İnsanı öncelemeyen, araçları kutsallaştırıp amaçları araçlara feda eden kısaca İnsanı kendi bildikleri doğrularına feda eden ne tür dini, sosyal, siyasal, kültürel, ideolojik yapı varsa meşruiyeti tartışılır!..

      İnsan Allah(cc)'ın şaheseridir. İnsanı muhatap alan, ona akıl veren, ona vahiy gönderen, ona sorumluluk yükleyen, onu yeryüzünün halifesi kılan yine Allah(cc)'tır. Allah(cc)'ın şaheseri olan insan ne kendini nede bir başkasını nesneleştiremez. İnsan öznel, etkin, aktif ve üretken olmalıdır. İnsan yaratıcı olan Allah'ın kendisine verdiği akıl, ruh, irade, vicdan ve fıtrat gibi yetileri vahiyle süsler ve güçlendirirse Allah(cc) bu eylemleri karşılıksız bırakmaz. 

       "Kim kalıcı şeref ve itibar arıyorsa, iyi bilsin ki şeref ve itibarın kaynağı Allah’tır. O’na sadece güzel sözler yükselir, o sözleri yücelten ise sâlih amellerdir!" Fatır Sur, 35/10

       Bütün doğru, yararlı, faydalı işler ve güzel davranışlar Allah(cc) katında değerlidir. 

       Anlamlı, amaçlı ve ahlaklı bir şekilde üretilen değerlerin Allah katında saygınlığı artar. Zira saygınlığın gerçek kaynağı Allah’tır. İnsan saygınlığını Allah’tan alır. Allah’tan kopan, saygınlığından da kopar. 

      Mü'minleri bırakıpta kafir ve zalimleri dost edinmek, onları sırdaş edinmek, onların yanında şeref ve itibar aramak, onlardan medet ummak mü'mince bir davranış değildir.

      Allah(cc) insandan insan olmasını ister. İnsan ise fıtratına yatırım yaparak, vicdanını güçlü kılarak, merhamet duygularını çoğaltarak, iyilik hamlelerini geliştirerek, erdemli davranışlar sergileyerek insan olabilir, insan kalabilir. 

       Bir kimsenin yaptığımız bir yanlış karşısında "Sen ne biçim bir insansın? Ne kadar aymazsın, ne kadar sorumsuz birisin?" diye tepki verdiğini düşünsenize. Renkten renge girer, bir daha o tepkiyi veren insanla karşılaşmak istemeyiz değil mi?

       Peki akıl tutulması yaşamış, bilinç alaborasına maruz kalmış, ameli salihat işlememiş, vahyi çağın dışına itmiş, peygamberi bir ahlaktan yoksun yaşamış, vur patlasın çal oynasın misali sorumsuzca hayat sürmüş, kendi kendine yettiğini zannetmiş, günde 40 rekat namazda Allah demiş, dışarda herşeye 'Yallah!' demiş, el açıp ağlamış dua etmiş kahkahalar atarak günaha batmış, helali haramı tanımamış, bananeci bencil bireysel davranarak hep sorumluluktan kaçmış, dünyevîleşerek duyarsızlaşarak, değersizleşerek kutsal olan ne varsa arasına mesafe koymuş, "bu çağda mı?" diyerek ilahi referansları göz ardı etmiş, haksızlıklardan ve zulümden yana taraf olmuş, akletmemeyi telkin etmiş, kendi nefsini ilahlaştırmış bir insan kendinin sahibi olan yüce Allah'ın huzuruna nasıl çıkabilir, ne yüzle bakabilir peki?

        Düşünsenize bir el bu dünyada tüm kapıları yüzümüze kapatmış ve bize dur demiş bu dünyada. Tüm imkanlarımızı elimizden almış. Ne yaparız bu durum karşısında. Hala bir umut der yola koyulur, çıkış yolları ararız değil mi? Çünkü ölmedik ve bir umut daha var bizim.

       Ya ahirette yüzümüze kapanan kapıları düşünsenize. Kaçırdığımız fırsatların geri gelmesi o gün için artık mümkün olmayacaktır.

O zaman bize düşen insanlık kalitemizi artırmak değil midir? 

        Furkan Suresi. 77. Ayette Rabbimiz buyurur ki: "Eğer duanız olmazsa Rabbim size niye değer versin ki?"

        Kulluğumuz, ibadetlerimiz olmasa, yönelişimiz sadece O'na değilse halimiz nice olur hakimi mutlak karşısında?..

       Öyle bir çağdayız ki tüm değer yargılarımız  alabora oldu. Haz ve hız tutkunu, hırs sahibi nesiller çoğaldı. Bu keşmekeşlikten kurtuluşumuz ancak Allah’ın ipine sarılmakla, O'nun davasını dert edinmekle, O'nun yoluna revan olmakla, O'nun gönderdiği Resulün güzel örnekliğini hayatımıza taşımakla, O'nun bak dediği yerden bakmak dur dediği yerde durmakla mümkün olacaktır. 

        Yoksa bu duasızlık, davasızlık, duyarsızlık ve değersizlik bizi hüsrana sürükleyecektir.

Umutsuzluğa düşmek yok. Umuda tutunmak, Hakka sarılmak, Hakikati aramak ve kovalamak var. 

         Unutmayalım ki her çağda Allah ve Resul'üne inanan kullar için mutlaka bir Nuh'un gemisi vardır!..