Cezaevinde geçecek dördüncü Ramazan’a hazırlanıyoruz. Daha evvel geçen Ramazanlarda kendimize göre bir düzen kurmuştuk. İftardan sonra Akşam namazını cemaatle kıldıktan sonra bir çay süresi otururduk ve yatsı namazına kalkarız. Yine Cemaatle Yatsı ve teravih namazını kılar, kimi zaman muhabbetle, kimi zamanda dini konularda sohbetlerle Sahura kadar vakit geçirirdik. O, arada Sahurda yiyeceklerin hazırlığı ile meşgul olurduk. Daha sonra sabah namazını kılar, yaklaşık bir saati geçkin bir süre ortaya bir konu atardık ve beş- altı kişi bir arada karşılıklı tartışma yapardık. Sonra yatar öğle namazına kadar uyur, kalkar namazı kılar, ikindiye kadar yine yatardık.

Böylece nizam ve intizam içinde ibadet ve taatımızı yerine getirirdik. Bu Ramazanımızı da aynı şekilde geçirebilmek için cezaevi komutanlarından ilahiyat mezunu bir Asteğmene konuyu açtım, cezaevi müdürü yüzbaşımıza isteğimizi iletmesini ve sabah saatlerinde yapılan sayımı öğle saatlerine almasını rica ettim. Ne yazık ki rahatça ibadet etmemize yardımcı olur ümidi ile yardım talep ettiğim ilahiyatçı asteğmen isteğimizi yüzbaşıya iletmediği gibi, ramazanın birinci günü asteğmen sabah saat sekizde geldi ve “herkesi kaldır sayım yapacağım” dedi. Bende “Komutanım size arz etmiştim, öğle vakti sayım yapacaktık. Eğer illa şimdi sayacağım diyorsan, koğuşa girip arkadaşları yataklarında sayabiliriz. Arkadaşlar yatalı henüz bir saat oldu, lütfen bize yardımcı ol” diye tekrar ricada bulundum. İlahiyatçıdır, bize yardımcı olur diye ümit ettiğimiz asteğmen her halde siyaseten bizi sevmiyor ki, bu sefer de gidip “Milliyetçiler sayım vermeye kalkmıyorlar” diye şikâyette bulunmuş. Yüzbaşı da bizimle hiç görüşmeden, haksız olduğumuza karar vermiş ve Sivas’tan, Samsun’dan, Balıkesir’den, Malatya’dan gelen ziyaretçilerimizle görüştürmeme yasağı koymuş. Her pazartesi ziyaretimize gelen anne, baba eş ve çocuklarımız yine gelmişler, nizamiyenin yanında ki çadıra girip çıkıyorlar ama solcuların yakınları ziyarete geliyorlar, fakat bizimkileri göndermiyorlar. Görevli Başçavuşa “Komutanım bizim ziyaretçileri niye getirmiyorsunuz?” Diye sordum. Başçavuş, “cezalısınız da onun için” dedi.

Bu sözü duyduktan sonra bütün arkadaşlar kendimizi kaybettik ve kapıları arkadan kilitleyerek isyan bayrağını çektik. Hemen askerler cezaevinin etrafını sararak, silahların namlusunu koğuşlara, yani bize çevirdiler ve beklemeye başladılar. Diğer isyan edenler gibi, yakma, yıkma ve kırma gibi taşkınlıklar bizde olmadığı için, yirmi dört saat biz onları, onlarda bizi seyretti. Bir gün sonra cezaevi komutanı haber göndererek, tutukluların temsilcisi olarak üç kişi ile görüşmek istediğini bildirdi. Bende yanıma iki arkadaşımı alarak komutanın yanına gittim. Komutan “niye isyan ettiniz” diye sordu. Bende Asteğmene yaptığımız başvuruyu ve gelişen durumu anlattım. Meğer bizim İlahiyatçı söylediklerimizin hiç birini komutana ulaştırmamış ve “sebebini bende anlayamadım Milliyetçiler isyan etti, demiş. O, günlerde on iki Eylül ihtilaline katılmayan bir gurup Paşaların liderliğinde Büyük Türkiye Partisi kurulmuştu. Cuntacı Paşalar kendi güdümlerinde olmayan hiçbir birlikteliğe onay vermedikleri için bu Partiyi de hemen kapatmışlardı. Cezaevi komutanı bu partili olduğumuzu ve bu Parti kapatıldığı için isyan ettiğimizi zannetmiş.

Netice olarak işin iç yüzü anlaşılmıştı. Fakat bu seferde isyan ettiğimiz için suçlu duruma düştüğümüzden, Yüzbaşı davacı olduğu takdirde isyana elebaşılık yapanlar üç sene ceza alabilecekti. Bu durumu Yüzbaşı söyleyince duruma şahit olanlardan Kütahyalı Mahmut ismindeki Milliyetçi Asteğmen “Komutanım arkadaşlar hakkında şikâyetçi olup ceza almalarına sebep olursan, bende bu duruma sebebiyet veren arkadaşı buradan sağ göndermem” dedi. Komutan baktı ki işler daha çok karışacak, olayı tatlıya bağladı, bizden de davacı olmadı. Bizde cezaevi hatıralarımıza bir isyan sahifesi eklemiş olduk.