım.

-          Sivas’tan sonra Ankaragücü’nde başarılı bir çizgisi var. O da genç yaşında rahmetli oldu.

Çok ilginç olmuş ölüm şekli, eşek şakasına kurban gitmiş rahmetli. Vefa'nın çocuğu biliyorsunuz, o zaman da Vefa Simtel takımı iyi bir kadro yapıyor, şampiyonluk hesapları yapıyorlar. Diyorlar ki, sana bir mağaza açalım. A'dan Z’ye Simtel’in beyaz eşyasını falan filan dolduralım sen de bize abilik kaptanlık yap, takımı çıkaralım. Sonrasında bakarız, istersen hoca filan devam edersin. Kabul etmiş, takımda oynamış. Şampiyon olup olmadıklarını bilmiyorum. Yine bir gün, mağazasının önünde otururken, bir arkadaşı (köpek fobisi varmış) bilmeden köpeği şakadan üstüne salınca orada ruhu teslim etmiş!

-          Mesela yine Samsunlu Mehmet vardı, o da rahmetli oldu. Necmi, kaleci İzzet, Göksel, Naci rahmetli oldular

Siz İzzet’i çok severdiniz, çok beğenirdiniz. Kökten abi Sivasspor'la mukaveleniz sona erdi, ekonomik anlaşmazlık zuhur etti. Siz de rahmetli babanızı da dinleyerek askere gittiniz.

 

-          Balıkesir Burhaniye Çavuş Talimgâhına intikal ettim, oradaki 4 aylık eğitim sonrasında Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı'na dağıtımım çıktı. O dağıtımı da (muhtemelen) rahmetli babam ayarladı diye düşünüyorum. Mutlaka benim Ankara'ya gelmem lazım ki, Muhafız gücü takımında oynayayım. Sivaspor'un profesyonel mukaveleli futbolcusuyum, temdit etmiş olsalar bile askerliğe giriş tarihimden itibaren yine bu yılların kural ve kaidelerine göre bulunduğunuz kulübe gitme, profesyonel bir asker oyuncunun maaşı kulüp tarafından kendisine ödenir. 3 ay içinde bu ödeme yapılmazsa, mukavelenin fesih olması durumu var. Kulüp bu ödemeyi (bilerek ya da bilmeyerek) yapmayınca TFF’ ye başvurdum fesihnameyi aldım. Bu durumda olan bir oyuncu da müsaadeyle profesyonel olarak bir amatör takımda oynayabiliyor, zamanın yönetmeliğine göre mukavelem fesih olunca, Muhafız gücü takımında amatör olarak oynama hakkı elde ettim. Bu arada Burhaniye Çavuş Talimgâhını birincilikle bitirdiğimi de söylemiş olayım, Burhaniye günlerimi anlatsam bir roman çıkar! Neyse biz geldik Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayına. 24 no’lu Nizamiye, Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayının ana girici kapısıdır, subaylar falan hep oradan girer. Bize dediler ki şurada bir sinema salonu var, orada bekleyin, Tabip subay sizi kontrol edecek. Ondan sonra sizi göndereceğiz. Biz de burada subayları bekliyoruz, sinemanın yanında böyle oturduk. Yukarıdan bir tip geliyor ben o tipi tanıyorum tanıdık bir tip geliyor.

 

Erdal abi.

 

-          Yaklaşıp alay binasına gireceği zaman tam teşhisimi yaptım ki Erdal, Erdal diye bağırdım, böyle bir şaşırdı bu, Erdal beni asker kıyafetiyle görünce hayretler içerisinde; Baba sen ne ediyorsun burada dedi. Dedim ki oğlum askerim işte görmüyor musun? Sen ne ediyorsun burada dedim, dedi ki spor kampının yazıcısıyım, oraya kapağı atmış işte.

 “Bakkal İhsan’ın” torunu diye bilinir.

