İnsan olmak bütün beşerin en üst kimliğidir. Cinsiyeti, rengi, dili, ırkı, coğrafyası farklı olsa da herkes insan olma itibariyle bir aile teşkil eder. Kur’an’da şöyle buyrulur:

            “Ey İnsanlar! Sizi bir tek can(lı)dan yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun!” Nisa Sur, 4/1

            Bu üst kimliğin yanında bir de bizlerin Müslümanlar olarak ümmet kimliğimiz var. Cinsiyet, ırk, dil, renk ve coğrafya farklı olsa da İslam bizim en güçlü âidiyetimizdir. Hiç bir farklılık bu ortak aidiyet ve kimliğimizi zedelememelidir. Dillerin, renklerin, kabile ve milletlerin ayrı olması ayrılık ve düşmanlık sebebi değildir. Bütün bu farklılıklarımızı zanginliğe dönüştürmek kaçınılmazdır. Rabbimiz de buna işaret etmektedir. “Ey insanlar! Bakın, Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık.  Sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz. Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O'na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır!” Hucurât Sur, 49/13

            Bugün müslümanların üstesinden gelmesi gereken  ırkcılık, terör, mezhepcilik ve mültecilik gibi önemli sorunlar vardır. Bütün bu saydığımız illetlerin faturası tüm insanlığa pahalıya patlamaktadır.

            Yemen’de üç yıldır süren savaşın faturası o kadar ağır ki. Yemen’de yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybeden 5 yaş altı çocukların sayısının yaklaşık 100 bini geçtiği tahmin ediliyor. Ve yine 15 milyona yakın Yemenli'nin açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtiliyor.  Suriye ayrı muamma, Irak ayrı muamma ve Mısır ayrı muamma.

            Bu ağır faturaları tarihte vicdanda asla affetmez. Müslümanların birlik ve bütünlüğünü zedeleyen unsurların başında ırkçılık gelmektedir. Kişi elbette aslını, neslini, soy sopunu inkâr edecek değildir. Fakat ırkı ön plana çıkarıp İslam’ı geri plana itmek büyük fitnedir. Tarihte ve günümüzde Müslümanlar olarak en büyük zararı ırkçılık ve mezhepçilik yüzünden çektik.

            Gökyüzünün öğrencisi, yeryüzünün öğretmeni olan, hayatının  her evresinde bizim içn güzel örneklikler teşkil eden ve Rabbimizin biz kullarına rahmeti ve merhameti gereği gönderdiği Hz. Muhammed(sav) ve arkadaşları arasında yaşanmış çeşitli diyaloglar bizlere bu konuda ışık tutacaktır. İki örnekle konuyu açıklığa kavuşturalım isterseniz...

            Birinci örneğimiz: Sahabelerden Ebuzer El Gifari(ra) ve Bilal Habeşi(ra). Bir konuda tartışıyorlar. Ebuzer El Gifari(ra), Bilal Habeşi(ra)’ye “Sus. Ey kara kadının oğlu!diye hitap ediyor. Bunun üzerine Bilal Habeşi (ra) önüne bakar ve mahcup bir şekilde Rasulullah(sav)’a giderek Ebuzer(ra)’i şikayet eder. Evet kardeşliği tesis etmek, insanlar arası adaleti sağlamak üzere gelmiş olan dinin Peygamberi Hz. Muhammed (sav) Ebazer(ra)’e uyarısı ise şudur: “Ey Ebazer! Sende cahilliye kırıntıları görüyorum!”

            İkinci örneğimiz: Selmân-ı Fârisi’nin bulunduğu bir mecliste ensar ve muhacirler arasında soyların belirtilmesi istenir. Orada bulunanlar uzun uzadıya soylarını sayıp dökmeye başlarlar. Sıra Selman’a gelince: “Benim soyumu bilmek mi istiyorsunuz? Hamdolsun Rabbim beni İslam’la şereflendirdi. O yüzden ben “İslam oğlu Selman’ım!” der. Bu davranışıyla Arap ve Fars olmanın bir anlam ifade etmediğini, asıl mensubiyetin İslam olduğunu belirtmiş oluyordu.

            Rasulullah; Bilal-ı Habeşi’yi, Süheyb-i Rumi’yi, Selman-ı Farisi’yi İslam kalıbına dökmüş ve onlara yeni bir kimlik kazandırmıştır. Onlar İslam’ın boyasıyla boyanmışlar ve o boyayı hiç soldurmamışlardır. Çünkü bu boya kök boyası, fıtrat boyasıdır. “[Hayatımız] Allah'ın rengi [ile renklenir]! Kim [hayata] Allah'tan daha güzel renk verebilir, eğer gerçekten O'na kulluk ediyorsak?" (Bakara Sur, 2/138) Bu boyadan maksat fıtrattır. Zira başka boyalar kalıcı değildir.

            Biz insan olarak dünyaya İslam fıtratı üzere geldik, asıl kimliğimiz budur. Bu fıtrata uygun yaşamak, renk, şekil ve kimlik değiştirmeden özümüze sadık yaşamak temel görevimizdir.    “[İnsanları] Allah'a çağıran, doğru ve adil olanı yapan ve "Şüphesiz ben Allah'a teslim olanlardanım!" diyenden daha güzel sözlü kim vardır?” Fussilet Sur, 41/33

            Selman-ı Farisi İslam kimliğini öne çıkardığı ve bu kimliğe uygun yaşadığı için başta Rasulullah olarak üzere “Selmân-ı pâk” olarak herkes tarafından sevilmiş; “Selman bendendir, ehl-i beytim(hane halkım)dendir!” buyuran Peygamberimizin iltifatına mazhar olmuştur.

            Bu örnekleri çoğaltmamız mümkündür.

            Sözün özü:

            İslam insanlığın tek umudu  ve son kurtuluş adasıdır. Bize düşen İslam ile insan arasındaki engelleri kaldırmaktır.  Ve konuyu Rahman’ın sorduğu soru ile noktalayalım isterseniz:

            “Kim hayata Allah’tan daha güzel bir renk verebilir ki?”