Cumhuriyet sonrası düşünce, edebiyat hayatı bakımından önemli bir yere sahip, döneminin mihenk taşı sayılabilecek, yazdıkları eserlerle adından söz ettirmeyi başarmış fikir adamları vardır. Bunlardan biri de Hüseyin Cemil Meriç’tir. Cemil Meriç etrafına ışık saçmak isterken kendi göz aydınlığını kaybetmişfakat insanları karanlıklardan çıkarmak için uğraşmış, aydın bir fikir işçisi olarak adından söz ettirmeyi başarmıştır. Sezai Karakoç; “Bizim işimiz bir kibrit çakmak, dünyayı yakmak için değil, dünyayı ışıtacak meşaleyi tutuşturmaya kendi çapımızda yardımcı olmak amacımız.” demektedir. Cemil Meriç, içinde bulunduğufırtınalı hayatını ülkenin o dönemdeki çalkantılı yıllarıyla özdeşleştirerek gençliğin ruhi bunalımlardan kurtulması için, düşünce merhemiyle kalbi yaralara müdahale eden ruh mütehassıslarından biri olmuştur. Ne yazıkki günümüz gençliği “Cemil Meriç’i ne derecede okuyor, fikirlerini anlayarak karşılıklı tartışabiliyorlarmı” cümlesi cevap arayan bir soru olarak kalıyor.

Cemil Meriç tüm önemli eserlerini, gözlerini kaybettikten sonra vermiştir. 38 yaşında fiziki körlükle tanışan Cemil Meriç gözünün ameliyatla açılma hayaliyle yaşamıştır. Bu nedenle Paris’e gitmiş ve bir dizi başarısız ameliyat denemeleri geçirmiştir. Sefa Kaplan’ın Cemil Meriç ve Arjantinli yazar Borges’in karşılıklı mektuplaşmalarından bahsettiği Gözleri Görmeyen İki Adam kitabında anlattıklarına dayanarak Meriç’in, duruma alışamadığını ifade edebiliriz. Meriç gibi görmeengelli olduktan sonra edebi yapıtlar veren Borges’in ünü Arjantin sınırlarına taşarken Cemil Meriç Anadolu toprakları dışına çıkamamış,bunda yaşadığı zamanda memleketin engelliye bakış açısı, Meriç’in dış dünyaya karşı tutuk davranış sergilemesi, en önemlisi de düşünce dünyasının dönemin okuyucuları tarafından tam anlamıyla idrak edilememesini belirtebiliriz.

Cemil Meriç’in hayatında eşi Fevziye Hanım’ın desteği tartışmasız bir gerçektir. O kadar ki kızı Prof. Dr. Ümit Meriç’in anlatımıyla, Cemil Meriç görmeengelli olduğu zaman; “Cemil git kiminle görüşürsen görüş, kiminle yaşarsan yaşa, yeter ki yaşa” diyecek kadar, sevgi sözcüğüyle bir eş merhametiyle, en zor zamanlarında kocasının yanında durmuş, kızı Ümit’le birlikte yazılarını okuyup çevirmekte ona yardımcı olmuştur.

Cemil Meriç dilimiz ve değerlerimize her zaman bağlı kalmasını bilmiş, doğu batı ilişkisine dair Türkiye’de en gerçekçi fikirleri ortaya koymayı başaran isimlerden biri sayılmıştır. Meriç’e göre batı; “Kendi hakikatimizi çarpıtarak, bize gösteren bir aynadır. Fakat biz bu aynanın farkında değilizdir. Kendimizi bu aynadaki hayale göre inşa etmeye çalışıyoruzdur.”. Ona göre “Avrupa’nın her ortaya koyduğunu mutlak gerçek saymamalı, hatta iddiasının tam tersi yönde düşünmelidir”. Cemil Meriç’in sarf ettiği en meşhur cümlelerinden biri de, “Bütün kurumları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı yani İslam karanlık, tehlikeli ve düşmandır. Doğu ne yaparsa yapsın, o kendi değerlerinden vazgeçse bile, batı doğuyu her zaman öteki olarak görecektir.”

Medeniyetimize sahip çıkmamızda en önemli etkenlerden biri de dildir. Meriç’in söyleyişiyle; “Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır” sözü her zaman hatırımdadır. Osmanlıcadan kopuşun mümkün olamayacağını savunmuş, batı sözcüklerinin dilimize girmesini eleştirmiştir.

Meriç’in çeviri kitaplarının ilki olan; Balzac’ınAltın Gözlü Kız1943’te yayımlandı. İlk telif kitabı 1964’te okurlarıyla buluştu. Cemil Meriç’in deneme ve düşünce yazılarıyla asırlar boyu okunmaya devam edeceğine inanıyorum. Hiç Cemil Meriç okumadım diyenler ve yeni tanımak isteyenler için, kızı Ümit Meriç’in tavsiyesiyle Jurnal kitabıyla Meriç’i tanımaya başlamalarını öneriyorum.

Cemil Meriç’in 12 Aralık 1916 tarihinde doğduğu evi müze hâline getirilmiş olup ziyaretçilerini beklemektedir. Eşi Fevziye Hanım’ı 1983’te kaybettikten sonra felç rahatsızlığı geçiren Cemil Meriç, bıraktığı ölümsüz eserleriyle 13 Haziran 1987 tarihinde bu dünyaya veda etmiştir.