 

-          Sivas Demirspor'da falan oynamış bir oyuncu, onu orada yazıcı yapmışlar. Dedim ki Erdal ben geldim, benim mukavelem fesih, ben Muhafız gücünde futbol oynayacak durumdayım, şartlarım buna müsait. Spor subayınız kim diye sordum, Tahsin Albayrak dedi. Tahsin Albayrak beni Ankara'dan tanıyan bir adam, kendisine sen bu durumu anlat dedim, yani benim burada olduğumu bilsin! Tamam, abi sen merak etme dedi. Sonra bizim bölük kantininde beklememiz söylendi, bir çavuş elindeki kâğıda notlar alıyor; Adı soyadı, memleket, sivilken ne yaptığın vs. Olan biten ne varsa yazdık, kâğıt oraya asıldı. Oynadığı kulüpler; 4 Eylül, Kayseri Şeker, Hacettepe, Ankaragücü, Sivasspor. Alay Komutanının önderliğinde bir grup geliyor, Tabur Komutanları, Bölük Komutanları. Yeni gelen asker oyuncuları bölüklere dağıtma, seçme olayı. Alay komutanı geldi, buradaki yazıyı okudu. Tahsin dedi, buyurun komutanım dedi Tahsin Yüzbaşı, sen bu adamı tanıyor musun? Tanıyorum komutanım dedi. Komutan hem beni gerçekten tanıyor hem de Erdal da söylemiş vaziyette. Tamam, bu çocuğu spor kampına gönderin dedi. Alay komutanından spor kampına gitme emrim orada çıktı. Önümde uzun boylu bir üsteğmen, beni tanıdın mı dedi bana hitaben. Öyle baktım, ya komutanım şimdi bana yabancı gelmiyor. Ben Sivaslıyım dedi, ben lise sondayken sen lise 1.sınıftaydın, ben senin hayranınım dedi. Arkasında postası var, al bunun dosyasına dedi. Dosyamı aldı bu posta, benim önümden ayrıldılar. Dağıldık gidiyoruz. Ben şimdi benim dosyam elinde olan askerlerle beraber gidiyorum. Sordum postaya, nereye gidiyoruz kardeş? Dedi ki, sen dedi birinci piyade taburu Karargâh Destek Bölüğünün eri oldun, bundan sonra Çetin Üsteğmene bağlısın, o bizim komutamız dedi. Yeni gelen ne kadar sporcu varsa spor kampına alıyorlar. Futbolcusu var, voleybolcusu var, basketçisi var.  Benim dönemimde Türkiye 1. Basketbol Ligi'nde Muhafız gücü şampiyon oldu mesela. Kemal Erdenay vardı, Harun Erdenay’ın babası, bizim spor kampından arkadaşımız.  Ondan sonra benim spor kampı yazım geldi, ben spor kampına intikal ettim, 15 gün falan sürdü o yazının gelmesi. Şimdi Erdal mevcut futbol takımına, Muhafız gücü oyuncularına; ya siz topçu falan değilsiniz, topçunun babası geldi diyor benden le. Muhafızın oyuncuları dört gözle beni bekliyorlar, kim bu adam ya falan diye İçlerinde neler neler var.

Erol Togay, Ahmet Ceyhan var değil mi?

-          Zeki Özaydınlı isminde bir Başçavuş Muhafızın antrenörü ilk idmanı yapacağız, çıktık biraz işte bir iki tur attım falan. İdman başladı, Ankara şampiyonu olmuş Muhafızgücü. Gruplar vardı bizim dönemimizde, Amatör Şampiyonlar arasında. Polatlı'yı gitmişler, orada 1-0 yenmişler, maçın rövanşı pazar günü Ankara'da. Bir iki ısınma hareketinden sonra, o Ankara şampiyonu olmuş takımı bir tarafa, geriye kalanlar bir tarafa ben dâhil, çift kale maç oynayacağız. Bu maçın tek amacı var, “Beni denemek” Ankara Şampiyonu olmuş takımın, geri dörtlüsünü o gün sür klase ettim vallahi. Maç bitti, şimdi bana böyle acayip acayip bakıyorlar falan. Şimdi biz yeni tertip olduğumuz için görevi biz alıyoruz, eski görevliler görevden düşüyor. Spor kampı ayrı bir yerde, alayın içerisinde ama uzak arası. Alaya gidiyorsun, alaydan karavana ile yemeği getiriyorsun. Yemek yeniyor, yemekten sonra masayı topluyorsun, masaları siliyorsun. Bir iki tane futbolcu var benimle gelen, basketçi var, voleybolcu var. Onlar genç, bu işleri zevkle yapıyorlar. Fakat hem masayı toplama hem silme, benim ağrıma gidiyor. Ama kaçınmıyorum da böyle yavaş yavaş masayı silerken biraz önce perişan ettiğim takım oyuncularından biri çıktı orada oturuyor. Ayak ayaküstüne atmış, gayet nazik ve güzel bir sesle bana hitaben; “Kardeş sen niçin silmiyorsun bakayım, böyle bir kibar bir ağızla” Ben de ona cevaben, siliyorum falan dedim. Yine perişan ettiğim geri dört oyuncularından biri kalktı geldi arkadaşının yanına, “Ne konuşuyorsun lan sen, herif biraz önce anamızı ağlattı be dedi. Sen bu adama nasıl konuşuyorsun lan, otur oturduğun yere dedi.” Bana gel abi, sen dedi bizim abimizsin, kaptanımızsın dedi.

Erol Togay bunu söyleyen…

 

-          Evet, bana sen niye silmiyorsun kardeş diyen de Çaycı Ahmet. Trabzon ve Galatasaray’da oynayan Ahmet Ceyhan. Her ikisi de 20 yaşındalar, memleketlerinin Amatör takımlarında filan oynamışlar.

Kökten abi, Şimdi askerlik dönüşünde Sivaspor’da son döneminiz. Tabiri yerindeyse “Fetret devri” başlamış, şampiyonluk kovalayan kadrolar, yerini kısmen de olsa zayıf kadrolara bırakmış asker futbolcuların filan olduğu kadrolar.

-          Muhafız gücünü bitireyim, o takımın takım kaptanlığını yaptım. Ve yine şampiyon olduk, evde Muhafız gücü ilk 11' ile çekilmiş resimlerin arkasına numara vermişim; şu numaralı oyuncular ileride futboldan ekmek yiyecek olarak yazmışım isimlerini. Hepsi ekmek yedi, hepsi de 1. Ligde oynadı. Macik Ahmet, Erol Togay, Tayfunlar, Harunlar, Bursaspor’da oynayan Orhanlar filan. Sivasspor’da oynayan Cozan da bunlardan birisi…

Günümüzden iki örnek verecek olursak (her ikisi de A Milli takımın oyuncusu oldular) Galatasaraylı Kerem Aktürkoğlu ve (Dünyanın 1 numaralı kulübü) Real Madrid’e transfer olan Arda Güler’i bana çok önceden söylediniz. Bu arada Arda Güler’in üstünde, Ankaragücü’nden takım arkadaşınız “Küçük Fikret” Çeliktaş’ın çok emeği olduğunu da söylemiş olalım.

-          Oyuncunun hareketlerinden, topa yatkınlığından belli oluyor, yani hamuru belli oluyor adamın. Ankara'da şampiyon olduk, askerlik günlerim bittikten sonra ben tekrar geldim Sivas’a, serbest bir oyuncu ve Sivaslı olarak ve Sivasspor ile mukavele imzaladım. Buradaki yolculuğum tekrar başladı dolayısıyla, demin senin de bahsettiğin gibi takım öyle kafaya oynayacak bir takım değil ama yine de çok iyi futbolcular var. Arkadaşlığı iyi olan, genç yetenekleri ve tecrübeli oyuncuları olan bir takım. Selahattin Elbay, Böcük Mehmet, Tabut Mehmetler var.

Kel Mustafa var, Dimitri abi var.

-          Yani iyi bir takım, ben o takımın kaptanıyım. Cesimlerin, Harunların, daha sonra Nurhanların, Şükrülerin falan olduğu bir takım. Bizim bu Sivasspor günlerimiz çok iyi geçti, o günleri çok güzellikle yâd ediyorum. Takımın kaptanıyım, oyuncuların bana büyük bir sevgisi var, çok da iyi oynuyorum. Futbol kariyerimin altın çağı diyebilirim ben kendim olarak. Oturmuşum artık, fakat bizim Sivas seyircisi neyse kendi memleketinin öz çocuğuna çok sevgiyle yanaşmıyor. Bunu test ettim, gördüm yani. Benden de biliyorum, benim haricimde Sivaslı olup da gitmiş, tekrar buraya gelmiş birçok futbolcuya nasıl davranıldığını da biliyorum. Malatyaspor’la bir Türkiye Kupası maçında seyirciden böyle çatlak sesler her zaman geliyor da bu sefer dayanamadım. Hocaya işaret ettim, çıkartın beni dedim. Kaptanlık bandajı çıkarttım verdim, yıkandım duşumu aldım, evime geldim. Maç bitmiş Cesim geldi, Kaptan hadi seni bekliyoruz dedi. Cesimi öptüm ve dedim ki sen de git takım arkadaşlarını öp, ben bu saat ve dakikadan itibaren futbolu bıraktım. Futbolu bıraktığım vakit 31 yaşındaydım, en az 5 yıl aynı güç ve kuvvetle oynayacak durumdaydım. Futbolu bıraktığım vakitten sonra Karayollarına girdim, çalışmalarım neticesinde oradan emekli oldum. Şimdi emekli bir Karayolcu, Sivasspor'un eski bir oyuncusuyum.

Eski demeyelim de eskimeyen diyelim, sizin futbolu bırakmanız dönemde tabi ki etki tepki şeklinde gelişen bir olay.  Ancak Türkiye’de hatta dünyada da şöyle bir şey vardı, 30'una 31'ine gelmiş adama özellikle kendi seyircisi yaşlı muamelesi yapıyor, bırak git çocuklarınla, torunlarınla oyna diyordu. Oysa günümüze baktığımızda 39-40 yaşına kadar çok büyük transferler yapılabiliyor görüyoruz, 40 yaşında futbolcular 2-3 senelik mukavele imzalayabiliyorlar. Bu durum biraz da antrenman teknikleri, sahalar, malzemeler, spor hekimliğinin geldiği noktalar olarak da değerlendirilebilir. Kökten abi, her şeyin bir sonu vardı, sizinki böyle oldu. Birlikte oynadığınız isimleri zikrettik. Özellikle Baskın abi dedik, Büyük- Küçük Fikretler dedik. Konyalı Mehmet, Sakıp Özberk, Coşkun Süer, Erman Toroğlu, İsmail Dilber, Selahattin Elbay, isimleri çoğaltmak mümkün. Bu isimlerin ortak özelliği, iyi kötü daima futbolun içinde oldular, futbolla ilişkileri hiç bitmedi. Bıraktıktan sonra dönüp bakmadınız, teknik direktör olmanız işten bile değilken! Bu nedenle üzüntünüz var mı?

-          Daha gücüm kuvvetim varken futbolu bıraktım, futbolu bıraktıktan sonra TFF’nin her yıl açtığı kurslarla teknik direktörlük diploması alıyorsun. Benim futbolu bıraktığım andan itibaren TFF’den her yıl bu kurslarla ilgili davetler geldi. Hatta birinde gitmeye karar vermişken, Sıcak Çermik’te araçtan indim. Teknik direktör olmaya gidiyorsun, gideceksin orada 10-15 gün yiyip içip yatacaksın, 3-5 tane futbol adamına bir şeyler anlatacaksın o kadar. Netice olarak o zaman kolaydı, sadece bir C tipi çalıştırıcılık belgesi aldım, şimdilerde zaten çok zorlaştı, PRO’su var bilmem ne! Bu ilgisizlikte küskün ayrılmamın payı da çok büyük, zaten Karayollarına girdikten sonra bir daha ne arayan, ne de soran oldu, ta ki 4 sene öncesine kadar. Yeni Stadyum’da eski futbolculara tahsis edilen tribünde şimdi rahatlıkla maçları izleyebiliyoruz. Kim düşündü, hayata geçirdiyse teşekkürler. Geçtiğimiz Fenerbahçe maçı öncesinde de “Efsane futbolcuları” bir araya getirme programına Kulüp Başkanı Sn. Otyakmaz vasıtasıyla davet edildik, takım kaptanı Uğur Çiftçi formasını hediye etti. Ayağımız uğurlu geldi, Fenerbahçe ile berabere kaldılar, sonrasında Konyaspor’u yendiler. Memleketimizin takımı, başarısı bize gurur veriyor.

Bu sezon itibariyle bildiğimiz gibi Fenerbahçe ve Galatasaray, diğer takımların hiçbir sezonda görmediğimiz bir farkla önünde. Fenerbahçe ve Galatasaray'dan puan alıp, Beşiktaş ve Trabzonspor'u yenen Türkiye Süper Ligi'nin böyle bir istatistiğe imza atan tek takımın Sivasspor. Hatta dünkü Konyaspor galibiyetiyle de çok uzaklarda olmayan bir Avrupa'ya gitme ihtimali devam etmekte. 4 Eylül, Kayseri Şeker'den bıraktığınız güne kadar enlerinizi (ben iyi kötü biliyorum) anlatır mısınız? İnsanlar duysunlar tarihe not düşelim. Teknik Direktörler, Kaleciler, santrforlar, orta sahalar, golcüler…

 

-          Benim 1.Ligde oynadığım sezonlarda ben santrfor mevkiinde oynadığım için, Türkiye'nin en iyilerine karşı mücadele ettim. Örneğin Fenerbahçe'de Ercan ve Yılmaz'a karşı oynadım. Biz Ankara'da, Ziya PTT'de oynarken de Ziya ile karşılıklı oynadık, Ziya sonra Fenerbahçe’ye transfer oldu. Mesela Galatasaray'ın santrhafı Talat ile karşılıklı oynadım. Beşiktaş'ta Kaya ile Süreyya ile karşılıklı oynadım. Hatta Fenerbahçe'de golüm var, Beşiktaş'a da golüm var. Her takımın santrhafları o devrin en iyi oyuncularıydı. Adana Demirsporlu Kartal Yaşar ile karşılıklı oynadım mesela. Ankara'daki diğer takımın santrhaflarıyla karşılıklı oynadım. Bizim dönemimizde bütün takımların santrhafları “Endi”. Sonra tecrübem arttıkça orta saha oynamaya başladım, benim Sivas’taki son yıllarım santrfor arkası orta sahadır. Takımın neticeye götürecek en iyi futbolcu orta saha oyuncusudur. Deminki bahsettiğiniz yeni terimlerden “oyun aklı” diyorlar ya, oyun aklı olan bir oyuncu oldum. Futbolu da oyun aklı olan bir oyuncu olarak bıraktım diyebilirim. Bizim dönemimizde çok iyi oyuncular vardı. Fakat şimdiki şartlar şu anın futbolcuları için biçilmiş kaftan, sahaya basmaya kıyamıyorsun halı gibi. Her futbolcunun neredeyse antrenörü var, futbolcunun kaldığı tesis, malzeme mükemmel. TV var, naklen yayınlar var. Benim gollerimin çoğunluğu “jeneriktir” fakat şimdi ispatı yok. Bizim idmanımızı şu anda maça giden seyirci kadar kişi izliyordu.

Biz seyrederdik, ben sizin her antrenman sonrasında İstasyon Caddesi tarafındaki kalenin arkasındaki sarkaçlı büyük topa sıçrayıp kafa vuruşu çalışmanızı çok görmüşümdür. Hocalar içinde de yanılmıyorsam, sizde en iyi etkiyi ve izi bırakan Lefter olsa gerek. Oğlu ile ben ilkokul okudum, Gazi Osman Paşa İlkokulu’nda.

 

-          Lefter Hoca, tabi ki Türkiye'nin gelmiş en büyük ismi, İtalya’da oynamış futbolun “Ordinaryüsü”, bizim çocukluk hayallerimizin kahramanı. Beni hem çok sever, hem de çok tutardı. Bir deplasmana giderken, otobüste geldi yanıma oturdu; “Yavrucum” senin gibi 3 tane daha futbolcum olsaydı bu ligin dumanını attırırdım dedi, hiç unutmadığım bir hatıradır. Nur içinde uyusun, onunla birlikte olmak çok güzel, çok gurur vericiydi. Tabii diğer çalıştığımız hocalar da değerliydi, Erdoğan Hoca, Naci Özkaya, Bülent Hoca değerliydi. Hatta Hamdi Hoca çok değerliydi, Hamdi Serpil Tüzün’den bahsediyorum. Erdoğan hocanın başarılı olması, Hamdi Hoca'nın eseriydi.

Hamdi Serpil Tüzün Sivas'ta teknik direktör olduğu zaman, yaşça kendinden büyük futbolcular vardı. Bugün onun rahle-i tedrisatından geçen oyuncular, Rıza, Feyyaz, Gökhan’lar büyük Teknik Direktör sınıfındalar. Süleyman Seba’nın “Genel kaptanlığı” döneminde atılan altyapı devrimi onun sayesinde Türkiye’de bir ilk olmuştu. Sivas’ta başaramadığını, Beşiktaş’ta gerçekleştirmiş oldu.

-          Bazı şeyler çok istense de olmuyor, tutmazsa tutmuyor. Tabii sonra Sivasspor 1. Lig’e çıktı, o da bizim için ayrı bir gurur vesilesi oldu, hali hazırda çok iyi giden bir çizgisi var. Geçmişte emeği geçmiş futbolcular olarak başarılarının devamını diliyoruz.

Kesinlikle öyle, umarız ve dileriz bu sezonun kadrosu seneye 1-2 iyi transferle, eldeki oyuncuların da yüzde 90’ı muhafaza edilirse daha iyi yerlere gelecektir. Çok teşekkürler Kökten abi, zahmet verdik size.

-          Ben çok teşekkür ediyorum, “Sürç-ü Lisan” ettiysem af ola… Sivas Memleket Gazetesi’ne de başarılar diliyorum.

Muhabir: İsmail Haksever